14 Ağustos 2022 Pazar

FARK ET DÜŞÜN HİSSET YAŞA

 Yazar Adı: Hakan Türkçapar

Basım Yılı: 2019

Yayınevi: Epsilon

Sayfa Sayısı: 290

    Prof. Dr. Hakan Türkçapar, (1966-…), Akademy of Cognitive Therapy (act) nin eğitici terapisti ve bilişsel davranış terapinin önemli isimlerinden psikiyatrist yazar. İyi bir doktor ve sosyal antropoloji alanlarında uzman kişi. İlaçla iyileşmeyi ikinci planda tutan önemli olanın düşünceleri düzeltmek olduğunu vurgulayan, yalın ve kıymetli bilgiler veren psikoterapist.



   Okul yıllarımdan beri psikolojiye olan merakım vardı. Kendimle ve hayatla meselem hiç bitmedi. Bazı düşünceleri aşabilmem için de doğru kaynaklara ihtiyacım vardı. Terapistimin tavsiyesi üzerine okuduğum “Fark et Düşün Hisset Yaşa" kitabı, hayat amacım olan “iyi yaşam” ilkeme katkısı büyüktü. Yaşamı anlamlı ve doyumlu geçirmek isteyenlere, klinik rahatsızlık düzeyinde olmayan kimi sorunları kişilerin kendi başına aşmalarına yardımcı olabilecek bilgiler barındırıyor. Kitap da sorun ve çözüm üzerine uzun uzun çözümlemeler var. Yaşamda iyiyi hedefleyerek, hepimizin istek ve ideallerimizin farkında olarak bunlara dönük yaşayarak, sahip olduğumuz düşüncenin olan bitenleri ve olacakları realist ve akılcı bir şekilde tanımlayıp anlamlandırarak, olacakları iyi bir şekilde öngörerek bizlere yardımcı olan bir eserdir.

  Dikkatimi çeken kısım, olumsuz duyguları görmezden gelmek yerine bu duygunun içindeyken “ne istiyorum” sorusunu sorarak, olmak istediğimiz kişiye biraz daha yaklaşabilmemiz idi.

  Neyi istediğimizi bulmak? Kitabın esas sorusu buydu. Hedeflerimizi kurgularken istemediklerimizi dile getirmek değil ( sigara içmeyeceğim) istediklerimize odaklanarak gerçek bir ideal yaratabiliriz.

   Kitabın anlaşılır bir dili var. Herkesin kolaylıkla okuyabileceği akıcı, kendi kendine terapi rehberi sunuyor okurlarına. İyi okumalar.

 “Sorunları bir tehditten çok, kişinin kendisini geliştireceği bir fırsat olarak görmek en gerçekçi tutumdur çünkü insan sorun yaşayarak en iyi ve en kalıcı şekilde öğrenir.” s. 228

“Bu kitapta dile getirilen yöntemin dayadığı bilişsel davranışçı terapilerin getirdiği en büyük yenilik, dünyanın kendisinden çok ona dair zihnimizde oluşan görüntü ve temsilin bizim duygu ve davranış tepkimizi büyük oranda belirlediğidir.” s.223

Yani hiçbirimiz dünyayı olduğu gibi algılamıyoruz…

 

6 Ağustos 2022 Cumartesi

İRADE TERBİYESİ

 Yazar Adı: Jules Payot

Basım Yılı: 2018

Yayınevi: Ediz Yayınevi

Sayfa Sayısı: 202

   Jules Payot, (1859-1940) Fransız pedagog ve yazar, bazı kaynaklarda örgün eğitimde lider bir figür olduğu söylenir.  İrade Terbiyesi, 32 den fazla dile çevrilmiş bir eserdir. O dönem Vatikan tarafından 13 yasaklı kitaptan biri.



“İrade, duygusal bir güçtür ve düşüncelerin irade üzerinde etkili olabilmesi için tutkularımızla beslememiz gerekir.”

   Yazar ön sözünde, topluma sunduğumuz bu kitabın alt başlığı: irademize faydalı olacak duygularımızı güçlendirmek ve zararlı olanları da uzaklaştırmak olabilir, diyor. Topluma fayda üzerinden değerler oluşturuyor.

   Duygularımızı fark edip, olumsuz düşüncelere izin verdikçe nasıl kontrolden çıkıp, davranışlarımızı dolayısıyla hayata bakışımızı kötü yönde etkilediğini belirtmek isterim. Davranışlarımız, yapıp ettiklerimiz, daha sonrasında bulunduğumuz çevre ve ortamı etkiler. Kendimize, nasıl bir hayat istediğimizi sık sık sormalıyız.

   Kitap, 5 bölümden oluşur. Mücadele edilecek düşman; isteksizlik, cinsel dürtüler ve şehvet, kötü arkadaşlar, tembellik gibi bahanelerden bahseder. Çevrenin önemi, iç kaynaklarımız, özellikle tefekkürün önemini vurgular. Hareketin, beden sağlığının, düşüncelerin ve duygu hallerinin irade terbiyesindeki rolü üzerinde duruyor. Farklı bakış açısı ile okurlarını etkilemeyi başarıyor.

 Aklın gücüne; sağlıklı düşünmek, doğru karar vermek adına ihtiyacımız var. Bunu da eğitimli zeka ile başarırız.

“Toplumsal baskı korkusu, dini temsil eden otoriteye karşı saygı, eğitim yıllarının birikmiş alışkanlıkları, günah işleme korkusu, sürekli ve her yerde bizi gören duyan hatta düşüncelerimizi bilen tanrı düşüncesi, ondan beklenen umutlar bütün bunlar bilincimizde basit gibi görünen ama aslında karmaşık ve mühim bir yer edinir.”. s.179

“Ernest Renan’ın dediği gibi: “artık sahip olmadığım bir inancın hala beni yönettiğini hissediyorum. İnancın özelliği, kaybolmasına rağmen hala etkili olmasıdır.”

  Genç yaşlarda okunması faydalı olacak bir eser. Dönemin ilk kişisel gelişim kitapları arasında olsa gerek.

 

9 Mart 2022 Çarşamba

KURUMLAR SOSYOLOJİSİ Kurumlara Başlangıç Çerçevesinde Bir Çalışma

 Yazar Adı: Mustafa Aydın

Basım Yılı: 2011

Yayınevi: Kadim

Sayfa Sayısı: 230

 Mustafa Aydın, 1950 Konya doğumlu, Toplum bilim araştırmacısıdır. Özellikle din, bilgi ve siyaset sosyolojisiyle ilgilenmiş, 2 kitabı ve çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. Bende katıldığım Türk Siyasi Tarihi atölyesinde, hocamızın tavsiyesi üzerine okuyup, tanıdım.



   Kitap 7 bölüm ve sonunda da güzel bir kaynakçadan oluşuyor. 6 temel kurum: Aile, Ekonomi, Din, Eğitim, Siyaset ve Boş Zamanlar kurumlarını ve onların işleyiş tarzlarını genel çizgileriyle, ortak başlıklar altında göstermeyi amaçlayan, emek verilmiş, enfes bir çalışma olmuş.

   Kurumlar kültürel olgulardır. Bir toplumda yaşayan insanların ilişki örüntülerini gösterirler. İhtiyaçları karşılamak üzere ortaya çıkmış ve sürekli hale gelmişlerdir. İnsanlara hazır davranış örnekleri verirler. Toplumlarla kurumlar arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Yani  toplumdaki sosyal değişimler kurumlara yansır, kurumsal bir değişimde az çok toplum üstünde bir etkide bulunur. Kurumların toplum ekseninde bir bütünlükleri vardır. Bu eksen genellikle toplumların etik yapılarıdır. Kurumlar diğer kurumun görevini yerine getiremez, karışıklıklara neden olur. Böylesi dönemlerde kültür, kendinden beklenen ideal tipler üretememektedir. Mesela ülkemizde ailenin ekonomi ile, dinin siyaset ile, eğitim ile bağlantıları sağlıklı değil diyor yazar bir örneğinde. Yine bir örnek; kendisi bir kontrol/denetleme kurumu olan din alanına, gelenekselden moderne çok değişik yorumlar hakimdir. Bunun çözümünün de, kurumların saha araştırmaları yapması gerektiğini önerir.

DEVLET; yüzyıllardan beri vardır. Ancak ona çok farklı biçimlerde yaklaşılmıştır. Marxistlere göre bir sınıf yapısıdır, Weber’e göre bütün bir toplumu birleştiren bir kuruluş, Hegel’e göre o bir yeryüzü tanrısı, anarşistlere göre ise kendi kendine eriyip bitmesini beklemeden ortadan kaldırılması gerekli bir yüz karası, kimilerine göre ise topluluklar toplumu ya da sosyal piramidin zirvesidir. Klasik tanımlarda ülke, halk ve iktidar organizasyonudur ve genelde normatif bir sistemdir.” s.160

“Herkesin bir sağlık kurumu vardır ama bir baş ağrısı toplumlarda farklı şekilde dindirilebilir. Batı formunda bir kurumsallaşma da bir ağrı kesici hapla, uzak doğuda akupunktur iğnesiyle, bir başka toplumda bir bitki suyunu kaynatıp içmek ya da büyüsel bir işlemle giderilmeye çalışılır.” s.19

Kurumların ortaya çıkış tarzları:

Eylem-Tekrar-Alışkanlık-Adet-Norm-Kurum

“İnsanoğlu, aile kurumu ile soyunu devam etmekte ekonomi ile bizzat kendi varlığını sürdürmektedir.” s.69

“Durkheim’in tezine göre tüm sosyal kurumlar dinden doğmuşlar. Ancak zamanla onunla olan kutsallık bağlarını kopararak din dışı ve hatta ileri boyutlarda din karşıtı hale gelmişlerdir. Sekülerleşme tezi bir din ve din dışı ayrımına dayanmaktadır. Durkheim’in deyimiyle kutsal- kutsal dışı.” s.124

 

 Ekonomi kurumu, toplumda örüntüleşmiş, süreklilik kazanmış işlemler ünitesidir. Ve bu haliyle toplam kültürün önemli bir parçasını meydana getirir. Bazı düşünürler çalmanın hayvanlarda bulunmadığını dolayısıyla insani bir mübadele şekli olabileceğini ileri sürerler*

 Yazar, içerik olarak  makul düzeyde akademik terim kullanmış, teoriler yazarak, örnekler vererek açıklamış. Kitap, yazarın her ne kadar derlemesi olsa da, Sosyolojiye giriş için, sosyal kurumları anlayabilmek, algılayabilmek adına iyi bir ilk adım ve giriş kitabı olmuş.

 

 

SOSYOLOJİ YAZILARI

 Yazar Adı: Max Weber

Basım Yılı: 2017

Yayınevi: Metis

Sayfa Sayısı: 420

    Max Weber (1864-1920) Alman düşünür, sosyolog, ekonomi politik uzmanı. Siyaset sosyolojisi ve eğitim sosyolojisi alanında yaptığı araştırmalarıyla çağdaş sosyolojinin kurucusu sayılabilir. Dinleri, antik toplumları, iktisadi tarihi, hukuk sosyolojisini, müzik sosyolojisini incelemiş, temel bir bulgu bulamamıştır. Marx’ın kavramlarından uzak olsa da Marx’tan etkilenmiştir. Protestan ahlakı hakkındaki çalışması etkili olmuştur. Cennetin adresinin dünya üzerinde olduğu mesajlarını, kuşaklara aktarır. Kapitalizmle Protestanlık arasındaki ilişkinin temelindeki dinsel damarı keşfeden; karizma, bürokrasi, statü kavramalarının içeriklerini doldurmuş en sağlam sosyologdur. Bildiğim Türkçeye çevrilmiş 12 kitabı vardır. Hızla onları da okumak istiyorum.



 Weber, kitapta karşılaştırmalı dinler tarihini, çileciliği, disiplini, iktidarı, karizma, statü gibi kavramları daha geniş perspektiften ele almış, çok doyurucu bir eser olmuş. Kitap, Şerif Mardin’in 1986’da Weber üzerine yazdığı yazıyla başlar. Hans H Gerth, C. Wright Mills’in yazar ve yapıtı hakkındaki girişiyle başlar. Bilim ve siyaset, iktidar, din ve toplumsal yapılar olmak üzere 4 bölümden oluşur.

“Bir gün koruda yürürken duygusal denetimini yitirdi ve ulu orta ağladı… Yıllar sonra arkadaşına yazdığı mektup da: ”Acı insana dua etmesini öğretir derler. Her zaman mı? Kendi deneyimime dayanarak bunu sorgulamak isterim. Ama tabi insana vakarını kazandırdığı konusunda sana katılıyorum.” s.33

“Sözcük anlamı Tanrı vergisi olan “karizma” dertlilerin ve olağanüstü özelliklere sahip olduğuna inandıkları bir liderin peşinden gitme gereksinimi duyanların önüne düşen ve bu konuma kendi kendini atayan önderleri nitelemek için kullanıldı. Dünya dinlerinin kurucuları, peygamberler, askeri ve siyasi kahramanlar, karizmatik önderin arketipleridir. Mucizeler ve vahiyler, kahramanca cesurluklar ve göz kamaştırıcı başarılar, bunların büyüklüğünün işaretleridir. Başarısızlık onların sonu olur.” s.76

  Karizmatik liderliği çözümlemedikçe tarikatlar ve cemaatlerin oluşması çözümlenemez. Birer kıyma makinasına dönüşürler. 15 Temmuz 2016 da cemaatin darbe girişimine tanıklık ettik. Kriz dönemleri karizmatik liderlikle kolay aşılıyor. Toplumlarda problem olduğunda işe yarar. Cumhuriyet, özellikle Diyanet İşleri başkanlarında karizmaya izin vermedi. 

  Toplum irrasyonalite ile birliğe getirilir. İrrasyonalite gücün temelidir. Daima mağduriyet, mistifikiye edildiği takdirde, karizmatikle birleştiği takdirde birliğe getirilir. Karizmatik lider, Tiranların biçimidir. Bilgili adam karizmatik olmaz. Karizmayı güçlendiren şey cehalettir. Gizil güçler devreye girer. Mesela rüyamda gördüm, Tanrı vahyetti gibi. Eğitim! Düşünme kapasitesini yükseltir, karizmayı zayıflatır.

“Kavram… öyle kullanışlı bir araç ki, onunla insanı mantıksal olarak sıkıştırabilirsiniz; ya hiç bir şey bilmediğini itiraf edecektir ya da gerçeğin ne olduğunu…” s.164

“Tolstoy… bilim anlamsızdır, çünkü sorumuza bizim için tek önemli soruya cevap veremiyor: Ne yapacağız ve nasıl yaşayacağız?” s.167

“İnsanın davranışlarını fikirler değil maddi ve manevi çıkarlar yönetir.” s.269

“Çilecilik iki yüzünü gösterdi: bir yanda dünyayı inkar öbür yanda inkar yoluyla elde edilen sihirli güçle dünyaya hakim olma” s. 314

“Din ile ekonomik dünya arasındaki gerginlikten ilkeli ve içe dönük biçimde kaçmanın yalnız 2 tutarlı yolu olmuştur:

1.      1.Püriten ahlakının “iş” paradoksudur.

2.      2.Mistisizm” s.139

 

 

6 Mart 2022 Pazar

ZAMİR

 Yazar Adı: Hakan Günday

Basım Yılı: 2021

Yayınevi: Doğan Kitap

Sayfa Sayısı: 368

   Hakan Günday, hayran olduğum yazar. 8 yıllık bir aradan sonra yeni kitabıyla buluştuk. Bir röportajında, “ dünya başıma yıkılmış gibi yazdım “ demişti. Hakikaten de okurken dünya başınıza yıkılıyor.

Zamir: (Arapça) vicdan ve gerçek niyet anlamları taşır.

Rus dilinde de bir anlamı var; barış için…



  Zerre, (Zamir’in annesi) doğduğu dünyada bütün ödül ve cezaların sadece erkekler tarafından dağıtıldığı, bir erkeğin esiri olmaktan kurtulmanın tek yolu, kendi seçeceği başka bir erkeğin esiri olmaktı. Günday kitabını kadın oldukları için öldürülmüş tüm kadınlara ithaf ediyor. İletişim aracının şiddete döndüğü bir coğrafya da, o iletişim aracının ilk kurbanının da kadın olduğu bir zamanda yazılan bir kitap. Kitabın her yerine sirayet etmiş bir Zerre karakteri var.

Zamir’in de hikayesi, her şeyin bittiği, umutların tükendiği anda başlıyor. Günday yine eyleme yönelik bir hikaye yazmış. Dünya meseleleriyle ilgili pek çok konu da var. Göç, kadın, savaş, tarım, insan… Kitap, Zamir karakterinin doğar doğmaz bir mülteci kampına bırakılmasıyla başlar. Kampta meydana gelen bir patlamada yüzü paramparça olur, koruma altına alınır. STK desteğiyle büyüyen Zamir, başka bir yardım kuruluşunda "dünya barışını" getirmek maksadıyla çalışmaya başlar. Barışa giden yolda atılması gereken ilk adımın unutmak mı, af dilemek mi yoksa affetmek mi ya da matematiksel bir ilişki mi kurulması gerektiği yani çıkar ilişkisi, barışın daha karlı bir ilişkimi olduğu sorgulanır.Barışın daha iyi olacağına dair bir inancın mı var? sorularını sorduruyor. 

  Zamirin işi kan dökülmesini durdurmaya yönelik ulvi bir iş. Bu işe büyük bir tutkuyla girsin diye çatışmaya kurban olan, yüzünün de ifadesiz olduğu (ne ağlayabiliyor, ne gülebiliyor) birisi. Zamir her şeye uzaktan aynı mesafeden bakan biri, zamanla kişiliği de kirleniyor. O yüzden çaresiz bir Zamir ile başlıyor kitap.

  İnsanın doğasında savaş mı vardır barış mı? İlerlemeyi, diğerinin önüne geçmek olarak tanımladığımız sürece sorunlar hep var olacak, doğanızda ki savaş da diri kalacaktır. İnsanoğlu her şeyi çatışma görecektir. İnsanın doğasının bir parçası olan savaş ve çatışma aynı zamanda kimliğinin bir parçasıdır. Barışlar ne kadar kalıcı olabilecek?

 Zamir dünya da hatasız bir şey arıyor, yardım kuruluşları güvenilir olmalı mesela. Nasıl savaştıysa öyle barışacak. Yalanlarla, baskıyla şiddetle. Yöntem aynı kirli. Bir çok vakıf ve yardım alan kurumların ikiyüzlülüğü. 

 (Bu çağın en büyük yanılsaması, sürekli bir şeylere geç kalmış olma hissinin sana pazarlanmış olması. hava alanında herkesin koşturduğu bi takım bavulların olduğu kısım.) Orada zamir kendisi de durmuyor, durmayanlara da dehşetle bakıyor.

“İnsanların bir damla su için göç yollarından birbirini boğazladığı bir evrenden, insanların indirim de olan bir telefon için mağazalarda birbirini boğazladığı farklı bir evrene açılan boyutlar arası bir kapıydı o kamp” s.18

“İnsan sadece yeni olana sahip olmak için çalışıyordu. Yeniliğin ve yeni olan her şeyin ne kadar sevildiğini düşündüm. Bebekler bile belki de bu yüzden seviliyordu. Hiç kullanılmamış insanlar oldukları için” Son model, gıcır gıcır, el değmemiş bir et parçası... s. 39 

Zamir, büyük bir karanlıkla başlayan bir roman. O karanlıkta görmeye çalışıyor. Barış konusunda içsel bir yolculuk yapmak isteyenler okusun MUTLAKA.

“Tuttukları dilek için bile para verir insanlar. Havuzlara, kuyulara para atarlar. Dileğini bile satın almaya alışmış birine de barış hediye edilmez, satılır.” s.69

“İnsana çocuğunun doğumu bile o denli umut vermezdi. O doğumla gelen endişeler umudu elbet kirletirlerdi. Ama bir enstürmen çalmayı öğrenmek, geleceğe dair kurulabilecek en saf hayallerden biriydi.” …Bu da o insanın yarın kendini öldürmeyeceği anlamına geliyordu. s.73

“Mülteciler sadece evlerini değil mesleklerini de terk ederler.” s. 99

“Bir doğulu batıya giderse ona orada göçmen deniyor. Ancak doğuda yaşayan bir batılının sıfatı daima expat oluyordu…”canım istediği için dünyanın öbür ucundayım” gibi bir anlamla doğduğu yerden ayrılmaya mecbur kalmış göçmenlerden kendini ayırıyordu.” s.155

“Belki de insanın dışı suya içi de toprağa yansıyordu. Dünyanın bütün gölgeleri kapkaraydı. “ s.314

Kitap da 2 film adı geçer, Passolini’nin İtalyan faşizmini en sert biçimde eleştirmek için çektiği;

“Salo ya da Sodom’un 120 Günü”

“Niggas Revenge”

 

 

5 Mart 2022 Cumartesi

YAKALANAN ZAMAN

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 355

    Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” attığı, 7. ve son kitap. Zaman zaman zorlansam da beni mest eden bir seri oldu. Okuduğum için mutluyum. Proust’un o büyülü labirentinde kaybolabilmek, o yolculuk hissi, onun zihnine, duygularına eşlik etmeye alışınca kitabın son serisinden ayrılmak istemedim bu da beni epey yavaşlattı. Ihlamur çayına batırılan bir madlenle başlayan uzun bir maceranın sonuna geldiğimi anladığımda,derin bir hüzne kapıldım. Olayları, 1. Dünya Savaşını, sosyete sohbetlerini, aristokratların maceralarını, sınıf ve ırk farklılıklarını, sanatı, zaman kavramını, bellek modelini, abartılmış duygularını, annesini, sevgililerini, çok güzel resmetti.



   Tüm kitap, belleğin geçmişi yeniden kurgulayıcı rolü hakkında bir değerlendirmeyi içerir. Bu da geçmişin artık değişmeyecek biçimde atıl vaziyette durmadığını gösterir. 

Ek bilgi; Proust’un bellek modeli, istemsiz bellek yani geçmişin yaşandığı haliyle sunulmasıdır. İstemsiz belleği kayıp zamanın anahtarı olarak görür. Takvim, saat vs. gibi gereçlerle yapılan cisimleştirmeler ve buna koşut olarak sunulan akşam, gece, ilkbahar gibi sözcüklerle yapılan adlandırmalar; zamanın insan tarafından kavranabilir bir yapıya dönüştürülmesini sağlar. Bu sözcük ve gereçler nitel olanı nicel boyuta taşır. 

DÜZENLENEN ZAMAN: ALIŞKANLIK

“Becerikli ama ağırkanlı olan düzenleyici!” s.14 (1. Kitap)

  Proust, sıradan bir kişiye basit bir obje olarak görünecek bir nesneden veya olağan bir durumdan, belleğin algılayışından yola çıkarak güçlü ve derinlemesine izlenimlerle edebiyat şöleni yaşatıyor, okuyun mutlaka.

“Hafızamda hatta gayri ihtiyari hafızamda bile Albertine’e aşkımdan eser kalmamıştı.” s.9

“Zeki ve gerçekten ciddi, çalışkan kişiler, yaptıkları işin edebiyatını yapan, yücelten insanlardan hazzetmezler.”

“Ama hepimiz gazeteleri aşık kadar kör, gözlerimiz kapalı okuruz. Olayları anlamaya çalışmayız. Baş yazarın tatlı sözlerini metresimizi dinler gibi dinleriz. Mağlup ve mutluyuzdur çünkü kendimizi mağlup değil galip zannederiz.”

“…zafer, iki rakipten acıya, ötekinden 15 dakika fazla katlanmayı bilenindir.”

“…yeryüzünde haz ve ahlaksızlık kadar sınırlı bir şey yoktur.”

“Bu “gençleri” bir bakıma bütün masumiyetleriyle, vasat bir ücret karşılığında, hiç zevk almadıkları başlangıçta muhtemelen tiksindikleri şeyler yapmaya iten neden belli ki kusurlu bir eğitim veya eğitimsizlikle birlikte, en kolay değilse bile en zahmetsiz yoldan para kazanma eğilimiydi..”

“..hastalıklar ölümün gerçekleşmesi için zorunlu bir formalite gibi görünür.”

“Bergetto bana “ hastasınız diye size acımak yanlış olur çünkü zihinsel mutluluğa sahipsiniz.”

“arkadaşlık ise bir yalandan ibarettir, arkadaşlarımız hayatımız boyunca süregelen zararsız bir delilik gereği arkadaştırlar sadece.”

“Beden için sağlıklı olan tek şey mutluluktur, ama zihni güçlendirip geliştiren kederdir.”

“Keder her defasında bize bir yasayı keşfettirmese bile yine de her defasında bizi gerçeğe yaklaştırması, olayları ciddiye almaya zorlaması, alışkanlık, şüphecilik, hafiflik, kayıtsızlık gibi zararlı otları ayıklaması açısından aynı derecede vazgeçilmez olurdu.Gerçi mutluluk ve sağlıkla bağdaşmayan bu gerçek, hayatla da bağdaşmaz.”

“Buğday tanesi yere düşüp ölmezse o yalnız kalır, fakat ölürse çok mahsul verir.”

“..hatıralar, bir yolcunun herhangi bir kentte edindiği geçici arkadaşlara benzer.”

“Hayat hiç durmadan insanlar arasında olaylar arasında yeni bağlar kurar, bu bağları birbiriyle kesiştirir, ikiye katlayıp örgüyü sağlamlaştırır ve sonuçta geçmişimizin en uzak noktasıyla diğer bütün noktalar arasında zengin bir hatıralar örgüsü örerek sonsuz bağlantı imkanları sunar.”

18 Şubat 2022 Cuma

ALBERTİNE KAYIP

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 282

    Proust paradigması, hafıza ve unutuş arasındaki diyalektik bir sarmala dönüşür.  Normalde zaman kavramı lineardır. Proust'la beraber "zaman" kavramı altüst oluyor. Proust o yüzden önemlidir. Tarihe yeniden bakmamızı sağlıyor. Küçücük odasında sanal bir hayat var. Bütün epifanisi budur. Kendi yaşamında tanık olduğu durumları kitabında bilinç akışı şeklinde uyarlamış. Bu eseri okumak çok zor. Zamanın doğasında yitik olma durumu var. Kitap boyunca kayıp zamanın peşinden gitmeye çalışıyorsun. Elle tutulur bir konu değil. Çünkü Proust’un hatıraları ve hafızasında olduğu gibi sürekli elimizden kayan, tutuğumuz anda başka bir şeye dönüşen ve zaten tutulamaz bir şeyi anlatıyor. İrade dışı bellek, mutlak zaman tüm konusu bundan oluşuyor. Mutlak zamana ancak iyi bir sanat eseri ile ulaşılabilir olduğunun, sürekli altını çiziyor. Kitap da hep sanat işaretleri var, resimle çok ilgili. Ayrıca duyguları inanılmaz abartıyor. Uyuma sorunu yaşayan bir adam, sürekli Combrey’e gidiyor ve oradan çıkamıyor. Aslında şimdinin olmayışını, geçmişin oldu bitti kapandı değil, anıyla sürekli yeniden kurulması gerektiğini yorumluyor.



   Albertine Kayıp, serinin 6. Kitabı, ölümünden sonra yayınlanmış. Dört bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Albertine’nin veda mektubuyla başlar. Anlatıcı ayrılık inisiyatifini elinde tuttuğunu zannederken Albertine mektup bırakıp gitmiştir. Hiç şüphesiz böyle bir ayrılık epey sarsıcı olur. Marcel, zıtlıklarla yaşadığı için bu ayrılık Albertine’nin dönmesini daha çok arzulamasına sebep olur. Ayrılığa alıştırma işlevini yerine getiren unutuş üzerinden felsefesini çok derin yorumlar. 2. Bölüm sürprizlidir, Albertine’in ölüm haberini alır ve bu acısıyla yüzleşir. 3. Bölüm Venedik’de geçer. 18. ve 19.yy Batı edebiyatı ve kültüründe Venedik, krizin başkenti, dekadansın başkenti gibi bir kimliğe sahiptir. Ölüm, hastalık, gizli arzular, felakete sürükleyen kirli sırlar, Venedik alegorisi üzerinden şekillenir. Venedik dişil bir mekandır, erilliği temsil etmez. Aynı zamanda intiharında başkentidir. 4.bölümde ise telgraf ve mektuplarla öğrendiği iki evlilik haberi Marcel’i epey üzer. Kaderi tarif eden şu betimleme enfesti:

“Geçmişteki hayatımıza ait yanı başımızda demirlemiş olan ve belki de kendimize itiraf etmeden, günler geçtikçe tembelce bir umut bağladığımız iki dönem; gemiler gibi flamaları neşeyle sallayarak yabancı diyarlara doğru temelli uzaklaştığında hissettiğimiz kederi yaşıyordum” s.251

   Anlatıcı alışkanlığı, algılama bilincini ortadan kaldıran yok edici bir güç gibi görürdü hep, şimdiyse korkunç bir tanrıça olarak görüyor. Farkına bile varmadığımız bu tanrıça bizden uzaklaşmaya başladığında bize en dayanılmaz acıları yaşatır, ölüm kadar acımasız olur.

  Serinin en kolay okunan kitabıydı, yazar soru cümleleri kurarak da, okuyucuyla etkileşimini artırmış. “Olacakları değiştirmeyeceksek eğer vaktinin henüz gelmemiş olması ne işe yarar?”

“Uyanır uyanmaz kederim, uykuya dalmadan önce bir ara kapattığım ama akşama kadar önümde açık duracak bir kitap gibi kaldığım yerden devam ediyordu.”s.37

“Arzu ne kadar eksiksiz biçimde gerçekleşmişse, keder de o kadar derin olur; mutluluk doğa yasasına aykırı biçimde biraz uzamış, alışkanlıkla pekişmişse, keder iyice dayanılmaz olur.

“-insan ancak hatırladığı şeyi özleyebilir- uyandığımda açıkça seçebildiğim bir hatıralar filosunu, bilincimin en belirgin sularında seyreder halde buluyordum.”

“Kıskançlık için geçmiş de yoktur gelecek de, onun hayal ettiği şey daima şimdiki zamandır.”

“tensel arzu, zekaya hak ettiği değeri vermek ve manevi hayata sağlam temeller kazandırmak gibi olağan üstü bir güce sahiptir.”

“Fiziksel acılarda hiç değilse acımızı kendimiz seçmek zorunda kalmayız. Hastalık acıyı belirler ve bize dayatır. Ama kıskançlıkta adeta her türden her yoğunlukta çeşitli arzuları dener ve uygun olanda karar kılarız.”

  Ayrıca “Kiralık Aşk” dizisinde geçen, erkek karakterin kız arkadaşına hediye ettiği kitaptır. O dönem çok satan kitaplar listesindeydi.

 

 

 

 

10 Şubat 2022 Perşembe

MAHPUS

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 410

   Serinin 5. Kitabında da Proust’un, zaman kavramını ele alış biçimini; geçmiş ve geleceğin birbirine karışmasını, unuttuğu geçmişin tekrar geri gelmesini yani geçmişin hayaletleriyle yüzleşiyorsunuz. Yine zamanın kafa karıştırıcı halini görüyoruz. Freudyan bakış açısından da,ister istemez semptomun geri gelmesi, travmaların, itilmiş hatıraların beklemediğin zamanlarda tekrar yüzeye çıkması meselesi üzerinden de değerlendirilebilir. Proust, anıların hepsinin uydurma olduğunu, gerçeklikle ilgili olmadığını yani kurgulanmış olduğunu savunur. (Bergson’un zaman felsefesinden etkilenmiştir) 

   Anıyı sürekli kusurlu ve yeniden inşa edilebilir olarak görüyoruz. Herkesin kendi anısındaki yalanına doğru giriş yaptığını biliriz. Anı, kusurlu yalandır.


   Alter ego (bölünmüş kişilik) Proust’un karakterinin bir özelliğidir. Kayıp Zamanın İzinde kitabında; Swan gibi karakterler, aşk karakterleri, ki kitap da binlerce karakter var. Bu karakterler de, bölünmüş zamanın kaybedilişinden, hatıra ile kaybedilen zamanın tekrar yakalanmasından bahseder.

  Mahpus, diğer 4 kitaptan daha akıcı ilerliyor. Anlatıcının; Albertine ile olan aşk macerasına, duygularına, davranışlarının bilinç altında yatan sebeplerine, aşk oyunlarına, yalanlara, kıskandırmalara, acındırma ve terk etme blöflerine tanıklık ederiz. Yazar, 1. Kitap da, annesinin iyi geceler dilemeden yanından ayrılışıyla yaşadığı travmaya benzer bir üzüntüyü, Albertine ile yaşamaktan ölesiye korkuyor.

” Albertine’i aynı anda hem sevgili hem bir kız kardeş hem bir kız evlat hem de iyi geceler öpücüğüne yine çocukça bir ihtiyaç duymaya başladığım bir anne gibi yatağımın yanında tutamama korkusu, bütün duygularıma sinmişti. Hayatımın bir kış günü kadar kısa görünen bu zamansız akşamında yine bütün duygularım bir araya toplanmakta, bütünleşmekteydi sanki.” s.108

 Albertine’nin kendisini sevmediğini anlamasına rağmen ondan ayrılamıyor. Ona fiziksel mahpusluk yaşatırken kendisi de duygularının mahpusu oluyor. Bunu okurla acıkça paylaşıyor. Ve bu kısımda anlatıcı Marcel adını kullanıyor. Sanırım zamanı yakalıyoruz. Ve kitabın sonu Albertine’nin veda mektubuyla bitiyor. Başkahraman Zaman perdeyi kapatıyor.

“Her toplumsal sınıfın bir patolojisi vardır” s.14

“Bizi insanlara bağlayan şey, bir gece öncesine ait hatıraların, ertesi sabah ait beklentilerin oluşturduğu sayısız kök ve zincirdir; kopamadığımız alışkanlıkların kesintisiz örgüsüdür.” s.94

“Belki bende ve benim gibi daha bir çok kişide, sonradan gelişen ikinci kişilik, birincinin bir başka yüzüydü sadece; kişiliğin kendine bakan yüzü coşkulu ve duyarlı, başkalarına bakan yüzüyse bilge bir mentordu.” s.105

“manevi güvensizlik görsel algının doğruluğunu, gözdeki maddi bir kusurdan daha fazla etkiler.”

“Yalan hayattaki en gerekli en çok kullanılan korunma aracıdır.”

“mikroskopla bile görülmeyecek –en azından kalbin mikroskobuyla görülmeyecek çünkü duygusuz hafızanın mikroskobu daha güçlü ve sağlamdır- bir Liliput’luya dönüşeceğini niye düşünmeyiz ki.”

“siyasal tutkular da tıpkı diğer tutkular gibi kalıcı değildir.”

“Bir suç söz konusu olduğunda, suçlu için bir tehlike varsa itirafı belirleyen menfaattir.”

“Vintüel’in Hz. Muhammed olduğunu var sayarsak onun uğruna en sabit dağları yerinden oynattığımızı söyleye biliriz.” s.270

“insanlarla birer “merak nesnesi” olarak ilgilenmiyorsunuz.”

“Aşkta bir duygudan vazgeçmek, bir alışkanlığı kaybetmekten daha kolaydır.”

“hayat değiştikçe bizim yalanlarımızı gerçeğe dönüştürür.”

“İnsan ancak kendi yaşadığı hazdan bir bilgi ve ızdırap çıkarabilir.”

“Gerçeklik düşmanların en kurnazıdır. Saldırılarını, kalbimizin hiç beklemediği, savunma hazırlığı yapmadığı noktalarına yöneltir.”

“Bu da bana olayların meydana geldikleri anla sınırlı olmadığını, o ana sığamayacak kadar muazzam olduklarını düşündürüyor. Her olay, bizde bıraktığı hatırayla geleceğe taşar şüphesiz ama bununla kalmayıp öncesinde de bir zaman işgal eder. Olayları önceden gördüğümüzde meydana geldikleri şekilde görmediğimiz söylenecektir elbette ama aynı dönüşüm hatıramızda da gerçekleşmez mi?” s.396

 

 

8 Ocak 2022 Cumartesi

SODOM VE GOMORRA

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 1997

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 547

    Kayıp Zamanın İzinde; Sodom ve Gomarra, serinin 4. kitabıdır. Adından da anlaşılacağı gibi kutsal kitaplarda adı geçen iki günahkar şehirler. Lut kavminin yaşadığı, ahlaksız yaşamları ve eş cinsellik tabiriyle bütünleşen bir toplumu simgeler. Bir çok yazar için de esin kaynağı olmuştur. Proust’a göre bugünkü eş cinseller, Tanrının gazabından kaçıp kurtulan Sodomistliler, onların soyundan gelenler imiş.



  Proust, bu kitabında baron Charles (bedenine yerleştirdiği kadın) karakteri üzerinden dönemin, aristokrasi ve burjuva çevresini ve bu çevrenin kaotik cinsel eğilimlerini, giyim-kuşamlarını, hareketlerini, bakışlarını, huylarını, alışkanlıklarını kendi gözlemleriyle derinden anlatıyor. Yine dönemin siyasi ortamına -Dreyfus Davasının yarattığı bölünme, Swan’ın yahudi kimliği üzerinden davetlere çağrılıp çağrılmaması ve bu kimlik üzerinden belirlenen kutuplaşma konusuna değinmeden geçmiyor.

 Ayrıca anlatıcının Albertine’ya olan aşkı, kıskançlığı, duygusal iniş çıkışları, zıt kutuplara gidip gelen görüşleri, ölüm sonrası yası (büyük annesine), yoğun bir huzursuzluğu, nefes almasındaki zorluk, mekan betimlemeleri, davetler, ilişkiler, ruh analizleri çok dolu ve yoran kısmıydı. Proust un anıları kusursuz biçimde birbirine eklemlemesi beni hayrete düşüren bir özelliği oldu. Her metin geriye doğru giden derinliğe sahipti. Tüm geçmişi ve geleceği şimdinin uzantısı haline getiriyor. Anlatıcının Balbec'e döndüğünde ayakkabılarını bağlarken, 1 yıl önce ölen büyük annesini hatırlayıp ölümüyle ilgili okuyucuya yaşattığı his yine yüreklere dokunan, etkileyici bir anlatıydı.

“Bir hatanın ortadan kalkması bize fazladan bir duyu kazandırır.” S.19

“aynı mesleği paylaşan insanlar birbirlerini sezgiyle tanırlar; aynı kusuru paylaşanlar da öyle” s.45

“Bekleyişin belirleyici özellikleri olan, pusulayı şaşırma, yön duygusunun tamamen kaybolması, beklenen kişinin gelişinden sonra da devam eder ve içimizde bu gelişi, kafamızda büyük bir haz olarak canlandırmamıza yarayan dinginliğin yerini alarak, herhangi bir haz duymamızı engeller.” s.145

“Sözü en çok dinlenen hekim, hastalıktır; iyiye, bilgiye söz veririz sadece; acıya ise boyun eğeriz.”

“Hafızanın seçtiği görüntüler, hayal gücünün oluşturup gerçeğin yok ettiği görüntüler kadar keyfi, dar ve ele geçmezdi.” s.160

“Kalabalıkları olduğu gibi toplumları da taklit içgüdüsü ve cesaret eksikliği yönetir.”

“Alışkanlık ağına aldığı her şeyi denetler.”

“sosyalliğin sakinleştirici, uyuşturucu sürekli hazları; hayal gücünün kaçak hazlarını bastırırdı.”s.511