10 Şubat 2022 Perşembe

MAHPUS

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 410

   Serinin 5. Kitabında da Proust’un, zaman kavramını ele alış biçimini; geçmiş ve geleceğin birbirine karışmasını, unuttuğu geçmişin tekrar geri gelmesini yani geçmişin hayaletleriyle yüzleşiyorsunuz. Yine zamanın kafa karıştırıcı halini görüyoruz. Freudyan bakış açısından da,ister istemez semptomun geri gelmesi, travmaların, itilmiş hatıraların beklemediğin zamanlarda tekrar yüzeye çıkması meselesi üzerinden de değerlendirilebilir. Proust, anıların hepsinin uydurma olduğunu, gerçeklikle ilgili olmadığını yani kurgulanmış olduğunu savunur. (Bergson’un zaman felsefesinden etkilenmiştir) 

   Anıyı sürekli kusurlu ve yeniden inşa edilebilir olarak görüyoruz. Herkesin kendi anısındaki yalanına doğru giriş yaptığını biliriz. Anı, kusurlu yalandır.


   Alter ego (bölünmüş kişilik) Proust’un karakterinin bir özelliğidir. Kayıp Zamanın İzinde kitabında; Swan gibi karakterler, aşk karakterleri, ki kitap da binlerce karakter var. Bu karakterler de, bölünmüş zamanın kaybedilişinden, hatıra ile kaybedilen zamanın tekrar yakalanmasından bahseder.

  Mahpus, diğer 4 kitaptan daha akıcı ilerliyor. Anlatıcının; Albertine ile olan aşk macerasına, duygularına, davranışlarının bilinç altında yatan sebeplerine, aşk oyunlarına, yalanlara, kıskandırmalara, acındırma ve terk etme blöflerine tanıklık ederiz. Yazar, 1. Kitap da, annesinin iyi geceler dilemeden yanından ayrılışıyla yaşadığı travmaya benzer bir üzüntüyü, Albertine ile yaşamaktan ölesiye korkuyor.

” Albertine’i aynı anda hem sevgili hem bir kız kardeş hem bir kız evlat hem de iyi geceler öpücüğüne yine çocukça bir ihtiyaç duymaya başladığım bir anne gibi yatağımın yanında tutamama korkusu, bütün duygularıma sinmişti. Hayatımın bir kış günü kadar kısa görünen bu zamansız akşamında yine bütün duygularım bir araya toplanmakta, bütünleşmekteydi sanki.” s.108

 Albertine’nin kendisini sevmediğini anlamasına rağmen ondan ayrılamıyor. Ona fiziksel mahpusluk yaşatırken kendisi de duygularının mahpusu oluyor. Bunu okurla acıkça paylaşıyor. Ve bu kısımda anlatıcı Marcel adını kullanıyor. Sanırım zamanı yakalıyoruz. Ve kitabın sonu Albertine’nin veda mektubuyla bitiyor. Başkahraman Zaman perdeyi kapatıyor.

“Her toplumsal sınıfın bir patolojisi vardır” s.14

“Bizi insanlara bağlayan şey, bir gece öncesine ait hatıraların, ertesi sabah ait beklentilerin oluşturduğu sayısız kök ve zincirdir; kopamadığımız alışkanlıkların kesintisiz örgüsüdür.” s.94

“Belki bende ve benim gibi daha bir çok kişide, sonradan gelişen ikinci kişilik, birincinin bir başka yüzüydü sadece; kişiliğin kendine bakan yüzü coşkulu ve duyarlı, başkalarına bakan yüzüyse bilge bir mentordu.” s.105

“manevi güvensizlik görsel algının doğruluğunu, gözdeki maddi bir kusurdan daha fazla etkiler.”

“Yalan hayattaki en gerekli en çok kullanılan korunma aracıdır.”

“mikroskopla bile görülmeyecek –en azından kalbin mikroskobuyla görülmeyecek çünkü duygusuz hafızanın mikroskobu daha güçlü ve sağlamdır- bir Liliput’luya dönüşeceğini niye düşünmeyiz ki.”

“siyasal tutkular da tıpkı diğer tutkular gibi kalıcı değildir.”

“Bir suç söz konusu olduğunda, suçlu için bir tehlike varsa itirafı belirleyen menfaattir.”

“Vintüel’in Hz. Muhammed olduğunu var sayarsak onun uğruna en sabit dağları yerinden oynattığımızı söyleye biliriz.” s.270

“insanlarla birer “merak nesnesi” olarak ilgilenmiyorsunuz.”

“Aşkta bir duygudan vazgeçmek, bir alışkanlığı kaybetmekten daha kolaydır.”

“hayat değiştikçe bizim yalanlarımızı gerçeğe dönüştürür.”

“İnsan ancak kendi yaşadığı hazdan bir bilgi ve ızdırap çıkarabilir.”

“Gerçeklik düşmanların en kurnazıdır. Saldırılarını, kalbimizin hiç beklemediği, savunma hazırlığı yapmadığı noktalarına yöneltir.”

“Bu da bana olayların meydana geldikleri anla sınırlı olmadığını, o ana sığamayacak kadar muazzam olduklarını düşündürüyor. Her olay, bizde bıraktığı hatırayla geleceğe taşar şüphesiz ama bununla kalmayıp öncesinde de bir zaman işgal eder. Olayları önceden gördüğümüzde meydana geldikleri şekilde görmediğimiz söylenecektir elbette ama aynı dönüşüm hatıramızda da gerçekleşmez mi?” s.396

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder