Yazar Adı: Hakan Günday
Basım
Yılı: 2021
Yayınevi:
Doğan Kitap
Sayfa
Sayısı: 368
Hakan Günday, hayran olduğum yazar. 8 yıllık
bir aradan sonra yeni kitabıyla buluştuk. Bir röportajında, “ dünya başıma yıkılmış gibi yazdım “ demişti.
Hakikaten de okurken dünya başınıza yıkılıyor.
Zamir:
(Arapça) vicdan ve gerçek niyet anlamları taşır.
Rus
dilinde de bir anlamı var; barış için…
Zerre,
(Zamir’in annesi) doğduğu dünyada bütün ödül ve cezaların sadece erkekler
tarafından dağıtıldığı, bir erkeğin esiri olmaktan kurtulmanın tek yolu, kendi
seçeceği başka bir erkeğin esiri olmaktı. Günday kitabını kadın oldukları için
öldürülmüş tüm kadınlara ithaf ediyor. İletişim aracının şiddete döndüğü bir coğrafya
da, o iletişim aracının ilk kurbanının da kadın olduğu bir zamanda yazılan bir
kitap. Kitabın her yerine sirayet etmiş bir Zerre karakteri var.
Zamir’in de hikayesi, her şeyin bittiği, umutların tükendiği anda başlıyor. Günday yine eyleme yönelik bir hikaye yazmış. Dünya meseleleriyle ilgili pek çok konu da var. Göç, kadın, savaş, tarım, insan… Kitap, Zamir karakterinin doğar doğmaz bir mülteci kampına bırakılmasıyla başlar. Kampta meydana gelen bir patlamada yüzü paramparça olur, koruma altına alınır. STK desteğiyle büyüyen Zamir, başka bir yardım kuruluşunda "dünya barışını" getirmek maksadıyla çalışmaya başlar. Barışa giden yolda atılması gereken ilk adımın unutmak mı, af dilemek mi yoksa affetmek mi ya da matematiksel bir ilişki mi kurulması gerektiği yani çıkar ilişkisi, barışın daha karlı bir ilişkimi olduğu sorgulanır.Barışın daha iyi olacağına dair bir inancın mı var? sorularını sorduruyor.
Zamirin işi kan dökülmesini durdurmaya yönelik ulvi bir iş. Bu işe büyük bir tutkuyla girsin diye çatışmaya kurban olan, yüzünün de ifadesiz olduğu (ne ağlayabiliyor, ne gülebiliyor) birisi. Zamir her şeye uzaktan aynı mesafeden bakan biri, zamanla kişiliği de kirleniyor. O yüzden çaresiz bir Zamir ile başlıyor kitap.
İnsanın
doğasında savaş mı vardır barış mı? İlerlemeyi, diğerinin önüne geçmek olarak
tanımladığımız sürece sorunlar hep var olacak, doğanızda ki savaş da diri kalacaktır. İnsanoğlu her şeyi çatışma görecektir. İnsanın doğasının bir parçası olan savaş ve çatışma aynı
zamanda kimliğinin bir parçasıdır. Barışlar ne kadar kalıcı olabilecek?
Zamir dünya da hatasız bir şey arıyor, yardım kuruluşları güvenilir olmalı mesela. Nasıl savaştıysa öyle barışacak. Yalanlarla, baskıyla şiddetle. Yöntem aynı kirli. Bir çok vakıf ve yardım alan kurumların ikiyüzlülüğü.
(Bu çağın en büyük yanılsaması, sürekli bir
şeylere geç kalmış olma hissinin sana pazarlanmış olması. hava alanında herkesin
koşturduğu bi takım bavulların olduğu kısım.) Orada zamir kendisi de durmuyor,
durmayanlara da dehşetle bakıyor.
“İnsanların
bir damla su için göç yollarından birbirini boğazladığı bir evrenden,
insanların indirim de olan bir telefon için mağazalarda birbirini boğazladığı
farklı bir evrene açılan boyutlar arası bir kapıydı o kamp” s.18
“İnsan
sadece yeni olana sahip olmak için çalışıyordu. Yeniliğin ve yeni olan her
şeyin ne kadar sevildiğini düşündüm. Bebekler bile belki de bu yüzden
seviliyordu. Hiç kullanılmamış insanlar oldukları için” Son model, gıcır
gıcır, el değmemiş bir et parçası...
Zamir,
büyük bir karanlıkla başlayan bir roman. O karanlıkta görmeye çalışıyor. Barış
konusunda içsel bir yolculuk yapmak isteyenler okusun MUTLAKA.
“Tuttukları
dilek için bile para verir insanlar. Havuzlara, kuyulara para atarlar. Dileğini
bile satın almaya alışmış birine de barış hediye edilmez, satılır.” s.69
“İnsana
çocuğunun doğumu bile o denli umut vermezdi. O doğumla gelen endişeler umudu
elbet kirletirlerdi. Ama bir enstürmen çalmayı öğrenmek, geleceğe dair
kurulabilecek en saf hayallerden biriydi.” …Bu da o insanın yarın kendini
öldürmeyeceği anlamına geliyordu. s.73
“Mülteciler
sadece evlerini değil mesleklerini de terk ederler.” s. 99
“Bir
doğulu batıya giderse ona orada göçmen deniyor. Ancak doğuda yaşayan bir
batılının sıfatı daima expat oluyordu…”canım istediği için dünyanın öbür
ucundayım” gibi bir anlamla doğduğu yerden ayrılmaya mecbur kalmış göçmenlerden
kendini ayırıyordu.” s.155
“Belki
de insanın dışı suya içi de toprağa yansıyordu. Dünyanın bütün gölgeleri
kapkaraydı. “ s.314
Kitap
da 2 film adı geçer, Passolini’nin İtalyan faşizmini en sert biçimde eleştirmek
için çektiği;
“Salo
ya da Sodom’un 120 Günü”
“Niggas
Revenge”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder