12 Ekim 2019 Cumartesi

KÖY ENSTİTÜSÜ YILLARI



Yazar Adı: Talip Apaydın
Basım Yılı: 2009
Yayınevi: Literatür
Sayfa Sayısı: 202

  Talip Apaydın, 1926’da Polatlı’da doğdu. Çifteler Köy Enstitüsü’nü sonra Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Güzel Sanatlar bölümünü bitirdi. 1946’dan itibaren yazın ve düşün dergilerinde sürekli yazdı. Ülkenin çeşitli yörelerinde 30 yıl öğretmenlik yaptı. 2014 yılında öldü. Bütün yazınları köylülere, işçilere, yoksul insanlara ve kırsala dayanır. Hikaye, roman, anı ve oyun kitapları vardır. Köy Enstitüleri kapandıktan sonra söylediği sözleriyle derin bir sızı bırakan aydın.



“Bunu 1000 kişi hep bir ağızdan söylerdik, inanırdık. Milletin efendisi olacaktı köylü… ne kadar aldanmışız…”

  17 Nisan 1940 tarihli yasayla kurulan Köy Enstitüleri, kısa ömrüne rağmen bir çok aydın yetiştirmiş üzerinde hala derin tartışmaların sürdüğü Cumhuriyet’in en değerli kurumlarından biri.
   Apaydın’ın duygu yüklü kitabıdır. Sadece yazarın Enstitü yıllarını anlatmıyor, dönemin koşullarını, enstitülere atılan iftiraları, köy ve kent yaşamı, dönemin kültürel durumu, siyaseti ve insanını da en ince ayrıntılarına kadar işliyor. Sıkmadan, kendi anılarını başarılı bir şekilde sunuyor. Ve bunu kronolojik bir şekilde yapıyor. Akademik kitap okumak sıktığı için bu kitabı okumak bir şeylerin farkında olmak açısından önemli.
  Yazar, anılarını çok iyi yansıtmış. Sanki karşında konuşuyormuş hissine kapılmana neden oluyor. Çok etkileyici bir anı kitabıdır. Bu ülkenin, başarılı Mili Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in ve Hakkı Tonguç’un Köy Enstitülerini yaratma ve yaşatma çalışmaları uzun uzun anlatmış.
“En çok tarlada inşaatta çalıştığımıza şaşırıyorlardı.
 -Öyle şey mi olur? Efendi kısmı çalışır mı? Efendi dediğin kitap okur, yazı yazar. Masa başında oturur.” s.91


5 Ekim 2019 Cumartesi

KARILAR KOĞUŞU



Yazar Adı: Kemal Tahir
Basım Yılı:2016
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 359

    Kemal Tahir’de Nazım Hikmet gibi düşünce mahkumlarından. Hatta Nazım’la beraber tutuklanıp hapse atılmış.1938 yılında hapse girmiş, 1951 yılında serbest bırakılmış, Nazım ise sürgüne gönderilmiş.


   Karılar koğuşu kitabını, hapiste olduğu yıllarda yazmış. 1940’lı yıllardaki Anadolu’yu, baş karakter Murat (yazarın kendisi oluyor) ekseninde anlatıyor.  Romanın adı  her ne kadar Karılar Koğuşu olsa da kitap hapishanede erkek merkezli bir hikayeyi ele alır.
“Gece insanı rahatsız edecek derecede sakindi. Bu rahatsızlık, sabahın ilk saatlerinde başlayıp, gecenin yirmi birine kadar asla kesilmeksizin devam eden bi ton mapushane binasının öfkeli ve ümitsiz homurtusunun kesilmesinden ileri geliyor.” s.287
“Sükut ne acayip şey… Canlı gibi… Sanki arkasında durmuş bir yaklaşıp bir uzaklaşarak kendisiyle şakalaşıyor.” s. 288
  Kemal Tahir’in ölümünden sonra 1974 yılında yayınlanan romanıdır. Malatya Cezaevi deneyimlerini, 2. Dünya Savaşı yıllarının Türkiye’sini anlatmak için kullanmıştır. Türkiye, 2.Dünya Savaşına katılacak mı? Katılacaksa Almanların yanında mı Müttefiklerin yanında mı yer alacak? Savaşın belirsizliği insanları daha büyük sefalete sürüklerken Murat, hapis hayatının zorlukları içinde, giderek bayağılaşan insanların her şeyi yapabildiklerine tanık olur. Kitap, kötü yola düşmüş kadınların ceza evine gelmesiyle başlar. Anadolu kadınının hapishanede de bitmeyen çilesini anlatıyor. Arka kapaktan.
   İdama mahkum edilen Hanım, Malatya genelevinden gelen Tözey, Gardiyan Şefika ve küçük mahkum Aduş… Her birinin farklı hikayeleriyle dolu bir roman.
“Herkes kabahatli de cezayı yalnız Hanım, Tözey, Şefika çekiyor. Hanım'ın oğlancılık eden kocası, Şefika'nın eve o….  getiren efendisi suçsuz mu? Tözey’i Maho Ağa'nın hizmetkarına verdikleri zaman 13 yaşındaymış. Üç aylık gelinken ağa tarlada hücum ederek cebren ırzına geçmiş. Şimdi kız kerhanede, Ağa ise Akçadağ Belediye reisi…” s.346
“Kanun böyle emrediyor. Kanunu bildin mi? Küçük sineklerin takılıp kaldıkları büyük sineklerin delip geçtikleri örümcek ağı… Yahut da Artaki’nin meşhur sazı…” s.351
  Yazar gerçek hayattaki dostları Nazım Hikmet ve Piraye’yi oldukları gibi anar, Hitleri İsmet İnönü’yü sık sık cümlelerinde kullanır. Toplumun cinselliğe bakışını ve yaşayışını açık seçik anlatan bir yazar. Kitapta ikili konuşmalar çok yoğun olduğundan okurken biraz sıkıldım. Sosyoloji kitabı da denilebilir.
  Toplum inkılapları anlamamış, hele kadınlar kendilerine verilen hakların farkında değiller. Hala erkeklerin gölgesinden çıkamadıklarını görüyorsunuz.

29 Eylül 2019 Pazar

DEVLET ANA



Yazar Adı: Kemal Tahir
Basım Yılı: 2005
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 651

   Kemal Tahir’in tarihsel romanıdır. Eserde Osmanlı devletinin kuruluş dönemi konu edilir. Kemal Tahir Devlet Anayı hangi ilke doğrultusunda yazdığına dair bir konuşmasında:
  “Bir kere Batı’da roman nereden kaynaklanmış?... Masaldan, halk hikayelerinden mi?...Tamam! Benim de masalım var, halk hikayelerim var… Öyleyse romanımızı oturtacağım temel var bende…” diyerek, Türk romanının Batıyı taklit etmemesi gerektiğini, milli değerlerin romana konu olabileceğini açıklar. Devlet Ana, yapısı ve içeriğiyle milli nitelikte bir romandır. İlk baskısını 1967’de yapmış olup Türk Edebiyatının klasikleri arasına girmiştir. TDK’ dan, 1968 de roman ödülü almıştır. Kemal Tahir romana “Osmanlı Çekirdeği” adını vermek istemiş sonra “Devlet Ana” ismini uygun görmüştür.


   Devlet Ana karakteri, Rum bacılarına başkan seçilmiş olan Bacıbey’dir. Uzun boylu, yiğit bir kadındır. Güçlü olmasından dolayı da Ertuğrul Bey’den başkasını dinlemez. Disiplinli, sert mizacı ve saygı uyandıran koruyucu kişiliğiyle Osmanlı'daki devlet anlayışının simgesidir. Oğlu Demircan’ın öldürülmesinden sonra bu hürmete layık görülür.
   Yazar, Osmanlı Devletinin kuruluş yılları öncesine giderek, Türklerin töresini, kimliğini, Orta Asya’dan getirdikleri kültürlerini yansıtır. Yiğitlik, mertlik, eşitlik ve adalet gibi kavramlar Türklerin vazgeçilmez özelliklerindendir. Bu özelliklerini Anadolu topraklarında da yaşamaya devam ederler.
   Romanın konusu, Ertuğrul Gazi'nin at bakıcısı Demircan ve sevgilisi Liya’nın düşmanlar tarafından öldürülmesi üzerine kardeşleri Kerimcan ve Mavro’nun intikam almak için giriştikleri mücadele çevresinde ilerler. Romanda tarihi olaylar 1290- 1299 yılları arasında geçer.
   Kitap 6 bölümden oluşur: Kancık Vuruş, Uyandıran Işık, Dost çelmesi, Fal, Derin Geçit, Kerimcan’ın Yolu. Kitap yine yazarın diğer romanlarındaki gibi diyaloglardan oluşmuştur. Dönemin tasvirleri iyi bir şekilde anlatılmış, bol bol Türkmen deyimleri kullanılmış. Masalsı ve destansı bir dil kullanmış. Kitap beni tam anlamıyla içine çekemedi. Bu yüzden beğenmedim.
   Şeyh Edebali ve Osman Beyin diyalogu:
“Anadolu’yu bırakacağım şimdilik… Benim gördüğüm tez vakitte gidicidir, Moğol… Çünkü Moğol’un düzeniyle de uyuşamaz bizim Anadolu toprağı… Eski Yunan'ın Roma’nın düzeniyle de uyuşmamıştır çünkü… -Rahatça gülümsedi-: Bizim gazi beylikler çabalasın bakalım, Konya’yı ele geçirmek için… Boğuşsunlar birbirleriyle, güçten düşürsünler kendilerini boş yere… İşimi kolaylaştırsınlar! Verimli topraklara sahip olana yarar Anadolu… Tükenmez insan kaynağıdır, insanın zanaatı da göründüğü gibi köylülük değildir, devlet kuruculuğudur.” s.189
“Devlet gücünün kişisel çıkarlar sağlamak, kıyıcı tutkuları doyurmak için kullanılmasından her zaman iğrenmiştir.” s.374
   Osman tasviri de güzeldi:
“Gerçekten yakışıklı erkekti. Esmerliğinde buğday tatlılığı, biraz iri burnunda, köşeli çenesinde hele çatık kara kaşlarında, gücüne, iyi bahtına güvenen, mutlu erkeklerin iyimser rahatlığı vardı.” s.444
   Şeyh Edebali:
“İnsanlar ne yana gitseler, ölümlerine doğru giderler.” s.600


EŞEKLİ KÜTÜPHANECİ



Yazar Adı: Fakir Baykurt
Basım Yılı: 2007
Yayınevi: Literatür
Sayfa Sayısı: 147

   Fakir Baykurt’un, klasik anlatımının tüm olanaklarından yararlanarak, gücü yetene hatta bitene dek, hasta yatağında yazdığı son romanıdır. O durumdayken okuyucusunu düşünen bir yazarı okumak gerekir diye düşünürüm. Kardeşliğin ve insanlığın evrensel olarak ele alındığı bir kitap. Okumak için geç kaldığım bir kitap oldu, siz geç kalmayın.


   Roman, Mustafa Güzelgöz adlı kütüphanecinin, eşekle köylere kitap taşıması ve karşısına çıkan engelleri anlatır. Tabi ki hikaye bu kadar basit değil. Amerikalara kadar uzanan namıyla Türkiye’yi gururlandıran Mustafa amcanın hikayesi. Gerçek hayattan alınmış bir karakterdir. Üniversitelerde kütüphanelerin temelini atan kişidir.
  “1854 yılında Ürgüp'e hem bir medrese hem bir kitaplık açıldı. Padişahta 817 kitap bağışladı….Sonra medreseler bütün ülkedeki gibi boş inançlara kör inançlara battı. Kitaplık ise 1914’de Eğitim Bakanlığına geçti. Ama medrese hala sürüyor. Özellikle kızları okutmaktan kaçınıyorlar. Oğlan okursa kadı, kız okursa cadı olur diye bir sözü ataların bir sözü gibi söyleyip kuşaktan kuşağa yayıyorlar. Müderrisler Osmanlı ordusunun savaşta yenik düşmekten kurtulması için 4444 kez Ayetülkürsi okunması gerektiğini söylüyorlar.
  Ben 1921 doğumluyum, sazı çok seviyordum. Oysa yurdumuzda saz günahtı. Anama ağlayıp sızladım, kendime bir saz aldırdım. Babam evde gördü, anama “çabuk yak bunu!” diye bağırdı. Böylece benim saz odun oldu.” s.39
  “Fatih’in ünlü sözünü düşünüyorum. Bir şehir kurmanın olmazsa olmaz 3 yapısı vardır: Kitaplık, kanalizasyon, hamam.”s.77
  “Mustafa Güzelgöz’ün başarısı öbür insanlara cesaret verdi. Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde kütüphanecilik okuyan gençler, her yıl Ürgüp'e gelip onun deneyiminden yararlanmak istiyordu.” s.88



21 Eylül 2019 Cumartesi

YILANLARIN ÖCÜ



Yazar Adı: Fakir Baykurt
Basım Yılı: 2006
Yayınevi: Literatür
Sayfa Sayısı: 275

   Asıl adı Tahir olan Fakir Baykurt, 1928 yılında Burdur’da doğdu. 1999’da Almanya’da öldü. Eserlerinde, yalın, şiirsel bir dil kullanır, halka mal olmuş deyişlere ve deyimlere de sıklıkla yer verir. Yazarın 1954 yılında yazdığı, köy hayatını anlattığı ilk romanı “Yılanların Öcü” benim de Fakir Baykurt’la tanışma kitabım oldu. Kitap, Yunus Nadi Roman armağanı yarışmasında birinci olmuştur.1959 yılında bu eser soruşturma geçirmiş, dönemin Milli Eğitim Bakanı, “Roman hem müstehcendir, hem de sol propaganda yapmaktadır.” diyerek, Baykurt'u öğretmenlik görevinden almıştır. 27 Mayıs 1960 Yılında tekrar göreve dönmüştür. Yazar aynı zamanda sendikacıdır.

  “1959 yazında, o zamanki Milli Eğitim Bakanıyla, İstanbul Milli Eğitim Müdürünün odasında oturduk yeniden tartıştık. Bakan romandan iki sayfa okumuştu. Ona göre bir insanı tanımak için 2 saat, bir romanı anlamak için 2 sayfa yeterdi. Bugün 1959’dan 1962’ye geldik. Şu geriliğimize bakın ki, bana saldıran senatörler, şimdi o, 2 sayfayı da gerekli bulmuyor, okumuyorlar!” Ön sözden.
   Yılanların Öcünü 28 yaşında yazmış. Doğup büyüdüğü ve çalıştığı köyleri, kasabaları, şehirleri incelemiş, toplumsal yapılar hakkında bilgi edinmiştir. Roman aslında bir üçlemenin ilk kitabıdır. 2. Irazca’nın Dirliği, 3. ise Kara Ahmet Destanı. Kitapta yöresel şive kullanmıştır. Kitabın sonunda sözcüklerin anlamları mevcut. Yer yer argo da kullanmış fakat rahatsız etmiyor, yormuyor , inandırıcılığı da artırıyor.
   Roman, Türkiye’nin yoksul bir köyü olan 80 evli Karataş köyünde geçer. Kahramanımız Kara Bayram, köyün yoksullarından biridir. Kara Bayram ailesi Türkiye’de topraksız ya da az topraklı ailelerden bir tiptir. Babadan kalma tek odalı bir evde karısı, 3 çocuğu ve evin direği anası Irazca ile yaşar. Irazca, dertli kadındır, yaslıdır. Bir o kadar da dişlidir. Kendi hallerinde yaşarlarken bir gün huzurları kaçar. Köyde kıyametler kopar. Başlarına gelmedik kalmaz. Kara Bayram gibi yoksulların ipi gerçekten, sırtını ilçedeki kodaman particilere ve yöneticilere dayamış muhtarın ve Deli Haceli’nin elindedir.
   Fakir Baykurt bu romanıyla köydeki küçük hesapları, fırsatçıları, siyasetteki uzantılarını ve zalimlerin ezdiği güzel insanları anlatır. Çok beğendim. Okuyun… Kitap, 1961’de Metin Erksan, 1985’te Şerif Gönen tarafından filme çekilmiştir. Ben çocukken izlediğimi hatırlıyorum.
 “Yüreğim ceviz kabuğunun içine girdi.” s.230
“Bu millet, millet değil, illet! Bir sezdiler mi adamın yasıldığını, binerler dalına.” s.104
“Doğruyu ahrette mi söyleyeceğiz.” s.104
“Hiçbirisi derimizin altındaki yaraları görmedi.”
“Allah kardeşi kardeş yaratmış ama geçimlerini ayrı yaratmış!” s.25

14 Eylül 2019 Cumartesi

72. KOĞUŞ



Yazar Adı: Orhan Kemal
Basım Yılı: 2014
Yayınevi: Everest
Sayfa Sayısı: 98

  Asıl adı Raşit Öğütçü. Eğitim hayatı kısa sürmüş, işçilik, dokumacılık, katiplik gibi işlerde çalışmış. Askerliğini yaparken 5 yıl hapis cezasına mahkum edilmiş. Bursa ceza evinde Nazım Hikmet’in toplumcu görüşlerinden etkilenmiş, bir dönem şiir yazmış, Nazım tarafından romana yönlendirilmiştir. 1950 ‘den 1970 yılına kadar roman ve makale yazarak geçindi. Yoksul kesimin, işçilerin, öğrencilerin, sokaktaki adamın hayatını anlatan öyküler yazdı. 1972’den beri adına roman yarışması düzenlenmektedir.


 Türk Edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olan Orhan Kemal’in baş yapıtlarından biridir. 72. Koğuş, insan onurunun düşebileceği en dipsiz kuyunun hikayesini anlatır. Orhan Kemal, en gerçekçi ve acı yönüyle toplumumuzu yansıtmış bu kitapta. Mekanı hapishane; kahramanları ise mahkumlar. Hapishane ortamlarında bile sınıf farklılıklarını görüyoruz. Paran varsa en iyi koğuşta kalırsın.
“72. Koğuş cezaevinin en yoksul, en pis koğuşuydu. Buranın insanları ayağa kalkmış birer solucandılar.” s.16
“Dünyada savaş vardı. Motorlu Alman birlikleri yıldırım hızıyla Avrupayı alt üst ediyordu. Yollar, sınırlar kapanmış, dışarıdan içeriye pek bir şeyler gelmiyor, memleket kendini güç besliyordu. Ekmek karneye binmişti. Ceza evinde şekerin topağı beş kuruşa satılıyordu. Adem babaların (sokaklarda yatıp kalkan, hiçbir şeyi, hiçbir kimsesi olmayan, yoksul kişi) hiçbir yerden hiçbir gelirleri olmadığı gibi umutları da yoktur. Aç acına yaşayacaklardır… Yaşamlarının yurda, ulusa herhangi bir faydası olup olmadığını düşünmeden, yurdu, ulusu hatırlarından geçirmeden, bir bit, bir hamam böceği, herhangi bir tek hücreli gibi, bir yosun gibi yaşayacaklardır yaşayabildikleri yere kadar.” s.17
   Peki bu insanları yaşama bağlayan neydi? Kumar. Zenginler kumarı oynuyor, fakirlerse para gelse de kumar oynasak diye hayal kuruyorlardı. Ahmet Kaptan, kitapta en iyi karakter olarak gösterilmiş.
“Ahmet Kaptan: sessizliği seviyordu o. Sessizliği yalnızlığı… Dalgasına taş atılmamalıydı. Bunu içinde bütün gün koş oraya koş buraya yorgun düşen adem babaların, uykuya geçmesini beklemek lazımdı. Seviyordu geceleri.” s.18
   Bir gün Ahmet Kaptana annesinden 150 lira gelir. Bu para sayesinde adem babalar, her gece sıcak yemek yiyebilir, güzel koğuşlarda güzel yataklarda yatabilirler. Bu parayı duyan 72. Koğuştaki diğer insanlar etrafını kaplar ve hepsinin aklında bir şey vardır, bu paradan nemalanmak isterler. Biz kardeşiz diyerek Ahmet Kaptan'ın kanına girerler. Kaptan da kardeşiz masalına inanır. Diğer koğuşlarda ki zenginlerin oturduğu kumar masasına oturturlar. Maceraları burada başlar ve dramatik biçimde sonlanır.
   Ben ilk defa hapishane de geçen bir hikaye okudum. Hapishane filmlerini çok izlerim. Okurken gerçekliği o kadar güzel gösteriyor ki, böyle bir yaşamında var olduğunun farkındalığını yaratıyor. Kimse 72. Koğuş gibi bir deneyimle karşılaşmasın dilerim. Herkesin okumasını tavsiye ederim.


6 Eylül 2019 Cuma

EVLERDEN BİRİ



Yazar Adı: Orhan Kemal
Basım Yılı: 1989
Yayınevi: Tekin Yayınevi
Sayfa Sayısı: 256

   Orhan Kemal 1914- 1970. Çağdaş öykü ve romancılarımızdandır. Ceyhan’da doğdu. İlk romanları, “Baba Evi”, “Avare Yıllar” ve” Cemile”’dir. 1957 yılında “Kardeş Payı” adlı yapıtıyla Sait Faik ödülünü kazandı. Bugün öyküleri ve romanları pek çok ülkede çevrilip yayınlanmıştır. Evlerden Biri, Orhan Kemal’in kalemiyle ilk tanıştığım kitap oldu.


   İstanbul’da bir kenar mahallede yaşanan hayat kavgasını anlatıyor. Yazarın kitabı yazdığı zamana bakıldığında tespitleri mükemmel olmuş. Mesela çalışan kadına toplumun bakışı, küçümsenmesi, bir çok kadının çalıştığı tekstil atölyelerinde çalışan ustalar tarafından tacize uğramaları gibi. Cinselliğin tabu oluşu; karakterlerden, İskender ve Nursen’in kol kola yürümeleri ve bunun ayıp olması çok iyi tasvir edilmiş. O zamanlarda takım elbiseleri terzilerin dikmesi de çok nostaljiktir. Dikkatimi çeken bir diğer durum ise Hukuk öğrencilerinin yakalarında bunu belirten rozet takmaları idi. Belki de o dönemdeki üniversite öğrencilerinin böyle belirteçleri vardı. Mesela yorgan yüzünün çok pahalı olması ve insanların bunu alamaması. Sanırım bende ucundan biraz yakaladım o dönemi. Benim çocukluğumda da sık sık şahit olduğum bir durumdu. Sonuç olarak bir dönem romanı gibi geldi bana. Ülkemizin ne yıllardan ne pisliklerden geçtiğini çok güzel anlatmış. Yanlış politikalar insanları nasıl insan dışı varlıklar haline getirmiş.  Kitap 1956 yılında yazılmış ilk baskısı da 1966 yılında yapılmış.
“-Gaz yok, o yok, bu yok. Hala kalkmış bana yollardan bahsediyorsun.
-Alaman harbi sırasında şekeri beş yüz kırk beşe yediğimizi ne çabuk unuttun?
-Harp içindeydi o oğlum! Şimdi harp mi var? Nedir bu yokluk? Her şey ateş pahası, meyveler de mi Avrupa’dan Amerika’dan geliyor?
-Düzelecek hepsi düzelecek!”
   Orhan Kemal bu kitabında aile yozlaşmasını, yalan komşuluk ilişkilerini, tatsız arkadaşlıkları, fakirliği büyük bir açıklık ve ustalıkla ele almış.Bütün olaylara farklı pencerelerden bakmamızı sağlamış. Okurken herkese hak verip herkese kızabiliyorsunuz. Okuyun.