31 Mart 2021 Çarşamba

SON AV

 Yazar Adı: Jean-Chritophe Grange

Basım Yılı: 2019

Yayınevi: Doğan Kitap

Sayfa Sayısı: 300

 

   Grange’ın kitaplarını okuduğunuzda bambaşka alemlere gidersiniz. Her kitabı için detaylı araştırmalar yaptırır. Konular farklıdır. Hep vahşet içeren cinayetleri ele alır. Kurguyu ve betimlemeyi çok iyi yapar. Bu kitap biraz masum kalmış. Güzel bir kitap yine de başarılı, fakat diğer kitaplarında daha çok heyecan duyardım…Grange hayranıyım ne yazsa okurum.

   Kitap, yazarın Kızıl Nehirler  romanının kahramanı Niemans ve cinayetler silsilesi ile başlıyor. Bu kez olay yeri Almanya’dır. Niemans, öğrencisi İvana ile birlikte Almanya'nın Alsace bölgesine gönderilir. Ormanda vahşice işlenen bir cinayeti araştırmak için yola koyulurlar. Buldukları ipuçları onları Kara avcıları, Naziler ve İkinci Dünya savaşına kadar gerilere götürür. Kitabın ana konusunu Pirsch avı denilen bir av oluşturuyor. 

Pirsch avı: uzmanlık gerektiren bir av türü, yakın avlanma olarak açıklanan bu türde, avcı avına yavaşça yaklaşır. Onu izler, sindirir. Uygun anı kollamak için saatlerce bekler, bazen günlerce sürer. Doğru vakit geldiğinde de önce avına üstünlük sağlar. Ardından -tercihine göre- hızlı ve acılı bir şekilde onu öldürür. 

Grange göre; belki de cinayete meyilli insanlar, öldürme arzularını savunmasız doğa üzerinden tatmin ediyorlar. Son Av, insan doğasının karanlık yüzlerinden birini – öldürme tutkusunu-açığa çıkarıyor. ”Kan Tutkusu”  avcılığı modern hayatta hobi olarak yaparken, avının kokusundan ve kandan tahrik olmak? KAN, insanın kan görme, kan akıtma tutkusu. Belki güç göstergesi belki de içimizde yaratılışımızdan beri olan bir sapkınlık. Tarih boyunca kölelerin kanıyla yıkanırlarsa genç kalacaklarına inanan kontesler olmuştu…

   Grange öyle bir kurgu oluşturmuş ki, yine şaşırtıyor. İnanılmaz şeyler öğrendim. Pirsch avı, sürek avı, Kara Avcılar, Nazi sempatizanı soykırımcılar, çeşitli işkenceler görmüş Yahudiler ve kadınlar, Heinrick Himmler yaptırımları, Röetken ırkları, Walt Disney’in logosundaki şato…

Şimdi kitaptan birkaç alıntı :

“Kardeşlik ne kan, ne de DNA olayıdır.” s.233

“Şunu unutma: aile zayıflıktır.” s.299

“…öğleden sonranın parlak güneşi altında, bir bitki denizini çağrıştıran tepelerden, vadilerden ve sinüzoidal hatlardan oluşan bu sonsuz zincir yemyeşil görünüyordu. İçinde kaybolacakları yer işte burasıydı. Ereksiyon halindeki bir bitki örtüsünün altına gizlenmiş ve içinde caninin saklandığı, yollardan ve patikalardan oluşan devasa bir labirent.” s.20

“Doğayı koruduğunu sanıyor ama aslında av, popülasyonu azaltarak doğayı korur. Bu duygusallığın olmadığı kör bir mekanizmadır.” s.61

 

 

29 Mart 2021 Pazartesi

AMOK KOŞUCUSU

 

Yazar Adı: Stefan Zweig

Basım Yılı: 2013

Yayınevi: Can

Sayfa Sayısı: 333

   Avusturya’lı yazar Stefan Zweig, Nazi baskısını yakından yaşamış ve 2. Dünya Savaşının etkilerine dayanamayarak karısıyla birlikte intihar etmiştir. İntihar, Zweig’in zihnini gençlik yıllarından beri meşgul eden bir kavramdı. Korkularını roman ve öykülerindeki kahramanlarına yaşatıyor. Amok Koşucusu’nda yer alan öykülerin izleği de intihar. İnsanı en güçsüz savunmasız yönleriyle ele alır ve bunu okura hissettirir. Ruhun en derin katmanlarına kadar inen, olağanüstü bir yazardır.

   Kitap, 7 öyküden oluşuyor. Bir Çöküşün Öyküsü, Madalya, Bezginlik, Amok Koşucusu, Ay Işığı Sokağı, Leporella, Leman Gölü Kıyısındaki Olay.

  İlk hikaye; Bir Çöküşün Öyküsünde, Paris prensesinin saplantılı iktidarının saraydan uzağa sürgün edilmesiyle birlikte çöküşünü anlatıyor. Soyluluğunun günden güne azalması, erkeklerin onu artık arzulamaması prensesin gücünü yitirmesini sağlar. Bu sürgün ona çok ağır gelir. Gün geçtikçe gücü azalan prenses intihar etmeye karar verir. 7 Ekim tarihinde öleceğini söyleyerek efsane olarak hatırlanmak ister fakat ölümü 2 günde unutulur.

 Madalya ise, Fransız bir komutanın çaresiz kalmış halleri anlatılır.Askerleri Alman ordusuna esir düşer, komutan ormanda ölmekten beter günler geçirir. Yiyecek aramak için Alman askerin kıyafetini giyer,bir köy bulur, karnını doyurur. Tekrar ormana, ölen askerlerin yanına döner. Şerefli bir şekilde askerlerinin yanına gidip Ölüme terk eder kendini. Bu arada küçük bir Fransız birliği görür, çılgına döner, birliğe doğru koşmaya başlar. Fransız askerleri ise Alman askeri kıyafet üzerinde olan komutanı, kendilerine saldırı olarak görür ve komutanı vururlar. Fransız komutanın Alman zannedilip öldürülmesi çok acıdır.

  LOPERALLA öyküsü ise Baron’a karşı duygu besleyen bir hizmetçinin çıkar yol kalmayınca intihar etmesini anlatıyor. Aşkın, aşırı tutku halinin nasıl bir ruh hastalığına dönüşebileceğini görüyoruz.

   Ay Işığı Sokağı, “Bu sokaklar Hamburg'da da böyledir.... tıpkı büyük ve lüks bulvarlar gibi her yerde birbirine benzerler, çünkü hayatın görkemi de yoksunluğu da aynı biçimdedir. Dürtülerin henüz ilkelce ve dizginsizce dışa vurulduğu, şehvet konusunda düzen bilmeyen bir dünyanın son fantastik kalıntılarıdır, tutkuların karanlık, balta girmemiş ormanıdır, dürtüleriyle hareket eden hayvanlarla doludur bu izbe sokaklar, açıkça sundukları şey onları heyecanlı kılar, gizledikleri şeyse baştan çıkarır. Ne düşler kurabilir insan.”

 Amok Koşucusu esas hikayeydi.Daha önce Psikanalitik çözümlemesine de katıldığım, günlerce etkisinden kurtulamadığım bir analizdi. Amok ritüel bir sendrom. Bizler içinde sonumuz Amok koşucusu!! Doktoru anlatmak için iyi bir fırsat veriyor kitap. Başlangıçta Psikanalitik bir sahne kuruyor yazar. Felsefi ya da sosyolojik çözümlemelerde yapılabilir fakat ben Psikanalitik çözümleme aktaracağım. Hikaye bir gemi yolculuğu ile başlar ve feed back tekniğiyle doktoru tanırız. Küçük bir kasabada doktorluk yaptığı esnada bir kadın onunla konuşmaya gelir ve Amok orda başlar. Bu yüzleşme çok sarsıcı, içimizdeki yıkıcılıkla karşılaşmak. Vicdani yükümlülük, gururuna yenik düşmek, pişmanlığın pençesi. Öidipal sahne yineleniyor. Dr un hayatına giren kadınlar, ilk nesnesi annesini çağrıştırıyor. Dominant, kibirli ve küstah kadın. Yaşamın ilk döneminde annesine karşı hissettiği… ilkel dönüş mekanizmaları, dr un içsel annesini çağrıştırıyor. Bu yapı, iyi annesini içine yerleştiremediğini gösterir. Bu kadınlar anne ikamesi yerine gelmiş. Dr dan kürtaj yapmasını isteyen bu kadının kendinden emin tavrı, onda sarsılma yaşatıyor. Saldırgan gibi algılıyor, sadistik saldırı, s.19 da bunu çok güzel ifade ediyor. Paranoid şizoid davranışlarda gösterecek. Acaba neler oluyor? Amok koşusu başlıyor. Preödipal yaralarını sarsmış. Yardım ederek itibarını inşa etmek, iyi nesnesini tekrar kazanmak için Amok başlıyor. Narsistik benliği için oldukça koruyucu.

  Aynı hikayede iki farklı söylem var. Zweig bu konuda çok başarılı. Bir anlatıcı var, öykünün sonunda gazete haberlerinden yada günlük olaylardan bahsediyor.

   Mutlaka okuyun. Kurgu efsane, betimlemeler öyle. Yazar söylemek istediği şeyi bir çırpıda söyler, yumruk yemiş gibi olursunuz. Şimdiden iyi okumalar…

 

 

6 Mart 2021 Cumartesi

ÜVERCİNKA

 Yazar Adı: Cemal Süreya

Basım Yılı: 2008

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 52

 

   Cemal Süreya(1931-1990) yazar, şair, çevirmen. Erzincan doğumlu ve Kürt olan şairin, doğduğu coğrafya ve etnik kimliğin kendisinde yarattığı dışlanmışlık hissini şiirlerine yansıtır.(Afrika dahil söylemi). Türk şiirinde modernist bir hareket olan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden, kaybettiği iddia sonucu adından bir “y” eksilten adam. Süreya’nın poetik çizgisi, şiir dili, duruşu ve temaları renklidir. İlk şiirlerinde geleneksel şiir izleri görülürken, daha sonra tarz sapmalarının yanında, kelime sapmaları ve metinlerarasılığın derin izleri görülür. Şiirlerinde adeta dille oynar, onu evirip çevirir bambaşka bir hale getirir.



 “Üvercinka”yı, güvercin kelimesinden “g” harfini atarak oluşturmuştur. “ka” ise kadın kelimesinin ilk hecesidir. Yaptığı bu değişiklerin dil sosyolojisinde, dil antropolojisinde bir karşılığı var mı? Dil bilimciler ne diyor bilmiyorum. Ben güzel buluyorum. Cemal Dindar'ın Psikanaliz Estetik Metin Çözümlemeleri dersine katılmıştım. "Cemal Süreya Eros ve Yas" konusuydu, epey bilgilendim. Sizinle de paylaşmak istedim. Sanatı oyunda buluşturma kapasitesi çok yüksek, en oyunbaz adamlardan biri Cemal Süreya. Şiirlerine baktığımızda oyun oynamasını görürüz. Anneden hayata geçişte, oyun ve oyuncaklarla geçiş yaparız. Hayat için değerli bir alan orası. O alandaki yanılsamaya katlanabilme becerisidir: bebeği-hayata, kadını-anneliğe hazırlama. Kadın için sağlıklı mazoşizme katlanabilmesi çok önemlidir! 

Uyanıklık(hayat) Uyku(ölüm).

Bebeğin, uyanıklıktan uykuya geçişi bir nesneyle olur. (neyle tutunduğumuz) Mesela; oyuncak ayı, battaniye, şarkı gibi nesneler. Doğanın içinde türler arasında insanın serüveni en çaresiz tür olarak bilinir. İster toplumsal ister bireysel olsun aciz varlıklarız. Yaşama da bu acizlik yokmuş gibi başlıyoruz. Eros meselesi; bebeğin içine doğduğu temel acizliğe karşı, tümgüçlülük.

TÜMGÜÇLÜLÜK: Sınırsız güç, bebeğin ana rahminde yaşantıladığı her şeyi becerebilme, kendine yetebilme duygusu. Bu duygu, doğumdan sonra da sürer; tümgüçlü (omnipotent) yeni doğan dış gerçeğin kendisinden bağımsız olduğunu fark etmeyerek dış dünyayı kendisinin istediği zaman var ettiğini ve istediği zaman da yok ettiğini zanneder. Örnek: bebek üstü örtüldüğünde iklimi ısıttım, meme emdiğinde kadın bana meme veriyor demez, içimde meme var der. Psikanalitik Kuramda , tümgüçlülük kavramı, paranoid-şizoid konumda geçer.

Ayrıca hepimizin bir cenneti var, anne kucağı bir cennet. Bu deneyimle kayıp cennet… Yeniden yeniden üretiyoruz. Hipnotik bağla bağlanıyoruz. Bir yerde otorite oluyoruz. O cennetin içindeyiz. Kimi dua ile kimi devrim güçleriyle o cenneti yeniden yaratması. Anne rahminden ayrılma, göbeğin kesilmesi, meme, babayı tanıma. Bu kastrasyonla tümgüçlülükten ayrışıyoruz. Yetişkinlik dünyasında bir etik geliştirerek, hayatı kurma aşamasına geçiyoruz. Bu tümgüçlülük zulüm edici bir durum. Kastrasyonun temeli de babayla karşılaşma ..

Bütün bunları Cemal hocanın dersinde pekiştirdim ve Cemal Süreya’yı bunları bilmeden anlayamayız. Cemal Süreya, Karacaoğlan, Neşet Ertaş , erken anne kaybı yaşamış insanlar.

Üvercinka, Türk şiirinde görkemli bir parlamadır. Köklü bir yas var, erken anne kaybına vurgu belirtiyor. Anne kaybı bedensel olmak zorunda değil, düşlemsel kayıp da olur. Özellikle ergenlikte olur. Süreya’nın Üvercinka şiiri anneyi çok temsil ediyor. Baba ölünce kültürel babalar ortaya çıkıyor (Yunus Emre, Pir Sultan) Şiirde çok derin fay hatları var…

ÜVERCİNKA

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden

En uzun boynun bu senin dayanmıya ya da umudu kesmemeye

Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız

Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun

Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi biliyorsun eksik olma

Yatakta yatmayı bildiğin kadar

Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah daha neler

Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının

Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde

Her telinin içinde ayrı bir kalb çarpıyor

Bütün kara parçaları Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o

Onunla daha bir değere biniyor soluk almak

Sabahları acıktığı için haklı

Günün kazanıp kurtardı diye güzel

Bir çok çiçek adları gibi güzel

En tanınmış kırmızılarla açan

Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü

Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez

Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek

İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar

Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar

Zaten bizi her gün sabahtan akşama kurşuna diziyorlar

Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası

Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki

Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok

Aklıma kadeh tutuşların geliyor

Çiçek pasajında akşam üstleri

Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor

Bütün kara parçalarında Afrika dahil.

1956

 


 

19 Şubat 2021 Cuma

POETİKA Şiir Sanatı Üzerine


Yazar Adı: Aristoteles

Basım Yılı: 2007

Yayınevi: Can

Sayfa Sayısı: 154

    Aristoteles, MÖ. 322-384 yılları arasında yaşamış büyük yunan filozofudur. Çalışmalarını matematik, metafizik, mantık, siyaset, fizik ve felsefe alanlarında yapmıştır. Ünlü filozof Platon’un öğrencisidir. Çalışmaları Platon tarafından takdir edilmiş ve günümüze kadar ışık tutmuştur. Bilimi analitik düşünce ile ele almıştır. Eserleri genellikle diyaloglardan ve karşılıklı konuşmalardan oluşur. Bilinen elliye yakın eseri bulunmaktadır.

Poetika: Şiir sanatı üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü demek.

   Aristo, bu benzersiz metinlerinde şiiri ve tüm edebiyat türlerini ayrıntılarıyla ele alır. Komedya ve tragedya kuramını ana çizgileriyle verir. Kitap 26 bölümden oluşur. Sanatın merkezinin taklit etmekten geçtiğini, sanatın bu taklit edici betimlemesinin amacının ahlaki olduğunu iddia eder. İnsanın duygulanımları öylesine uyarılacaktır ki, ruhun bunlardan arınmasına varılacaktır. (Katharsis)

   Umberto Eco’nun "Gülün Adı" romanında geçen bu gizemli kitabı hep merak etmiştim. Geç tanıştım fakat epey birikim sağladı. Edebiyat, felsefe ve tiyatroyla ilgilenenler için ilk okunması gereken kutsal kitap…

Araştırmacılar, Poetika’nın ne zaman yazıldığını kestiremiyorlar.Kimilerine göre Atina döneminde kimilerine göre Makedonya döneminde yazılmış...

Eski Yunancada “söz”ün 3 biçimi var: Mythos, epos, logos. Kabaca söylersek, mythos söylenen ya da duyulan söz, öykü, masal anlamlarını taşıyor. Epos, belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen söz, şiir, efsane, ezgi anlamlarını taşıyor. Logos ise insan sözünde dile gelen gerçek, eski karşılığı ile “kelam”, Türkçede tam karşılığı yok, epope, epos, destan sözcüğü yeğleniyor.

“Daha çocukluktan başlayarak insanlar hem taklit etmeye eğilimlidir, hem de taklitten çok hoşlanırlar.” s.19

“Demek ki bir öykünün güzel olması için-kimilerinin söylediğinin tersine- kurgusunun çift değil tekli olması ve baht dönüşünün yıkımdan mutluluğa değil, mutluluktan yıkıma doğru gitmesi gerekir.” s.19

Aristoteles’in ünlü tanımı: İnsan politik hayvandır.

Benzeşim örneği:”Yaşlılığın yaşamla ilişkisi, akşamın günle ilişkisiyle aynıdır; öyleyse akşama”günün yaşlılığı” yaşlılığa da “yaşamın akşamı” ya da “yaşamın alaca karanlığı” denebilir.”

Yazın türüne meraklılar için mutlaka okunması gereken başucu kitabı. İyi okumalar.

 

18 Şubat 2021 Perşembe

HAMLET


Yazar Adı: William Shakespeare

Basım Yılı:2007

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Sayfa Sayısı: 230

    William Shakespeare, (1564-1616) İngiliz şair, oyun yazarı ve oyuncu. Özdeyişleri atasözü olmuş, deyimleri, deyişleri, terimleri dili donatmıştır. Yeni sanat ürünlerinin esin kaynağıdır. Dünya tiyatrosunu sarsmış 35’i aşkın oyunu, soneleri ve bir kaç uzun şiirleri bulunmaktadır. Shakespeare, bir söz cambazıydı.  Bir de Hıristiyanlık, her yönüyle üzerinde derin bir etki bırakmış, dinin öğretisini de eserlerinde tartışma konusu yapmıştır. Yetiştiği dönem de krallık kavgalarının çok olduğu bir dönem. Avrupa’da başlayan Rönesans'ın İngiltere'de etkisini göstermesi, Kraliçe Elizabeth’in sağlam ve sağduyulu bir yönetimle ülkede birliği sağlaması, yurtseverlik duygusunun artması, bir anlamda Shakespeare’nin tam zamanında doğduğu söylenebilir. 

Hamlet, oyununu, okurken hayal gücümü son sınırına dek kullanmaya çalıştım. Oyunu okurken kafanızın içinde sahnelemek zorunda kalıyorsunuz.




 Hamlet, dünyada mezhepsel bölünmelerin oluşturduğu çatlağa yerleşmiştir. Tam ara evrede ortaya çıkmış (Protestan ve Katolik). Evrenseldir. 

   Hamlet, Shakespeare’nin en uzun oyunlarından biridir, 5 Perdeden oluşur. Hamlet: Küçük ve kilisesiz köy anlamına gelir. Enteresan bir girişle, 1. Perde başlar.” Kim var orda?” Bu sahnede hayalet ortaya çıkar. "Hayalet” Pagan mitolojisi unsurlarından biridir. Yoksa hayalet olması mümkün değil. Hamlet miti, modern dönemde olabildiğince çok farklı ve çok çeşitli sadece edebiyat eleştirmenlerinin değil psikanalistlerin, tarihçilerin ve sosyologların yorumladığı bir oyundur.

Örnek olarak, Marx, "Komünist Manifestonun" giriş cümlesinde:  "Bugün Avrupa'nın üzerinde bir hayalet var, Komünizm hayaleti..." –siyasi anlamı.

Ayrıca oyunda başka oyunlarda var. Yani herkes birbirine oynuyor. ”oyun içinde oyun” Bizi başka mecraya götürüyor. Dünyanın bir tiyatro olduğunu bizlere gösterir. Global düzeyde varolan her şey bir oyunmuşçasına gösterilir. Hamlet muallak bir mittir.

Ben daha çok sosyolojik bir değerlendirme yapmaya çalıştım. Eser çok zengin, daha pek çok analizi yapılabilir. Kesinlikle okuyun…

“Sevinç çok eğleniyor, keder çok yakınıyorsa, keder sevinecek, sevinç kederlenecektir yakında.” s.128

“Bağışlama denen şeyin anlamı ne,

Günahın karşısında dikilmeyecekse?

Duanın yararı ne, çifte görev yapmıyorsa;

Hem düşmemizi engellemiyor,

Hem de düştüğümüzde kaldırmıyor bizi?” s.140

“Umutsuz hasta, umutsuz çareyle iyileşir.”

 

10 Aralık 2020 Perşembe

KÖTÜ ÇOCUK TÜRK

Yazar Adı: Nurdan Gürbilek

Basım Yılı: 2012

Yayınevi: Metis

Sayfa Sayısı: 142

   Nurdan Gürbilek, 1956 Kütahya doğumlu, edebiyat eleştirmeni, editör, yazar. Edebiyatı ve kültürü, kendine özgülüğü içinde toplumsalı görebilen şahane bir yazardır. “Vitrinde Yaşamak” deneme kitabıyla tanıştığım yazar, geliştirmiş olduğu düşünce üslubuyla  takdire değer. Edebiyat eleştirmeninin kalmadığı bu dönemde insana ilaç gibi geliyor. Edebiyat eleştirisinin toplumu anlamakta ne kadar önemli bir alan olduğunu kanıtlamıştır. Sorgulayıcı bakış açısıyla 2010 ve 2011 de edebiyat ödülleri almıştır. Bu kitabında, 80’li yıllarla beraber değişen Türk toplumuna ayna tutuyor. Onunla aynı havayı solumak insana onur veriyor. Orhan Gencebay’dan İbrahim Tatlıses’e, ağlayan çocuktan, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Suad’ına, öksüz ve yetim temiz yüzlü çocuk algısından dehşet saçan tinerci çocuklara kadar uzanan bir serüvenin eseri. Toplumsal, psikolojik bir çok konuyu düşünmemizi sağlayan dolu dolu bir kitap. Okuyun mutlaka…


“Arzunu bastır ki örgütleyebilesin.” s.22

“Uygarlığın ilk talebi, çoğu zaman bireysel özgürlük pahasına adalettir. Adalet, bir kez kurulmuş hukuk düzeninin tek bir birey yararına bozulmayacağının garantisidir." 

“Çocukluğunu yaşamadan büyümek zorunda kalmış bu yüzden çocuk kalmışlardır. Vaktinden önce büyümüşler, bu yüzden evde kalmışlardır. Hayatın acemisidirler, hayat bilgisinden, “hayat paso" sundan yoksundurlar.”

“Bana göre biz çocuk kalmış bir milletiz. Olayları ve dünyayı, mucizelere bağlı, mitlere bağlı bir şekilde yorumluyoruz. Bir yanıyla saflık, hesapsızlık ve samimiyet demektir çocukluk. Doğunun çocukluğuna, “bizim samimiyetimiz ve sıcaklığımız” dediğimiz şeye sempati duyar Atay: “biz Steinbeck’in pamuk ve şeftali toplayan işçileriyle birlikte acı çekeriz, Hamlet’in meselesine katılırız. “Palto” bizi derinden sarar... 

Batı değerlendirir, biz severiz.” s.54

“İdeale, geleceğe doğru yol kapanınca, bu kez geriye, ana kucağına yolculuk başlar.” s.66

“Ölümü utanç ve tiksinti kaynağı olarak gören toplum, yası da toplumsal bir zorunluluk olarak değil, bir zaaf, dahası bir maraz olarak görür.Yastaki kişiye hoşgörüyle ama sanki sakatmış gibi davranılmasının nedeni de budur.”

 

20 Ekim 2020 Salı

ZAHİR

 Yazar Adı: Paulo Coelho

Basım Yılı: 2005

Yayınevi: Can Yayınları

Sayfa Sayısı: 178

 

   Paulo Coelho; 1947 doğumlu, Brezilya’lı söz ve roman yazarı. Türkiye’de Simyacı romanıyla tanınan, benim de okuduğum “ermiş ruhlu” yazardır. ”Veronika Ölmek İstiyor” kitabının ise ben de ayrı bir yeri vardır. Coelho, spritüel kitaplarında, karanlık ve ürkütücü olabiliyor. Fakat okurla bağını iyi kuran bir yazardır.




   Zahir kitabında, kaybolan karısını bulmak için yola çıkan yazar, Fransa’dan Orta Asya’ya uzanan kendi içsel yolculuğunu anlatır. İçsel anlatımı sevenler için müthiş bir roman. Kitap sürükleyici değil, ben sıkıntılı buldum. Kitabın içindeki insanlar arasında sorgulama, tartışma, cevapsız sorulara yanıt arama şeklinde bir anlatım var. Mistisizm, aşırı romantizm kullanımı mevcut, sürprizleri pek yok.       

   Yine de iyi okumalar dilerim.

“Özgürlük, birilerine sözler vermeden yaşamak değil benim için en iyisini seçme yeteneğiydi”.

“Ben serüven ve bilinmeyen peşinde koşarken, kadınlar denge ve sadakat arıyorlardı.”

“O hiç şikayet etmeden, kendisini kurban görmeden tüm zor günlerde ayakta kaldı.”

“Sadakat nedir ki, zaten benim olmayan bir bedene ve ruha sahip olma duygusu mu?”

“Aşk, evcilleşmemiş bir güçtür. Onu kontrol etmeye çalıştığımızda bizi yok eder. Onu hapsetmeye çalıştığımızda o bizi esir alır. Onu anlamak için çabaladığımız da kendimizi kaybolmuş ve şaşkına dönmüş hissetmemizi sağlar.”

“İnsanlar savaşta oldukları zaman mutlular. Onlar için dünyanın anlamı var. Daha önce söylediğim gibi, bir dava uğruna güç toplamak ya da kendilerini kurban etmek yaşamlarına anlam katıyor.”

“Aslında duyduğum aşka tamamıyla inandığıma da emin değilim; sadece yaralı bir gurur da olabilir.”

“Evlilikte kadına en fazla keyif veren şeyin ne olduğunu biliyor musun?

-Sex

-Hayır yemek yapmak. Yemek yiyen erkeğini seyretmek. Bu bir kadının zafer anıdır, çünkü bütün gününü akşam yemeğini düşünerek geçirmiştir. Ve bunun nedeni geçmişteki hikayede saklı olmalı açlıkta, neslin tükenme tehlikesinde ve hayatta kalma çabalarında”

“Modanın bize söylediği gibi giyinmeliyiz, sevsek de sevmesek de sevişmeliyiz, ülkemizin sınırları için öldürmeliyiz, emekliliğin bir an önce gelmesi için zamanın çabuk geçmesini istemeliyiz, politikacıları seçmeli, yaşamın ne kadar pahalı olduğundan şikayet etmeli, saç biçimimizi değiştirmeli, farklı olan herkesi eleştirmeli, dinsel inancımıza bağlı olarak Pazar, Cumartesi, Cuma günleri dini görevlerimizi yerine getirmeli ve orada günahlarımızın bağışlanması için yalvarmalı ve gerçeği bildiğimiz için gurur duyarak kendimizi göklere çıkartıp yanlış tanrıya ibadet eden diğer kabileyi küçümsemeliyiz.”

“Aptal insanlara gerçekten de özel bir kimlik kartı verilmeliydi çünkü kolektif aptallığı besleyen onlardı”

“Neden bazı insanları severiz ve diğerlerinden nefret ederiz? Öldükten sonra nereye gidiyoruz? Sonunda öleceksek neden doğuyoruz? Tanrı ne demek?

 Steplerden rüzgarın değişmeyen sesiyle yanıt geliyor. Ve bu kadar yeter: yaşamın temeline dayalı soruların asla yanıtlanamayacağını ve yine de hala ilerleyebileceğimizi bilmek yeter.”