Yazar
Adı: Stefan Zweig
Basım
Yılı: 2013
Yayınevi:
Can
Sayfa
Sayısı: 333
Avusturya’lı yazar Stefan Zweig, Nazi baskısını yakından yaşamış ve 2. Dünya Savaşının etkilerine dayanamayarak karısıyla birlikte intihar etmiştir. İntihar, Zweig’in zihnini gençlik yıllarından beri meşgul eden bir kavramdı. Korkularını roman ve öykülerindeki kahramanlarına yaşatıyor. Amok Koşucusu’nda yer alan öykülerin izleği de intihar. İnsanı en güçsüz savunmasız yönleriyle ele alır ve bunu okura hissettirir. Ruhun en derin katmanlarına kadar inen, olağanüstü bir yazardır.
Kitap, 7 öyküden oluşuyor. Bir Çöküşün Öyküsü, Madalya, Bezginlik, Amok Koşucusu, Ay Işığı Sokağı, Leporella, Leman Gölü Kıyısındaki Olay. İlk hikaye; Bir Çöküşün Öyküsünde, Paris
prensesinin saplantılı iktidarının saraydan uzağa sürgün edilmesiyle birlikte
çöküşünü anlatıyor. Soyluluğunun günden güne azalması, erkeklerin onu artık
arzulamaması prensesin gücünü yitirmesini sağlar. Bu sürgün ona çok ağır gelir.
Gün geçtikçe gücü azalan prenses intihar etmeye karar verir. 7 Ekim tarihinde
öleceğini söyleyerek efsane olarak hatırlanmak ister fakat ölümü 2 günde
unutulur.
Madalya ise, Fransız bir komutanın çaresiz
kalmış halleri anlatılır.Askerleri Alman ordusuna esir düşer, komutan ormanda
ölmekten beter günler geçirir. Yiyecek aramak için Alman askerin kıyafetini
giyer,bir köy bulur, karnını doyurur. Tekrar ormana, ölen askerlerin yanına
döner. Şerefli bir şekilde askerlerinin yanına gidip Ölüme terk eder kendini.
Bu arada küçük bir Fransız birliği görür, çılgına döner, birliğe doğru koşmaya
başlar. Fransız askerleri ise Alman askeri kıyafet üzerinde olan komutanı,
kendilerine saldırı olarak görür ve komutanı vururlar. Fransız komutanın Alman
zannedilip öldürülmesi çok acıdır.
LOPERALLA öyküsü ise Baron’a karşı duygu
besleyen bir hizmetçinin çıkar yol kalmayınca intihar etmesini anlatıyor.
Aşkın, aşırı tutku halinin nasıl bir ruh hastalığına dönüşebileceğini
görüyoruz.
Ay
Işığı Sokağı, “Bu sokaklar Hamburg'da da böyledir.... tıpkı büyük ve lüks bulvarlar gibi her yerde birbirine benzerler, çünkü hayatın görkemi de yoksunluğu da aynı biçimdedir. Dürtülerin henüz ilkelce ve dizginsizce dışa vurulduğu, şehvet
konusunda düzen bilmeyen bir dünyanın son fantastik kalıntılarıdır, tutkuların
karanlık, balta girmemiş ormanıdır, dürtüleriyle hareket eden hayvanlarla
doludur bu izbe sokaklar, açıkça sundukları şey onları heyecanlı kılar,
gizledikleri şeyse baştan çıkarır. Ne düşler kurabilir insan.”
Amok
Koşucusu esas hikayeydi.Daha önce Psikanalitik çözümlemesine de katıldığım,
günlerce etkisinden kurtulamadığım bir analizdi. Amok ritüel bir sendrom.
Bizler içinde sonumuz Amok koşucusu!! Doktoru anlatmak için iyi bir fırsat
veriyor kitap. Başlangıçta Psikanalitik bir sahne kuruyor yazar. Felsefi ya da
sosyolojik çözümlemelerde yapılabilir fakat ben Psikanalitik çözümleme
aktaracağım. Hikaye bir gemi yolculuğu ile başlar ve feed back tekniğiyle doktoru tanırız. Küçük bir kasabada doktorluk yaptığı esnada bir kadın onunla konuşmaya
gelir ve Amok orda başlar. Bu yüzleşme çok sarsıcı, içimizdeki yıkıcılıkla
karşılaşmak. Vicdani yükümlülük, gururuna yenik düşmek, pişmanlığın pençesi.
Öidipal sahne yineleniyor. Dr un hayatına giren kadınlar, ilk nesnesi annesini
çağrıştırıyor. Dominant, kibirli ve küstah kadın. Yaşamın ilk döneminde
annesine karşı hissettiği… ilkel dönüş mekanizmaları, dr un içsel annesini
çağrıştırıyor. Bu yapı, iyi annesini içine yerleştiremediğini gösterir. Bu
kadınlar anne ikamesi yerine gelmiş. Dr dan kürtaj yapmasını isteyen bu kadının
kendinden emin tavrı, onda sarsılma yaşatıyor. Saldırgan gibi algılıyor,
sadistik saldırı, s.19 da bunu çok güzel ifade ediyor. Paranoid şizoid davranışlarda
gösterecek. Acaba neler oluyor? Amok koşusu başlıyor. Preödipal yaralarını
sarsmış. Yardım ederek itibarını inşa etmek, iyi nesnesini tekrar kazanmak için
Amok başlıyor. Narsistik benliği için oldukça koruyucu.
Aynı
hikayede iki farklı söylem var. Zweig bu konuda çok başarılı. Bir anlatıcı var,
öykünün sonunda gazete haberlerinden yada günlük olaylardan bahsediyor.
Mutlaka
okuyun. Kurgu efsane, betimlemeler öyle. Yazar söylemek istediği şeyi bir
çırpıda söyler, yumruk yemiş gibi olursunuz. Şimdiden iyi okumalar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder