30 Nisan 2020 Perşembe

KAYIP HAYALLER KİTABI



Yazar Adı: Hasan Ali Toptaş
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 310

   Hasan Ali Toptaş, 1958 Denizli doğumlu, öykü, roman ve şiirsel metinleriyle tanıdığımız yazarımızdır. Kitaplarında kayboluyorsunuz. Eserleri, zamansız ve mekansız başlıyor ve bitiveriyor. Dili kullanmadaki ustalığı ile eşsiz bir ziyafet sunan post modern edebiyatın ender kalemşorlarındandır.


  Taşranın kımıltısızlığında bir insan düşünebilir, ne yazabilir ne üretebilirdi. Ancak hayal kurabilirdi. Kayıp Haller kitabı da aynen böyle bir kitap. Herkesin kendine ait kayıp hayallerini bulacağı bir kitap. Zihnim çok karışık, yazacak bir şey bulamıyorum. Çok çok güzel ve zor bir kitap. Mutlak okuyun..
   Zeynep Erk Emeksiz hocanın katıldığım edebiyat derslerinde, yaptığımız kitap analizlerinden alıntılarla başlamak istedim.
            Hasan Ali Toptaş’ın kitaplarında anlatı yapısı:
-Zaman akışı çizgisel değildir. Yukarı doğru genişleyen bir sarmala benzer.
-Olay anlatmak bir amaç değil araçtır. “Vakayı öldürdük”
  Anlatı kişisi çoğunlukla üst kurmaca bir yazardır. Metin kişiselleştirilmiştir. Metnin sesi anlatıya girer. Kitaptan bir örnek vereyim:
 “…bir yandan da kasaba kırtasiyecilerinden satın alınmış ucuz bir dolmakalemle oturup gecenin bu vaktinde acaba kim yazıyor beni, dedim; sonra bir yandan o vadinin ıslaklığına olanca yalnızlığım, hasretim ve diriliğimle gömülürken bir yandan da, hem kocaman bir bardakla çayını yudumlayıp hem de sigarasını tüttürerek acaba müsveddelerimi kim daktiloya çekiyor şimdi, beni kim diziyor satır satır ya da çoktan dizilip basıldım da şu anda hangi okurun gözünde tekrar yazılıyorum, dedim…” Metnin sesi var, romana dahil oluyor öykü kişisi olarak konuşuyor.
-Mekan alegoriktir.
(Kitabın kendisi mekan olarak alınır. Kayıp Hayaller Kitabında bellekteki mekan)
-Metnin merkezinde yazınsallığın ve romanın kendi varoluşu vardır. Bir tür kurmaca bildungsroman diyebiliriz. 
Bildungsroman: Aydınlanma çağı Almanya’sında ortaya çıkan bir roman türüdür. Türkçede “oluşum romanı” gibi çevirisi vardır. Genelde bireyin oluşum dönemini ve sonunda ulaştığı ideal durumu ele alır.
-Romanın amacı hikaye anlatıcılığından deneysel anlatıya bir serüvendir.
 Toptaş’ın romanları da birer meta-romandır. Roman hakkında romansa bu metaromandır. Bu bir tarz. Üst kurmacayı bütün metinlere yayar. Romanın merkezinde romanın varoluş hikayesi duruyor
 Yazarın romanlarında gerçeklikten sızan anıları var; dayılar, dedeler, anne, çocukluğu… Yani kendi belleğini dönüştürüyor kitapta.
-Anlatı devinimsel, sürekli değişiyor, deneysel. Hareketlilik var. Kevser’in torbasında ne var? Belirsizlik var. Anlatıya “belirsizlik” belirli nesnelerle yansıtılmış.
“Sanat görüneni vermez, onun işlevi görünmeyeni görünür kılmaktır.” Paul Klee
“….kalbinde çocuk korkaklığı taşıyan buruşuk bir dede ya da ancak ve ancak cehennemin çıkış merdivenine kadar ilerleyebilmiş pısırık bir kaçaktım.” s.282
“Hasan’a göre hayat o şaşılası kıvraklığıyla ansızın birkaç kağıt kılığına bürünerek, Nesime’yi onca tokadın ve tekmenin altından çekip aldı yani; kocası kollarını kollarının ötesine uzatıp ona ulaşamasın diye de Almanya denen en uzak cebine sakladı.” s.267


10 Nisan 2020 Cuma

CÜCE



Yazar Adı: Leyla Erbil

Basım Yılı: 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası

Sayfa Sayısı: 87

   Leyla Erbil (1931-2013) İstanbul’da doğmuş ve yaşamış, Türk edebiyatının 1950 kuşağının özgün ve devrimci yazarıdır. Psikanalizin yöntemlerinden yararlanarak din, aile ve toplumun tabularla dolu ideolojisine karşı durdu. Yeni bir biçim ve biçem geliştirdi. Aynı zamanda kadının değeri, ataerkil toplum düzeninde kadının ezilen cins oluşu , bireyin varoluş problemini ele alarak feminizm merkezli eserler verdi. 1960’larda Amerika’da İngiltere ve Fransa’da toplumsal ve siyasal bir savaşım olarak feminist hareketin yeniden canlanması  edebiyatı da etkilemiştir. Kadınların yok sayıldıkları alanlarda var olduklarının ortaya konması mücadelesidir. Yazarın CÜCE çalışması da bu eleştiri yöntemi ışığında incelenebilir. Kadının toplumdaki yerini sorgulatarak “Kadın kimdir? Nedir ?” sorularını bizlere farklı iki kadın tipi üzerinden işaret etmektedir.


   Eser yazarın notu bölümüyle başlar. Bu bölümde yazar- anlatıcı, Zenime Hanım’ın kendisine , karaladıklarını karışık bir durumda teslim ettiğini, belli bir sıraya koyamadığını belirtir. Bu biz okurlara romanın edimsel yapısının nasıl olacağına dair bir ipucu verir. Anlatıcı hep yazar değildir. ( Düz metinlerdeki gibi çizgisel okuma alışkanlığını kırıyor.)  Erbil, yazlık komşusu Zenime hanımı bize tanıtır. Kitap aynaya bakan Zenime  Hanım’ın psikozuyla başlıyor. Zenime başkaldıran, yalnız yaşayan, toplumdan bir beklentisi olmayan, kendi halinde bir yazardır. Kadın-erkek tarihini dile getirir, kafasında cinsiyetlerin savaşı vardır. Erkekler cinsel organlarıyla topluma kafa tutar, hep üstün varlıklardır. Kadın kıstırılmış, sömürülmüş, kapatılmıştır. Erkeklerin gözünde cinsel bir meta olarak görülür. Ayna metaforunu kullanır. Kitapta aynaya bakan kadın parçalanmışlığın derinlerindeki “ben”i görüyor. Aşağıladığı öteki geliyor ( gazeteci). Ben algısı dağılıyor.
   Ben derken Ana tanrıçaya da gönderme yapıyor. “tanrı ana- MA!” MA ana tanrıçanın ilk sesi. (MA Latince anne) Kitap boyunca “MA” yı çok duyuyoruz. (Çünkü hepimiz kadınlar olarak içimizde derinlerde Ana tanrıçanın parçalarını taşıyoruz). Ana tanrıçaya sık sık referans verilmesi, bir yandan unutulmuş olsa da genlerimizde olan bir şeymiş gibi kendiliğinden varolan bir bilgi olduğunu düşündürüyor. Erbil, bize kadınlığın ortak bir tarihi olduğunu bize hatırlatıyor. Fernando Pessoa ve Sarte’nin Bulantısına gönderme yapar. Zenime, kadın ve hiç demektir. Alegoriktir. CÜCE metaforunu kullanır, erkek egemenliğini bu figürle tarif eder. Menipo, indirgenmiş gülme fenomeni, bi çeşit saraylardaki soytarı gibi.
  Kitabın içinde Mustafa Horasan tarafından çizilmiş 11 tane resim bulunmaktadır. Resimlerde kadın ve erkek siluetleri, boynuzlu erkekler, sakat, yarım ve bozuk bireyler görülmektedir. Freud’a göre balık, sürüngenler, kılıç, yılan erkeği simgeler. Çukur, sürahi, tas, kase gibi nesneler kadını simgelemektedir.
  Erbil’in metinlerinde zaman ve mekan iç içe geçer. Mekan ve bellek birleşiyor ( kronotop)
  Cüce’de birden çok anlatıcı var. Metin türü kullanımı romanın; polisiye, gezi, romantik, gerçekçi, vb. belli bir edebi türe ait olmasını engelliyor.
 Geleneksel anlatıda; kronotop zamansal sıralılık ve nedensellik ilişkisi ile vurgulanır. Cüce’de olay anlatısı zamansal sıralılık ile değil bilinç akışı ve çağrışımlar üzerinden kurulmuştur.
Kitabın anlatı yapısı:
1  Yazar anlatıcı(1.bölüm)
2.  Zenime – dış anlatıcı
3.  Zenime – ben anlatıcı.
METAFOR&METONİMİ&ALEGORİ
Ayna, Karıncalar, Cüce, Ben- Kbele-MA, 
Adlandırmalar: Zenime, Menipo; Fotoğraf sanatçısı .
METİNLERARASI İLİŞKİLER
Diege Velazquez’in Las Meninas’ın (Nedimeler tablosu) okuması
Mustafa Horasan’ın resimleri
Fernando Perso, Huzursuzluğun kitabı
Jean Paul Sarte, Hiçlik, Bulantı kitapları
Kutsal metinlerde Havva ile Adem söylencesi.
Meryem Ana- Kibele.
Temel Karşıtlıklar ve Kavram Alanları:
Sol, sosyalist/Burjuva tavrı, Kadın(MA) /Erkek, Muhalif/ Yalnız
Not: Bazı bilgiler Zeynep Erk Emeksiz Hocanın Çağdaş Türk Edebiyatı  derslerinden alıntıdır.

14 Mart 2020 Cumartesi

KARANLIĞIN GÜNÜ



Yazar Adı: Leyla Erbil
Basım Yılı:2002
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Sayfa Sayısı: 338

   Erbil, yazarlığa hikayeyle başladı. Kendinden önce yerleşmiş olan yazın akımlarına bağlı kalmadı. Ortodoks Marksçıların karşısında yer aldı.  PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat ödülüne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterildi.
   Edebiyatımızda kadın, geçmişten bu yana her dönem anlatıldı. Anamız, avradımız, namusumuz oldu. Aşık olundu, sevildi, paylaşılamadı. Aşağılandı… Asırlarca böyle devam eden zihniyet modern çağda da kendine bir yer bulamadı. Kadın yazar dendi, şair olamadı, kadınların üzerine dini baskılar eklendi. Kimi zaman kadınların haklarını erkekler düşündü. Erbil, okuyucuya ezber bozdurdu. Kitaplarında yarattığı kadın karakterlerle kadınlığa, kadın sorunlarına, kadın haklarına sık sık değinmiştir. Sadece değinmez sorgular, irdeler, tartışır. Kadınlara, annelere hatta analara yüklenen kutsiyeti yerle bir eder. Kitaplarındaki karakterle kimi zaman sıradan, yalancı, aykırı kimi zaman bu kadınların dişilikleri ve erkeklikleri birbirine karışmıştır.  Yazar Freud’un öğretisini benimsemiş ve kitaplarını bu yapıda kurmuştur. Bu da yeni anlamlar, yeni okumalar keşfetmemizi sağlar.



   İlk baskısı 1985’te yapılan Karanlığın günü, yazar olan Neslihan'ın kocası işe gittikten sonra koltuğa oturup zihninden geçirdiği 12 saatlik zaman dilimini anlatır.  Yazar- anlatıcı Neslihan ve Neslihan'ın bize tanıttığı yazar Asiye ve Şair İkbal 3 farklı karakter olarak karşımıza çıkar. Neslihan evli 2 çocuk annesi, bir yandan da yazarlık yapan bir karakterdir. Sağduyulu, ilkeli, özgün bir yazardır. Düzenli aile hayatı ve evliliğinden sıkılmış, arkadaşının kocası Celil’le birlikte olurken daha sonra arkadaşı Necdet’le de beraber olmuştur. Bu iki erkeğin ortak noktaları “psikoseksüel güvensizlik” nedeniyle kendilerini kanıtlama çabalarıdır. Neslihan mantıklıdır, çünkü egosu baskındır. Neslihan'ın Alzheimer hastası olan annesiyle olan ilişkisini klinikte yaşadıklarını ve annesiyle hesaplaşmalarını yazar geri dönüşlerle anlatır.  Diğer kahraman şair İkbal, yaşamı zorluklar içersinde geçmiştir. Hayatı boyunca insanlarla çıkar ilişkisi kuran İkbal bunu bir süre sonra kişilik haline getirir. Çıkar ilişkisi kurarak amaçlarına daha kolay ulaştığını gören İkbal, artık şair olmanın yolunun da buradan geçeceğini düşünür. Bunun için kadınlığını kullanır. İd’ine göre hareket eden İkbal’de toplumsal ahlak, onur, saygı gibi kavramları göremeyiz. Her değeri amacına ulaşmak için bir basamak, bir araç olarak görmektedir. Neslihan, İkbal’e hem acımakta hem de hak etmediği şöhretini kıskanmaktadır. 3. Karakter yazar Asiye ise çocukluğunda şiddet görmüş, tecavüze uğramış buna rağmen akıllı ve çalışkan bir öğrenci olmuş. Çocukluğundaki yaşadıkları telafi edilmez yaralar açmış, zamanla bu şiddet ve tecavüz onu toplum tarafından kuşatmış; bedenine, ruhuna, beynine her gün tecavüz edilmiş. Kitapta Asiye’nin hayatının anlatıldığı bölümler şiir şeklide verilmiş, olağanüstü güçleri olduğu anlatılmış, masallar, meseller ve halk hikayelerine gönderme yapılmış. Asiye ve İkbal çıkarcılık yönünden birbirlerine benzemektedir. İki karakterinde kötü geçen çocukluk dönemleri ileriki yaşamlarını etkilemiştir.
   Erbil’in bir bellek kitabı  denilir.  Bilinç akışı tekniği ile anlattığı eşsiz bir roman. 80’li yılların aydınlarının bir evde toplanıp tüm ilişkilerini orda yaşamaları, apartman boşluğu metaforu ile vurgulanmış. Güvercinlerde aydınları işaret ediyor. Yalnızca evlerde sesi çıkan aydın tavrı. Güvercinlerden farkları yok. Güvercin ve apartman boşluğu bir şeylerin yerine geçmiş. Demans anne ise toplumun demans olmasını gösteriyor..
Metin analizinde bunlara dikkat çekeyim dedim.
“Şu emperyalizmin işlediği en ağır insanlık suçu nedir, biliyor musunuz dedi, dünyanın insanların hala bağımsızlık, demokrasi, özgürlük gibi kavramlar yüzünden mücadeleye girebileceklerini ve kazanabileceklerini sandırtmasıdır!” s.79


6 Mart 2020 Cuma

ESKİ SEVGİLİ



Yazar Adı: Leyla Erbil
Basım Yılı: 1988
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Sayfa Sayısı: 224

   Leyla Erbil okumalarıma, Eski Sevgili ile başlıyorum. İçinde 2 kısa 3 uzun öykü olmak üzere 5 öykü bulunmaktadır. Kitaba adını veren Eski Sevgili, yazarın ilk novellasıymış. Hikayeler çok güzel okuyun.1973-76 tarihlidir,  mutlaka Leyla Erbil kalemiyle tanışın derim.
   Hikayelerde sol ve devrim, devrim umudu hakim. Konuşmadan Geçen Bir Tren Yolculuğu, Clinton Godson, Biz İki Sosyalist Erkek, Bunak ve Eski Sevgilinin başkahramanı Nigar, banka emeklisi, annesiyle mütevazi bir hayat sürmektedir. Nigar, kendince devrimci düşüncelere sahip ama hiç hareketin içinde bulunmamıştır. Kadınlığını toplumun kurallarına sıkı sıkı boyun eğerek yıllarca bastırmış…Eski sevgilisi –evli ve çocuklu- Salih’in ortaya çıkışıyla kendisini bir iç hesaplamanın ortasında bulur.Yaşanmadan geçmiş yıllar ve pişmanlıklar..


“…duysun işte oğlum bakalım, siz sevmeyi bilmezsiniz, derdi bize, sizler yaşama düzeninizi aksatacak şeye düşman kesilirsiniz, evladınıza bile, derdi. ….analık nedir ne bilirdi o , analık kadının içine tanrı tarafından konmuş bir ateştir, hayvanlarda bile varken o ateş, bizden neden çıksınmış, canavar sanıyordu bizi……sende sevgi var mı anana saygı var mı, derdim. “Asıl sorunumuz bütün ilişkileri, insanca bir düzeye ulaştırmak” derdi.”s. 91
“-Dost biliyorum seni, yanı sıra gelecek duyguları başından yasakladım kendime. Bu da benim ASIL OLANA” tutkum işte!” s. 133
“-Tabii değil, sen kimsin ki beni böyle yapasın! Sen benim tuvalde boyadığım bir noktasın ancak, bütünün içinde gözün göremeyeceği, seçilemeyen bir nokta! Ancak benim seçebileceğim bir nokta!” s.217
“Beriden vuran solgun ışık, yüzünün yarısını yok etmişti… Klan yarısı, esmer, uzun ve katı kesimiyle bir bekleyiş maskıydı sanki. Bu maskı; Doğunun yıllardır, belki de yüzyıllardır sabırla, sevgisiz dokuduğu özlemler, baş eğme, susma ve nefret kalın bir kabuk gibi kaplamıştı; ilk fırsatta bir bıçağın ucuyla dürtüldüğünde hemen düşecek donup kalmış bir kabuk. Evet geç de olsa gelecekti mutluluk, …” s.218
“Ne kadar da kurnaz diye tarttı için için, insanları severek, yücelterek alıyor avcunun içine…. En enez yanından yakalıyor adamı, ama nasıl da sevecen nasıl da candan, hiç yalanı yokmuş gibi söylüyor.
……
Yaşam buydu işte; yaşam, genç kızlığının kitap sayfaları arasında saklayıp kuruttuğu, arada bir açıp baktığı, o ince yerlerinden çoktan beri eriyip dökülmüş ak yasemin değildi, kirlenmeyi, pislenmeyi göze alarak, ayıpları, yasakları, sevinç ve acıları üstlenerek götürülmesi gerekiyordu yaşamın.Geçmişin uğultulu kapıları döne döne vurmaya başladılar, bir saatin saymayı unuttuğu, işlemeyi durdurduğu zaman dilimi canlanıp kımıldadı.” s. 220
“….Haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda sana doğru yolu gösterecek olan tek şey yüreğinde duyacağın o derin öfkedir. Kalıplaşmamış bir öğüttür öfke. Öfkelenmeyi bil oğlum, haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda öfkelenmesini bil.” s.221
“ Konuşmadan Geçen Bir Tren Yolculuğu, “O gitti, büsbütün mutsuz oldum; aradıklarımın tümünü bulmuşum onda meğerse –aradıklarım neydi bilmiyorum ama onda vardı- özellikle beni bırakıp gitmesi onda vardı.” s. 17


1 Mart 2020 Pazar

UZUN SÜRMÜŞ BİR GÜNÜN AKŞAMI



Yazar Adı: Bilge Karasu
Basım Yılı: 2004
Yayınevi: Metis Yayınları
Sayfa Sayısı: 138

     Bilge Karasu, “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı” eserinde 1970 yılında Sait Faik armağanını kazanmıştır. Arkaik bir zaman diliminde geçen kitapta yeni bir inancın topluma baskı ile dayatılmasını anlatır. Bireyin karanlık yanları ile uzlaşarak hesaplaşması ve bu süreç sonrasında aydınlanmasını ele alır. 


   İlk hikaye Ada, kahramanı Andronikos Bizans imparatorluğunun başkentinde bir keşiştir. İmparatorun buyruğu ile inancını değiştirmesi gerekiyordur Bunu kabul etmeyerek adaya kaçar. Orada leylekleri izler ve Tanrı inancını sorgular, İoakim’i düşünürken ilk hikaye biter. 
   İkinci hikaye olan Tepenin ana karakteri İoakim, Aventinus’un eteğine tırmanırken bazı olayları hatırlar, zamanında ertelemiş olduğu tüm düşünceleri ve hesapları bu akşam yapar. Eski Roma’dan kalan kalıntıları görür ve tapınağa girer. Bütün geceyi düşünerek geçirir. Andronikos’un hikayesinde öğrenemediğimiz bazı ayrıntıları İoakim anlatır. 
   Dutlar bölümünde Gıulia Pozzi’nin başından geçenleri karmaşık bir sırayla anlatır. 
   Yazar, eserine yerleştirdiği bazı kavram ve imgelerle yoğun bir anlam zenginliği yaratmıştır. Şiir tadında bir düz yazı. İlk iki hikayede dini inancın geçirdiği sarsıntılar, 3. Hikayede ise demokratik ve siyasal bir ümit ve inancın zaferi vurgulanıyor. Karasu’nun kitaplarında zaman düz bir çizgide ilerlemez, ani geçişlerle ve geriye ileriye bakışlarla şimdiden geçmişe veya olaydan düşünceye geçer. Başlangıçta bu anlatım okuru zorlayabilir. Fakat bu anlatıma alıştığınızda Karasu okumak tatlı bir duygu verecektir. İyi okumalar.
“Hep başkalarının varlığı gerek bu yalnızlığa “ s. 45
“İpi koptuğu yerden bağlamaya çalışmalı.
Denemeli, hiç değilse.” s.109
“Oysa bir şeyler kurmak için inanmalı insan. Her şeyden önce inanmalı.” s.10


KILAVUZ



Yazar Adı: Bilge Karasu
Basım Yılı: 1995
Yayınevi: Metis Yayınları
Sayfa Sayısı: 120

  Düşle gerçek arasında kısacık bir Karasu kitabı. Kafa karıştıran, Ee şimdi ne oldu dedirten bir eser. Küçük bir sahil kasabasında geçen uzun bir cümle yolculuğu. Anlamaktan çok dilin güzelliğine kendimi kaptırdım. Okuyun mutlaka.


“Bir yeri ağrıyanın karşısındaki çaresizliğimizi, anlamsızlığımızı hep biliriz. O kişi sevdiğimiz bir insansa büsbütün işe yaramaz görünür ellerimiz, sözlerimiz; çırpınıp dursak da…” s. 108
“Yaşlanmış olmanın iyi bir yanı var. İnsanın bir yaşam boyu gözettiği, o insanı bir yaşam boyu tanımlamış olan bir takım sınırlar, gerileyiverir, siliniverir… Önemsizleşiverir… O yaşlıya bakan gençler bu durumu “düşkünleşmek”, sırasında “kendini rezil etmek” diye nitelerler çoğu zaman… Oysa öyle değildir pek… “Düşmemek” belki bir süre daha önemli görünür yaşlıya. Sonra bu önemde yiter…Yitebilir…” s.104
“…. İnsan bulmuşken yitirmek istemez.” s.105
“…. Hastalığım olsa olsa bu duygunun nesneleşmesi.” s.87
“Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır.” s.87
“Goya “El suefio de la razon…” yazısını taşıyan resim bu… "usun uykuya dalması canavarlar üretir” diyordu resmin altında Goya,” s.79
“Sevgi-sevgisizlik diyerek kendi kendine sorduğun soruları bana açtığında, kendini yeterince sevgi gösterememekle, sevdiğini sandığın, düşündüğün halde bu sevginin gereğini, sırası geldiğinde yerine getirmekle suçlamıştın…..
  Kişilere, nesnelere, kendine bağlanırsın, bir gün bunlardan da koparsın da. Gerekeni yapmadığını düşündüğünde haklısındır, değilsindir, bilinemez ama o anda kopmuşluğunu yaşıyorsundur belki. Kopmuşluk ölümde demektir. Bir ölümü yaşarken –ya da beklerken- bağını öldürmen, duyacağın acıyı azaltmak istediğinden ileri geliyor da olabilir. “İkimizle ilişkili kararlarını kendi kendine veren bir sevgili karşısında; çekilmekten de başka çıkar yol bulamadım” Kırıldığın gücendiğin için yaptığını sanmış olabilirsin bunu. Bana sorarsan kendini savunuyordun daha çok acıyı daha çok duymamak için; sevgiyi kendi elinle azaltmaya, koparıp yolmaya  kalkıyordun…Bir şeyleri silerek bir geçmişin yükünü yeğnileştirmek, azaltmak… O ölçüde de kim bilir geleceğini biraz olsun özgürleştirmek …Öyle kopuşlar güçtür, izi kalır; kopmaya kalkmak kendini de parçalamaktır. Bir yanıyla…” s.48


27 Şubat 2020 Perşembe

KISMET BÜFESİ



Yazar Adı: Bilge Karasu
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Metis
Sayfa Sayısı: 139

   Okura bilinç haritasını resimlemede yardımcı Bilge Karasu yapıtıdır. Okuru çok uğraştıran yer yer yoran öyküyü kavrayınca da kolay kolay bırakamayacağınız lezzetli bir okuma aynı zamanda.

“…yaşamak önce gürültülü gürültülü konuşup devinmekse, sonra da güzellik katmaktır dünyaya; güzellik demekse bütün boşlukları doldurmaktır; bütün boşlukları, evleri, dolapları, ağızlarla kulakları(ama gerekli ama gereksiz) ele geçirilen her türlü şeyle doldurmaktır; herhalde öyledir…”


   İki kadının Işığı gitgide  Azalan Bir Resmi Üzerine Metin, başlıktan da anlaşılacağı gibi bu aslında bir tablo.Biri dul diğeri olgun iki kız kardeş, hayatta olmalarına karşın aslında yaşamıyorlar. Bu kız kardeşler, odanın içinde  sanki birer nesneymişcesine pencere kenarında durup bize bakıyorlar.Yazar metafor olarak bir bitkiyi kullanmış. Sonra genç bir adam tabloya dahil oluyor. Hayattan, karşı cinsten bu denli uzak yaşlanan iki kadının bekleyişleri, yakışıklı ve genç adam formunda görünen ölümle son bulur.
   Kitapta en rahat okunabilen tek öykü buydu diyebilirim.
  Düş Balıkçıları: Kubadabad 1955 öyküsünde yaşanan bazı olayların düş ve gerçeklik sınırı bulanıktır. Tasvirini yaptığı mekanı, adsız, çağsız, ıssız olarak niteler. Bu mekanda yürürken sıra dışı hisleri vardır. Uyurgezer adımlar attığını gösterir. Mekan gerçek mi? Şaibeli geldi bana.
   Ertuğrul Oğuz Fırat'ın Resimleri Üzerine Akdeniz’den Uzak Bir Metin, bir doğa var karşımızda. Besleyen ama aynı zamanda öldürücü bir doğa.
   Turan Erol’un Bir Gençlik Resmi Üzerine Akdeniz’i A/n-r/ar Bir Metin, anlatım son derece karışıktır.Kelimeleri yarıda kesip yarısını üst satırda yarısını da alt satırda verir.Sol tarafta Akdeniz’i anar, sağ tarafta Akdeniz’i arar. r ve n harfiyle oynamıştır. Değişik bir okuma tekniği var Fakat orta okumayla da okunur bir hikaye, zor hikaye.
Karanlık Bir Yalı Üzerine Metin, Bir çocuğun yalıya kafa tuttuğu bir yaz gününü anlatır. Çocukta yosunda kendisidir.
   Boğaziçi Üzerine Bir Ön- Metin, anlatım iyice kabarır, kıyamet tasvirine benzer. Destansı bir özelliği vardır.
   Çapavulun Çattığı Çaparız- Erol Akyavaş’ın Bir Resmi Üzerine Bir Metin, resimlerden hareketle yazdığı bir metin var bu öyküde de. Mağara duvar resimlerine öykünür. (çapavur: Timur Devletinde aniden baskın yapan birlik, akıncı.
Çaparız: içinden kolay çıkılamayacak biçimde karışık ve güç iş, engel.) 
  Çeşitlemeli Korku (Beş Ses İçin Metin), “Göçmüş Kediler Bahçesinde “ geçen Carlo Gesualdo’nun beş sesli eseri üzerine yazdığı düşünülür.
“”Bağlaç” olmakla kalacağını sanan dosta.” s.75
”Senin yanımdasızlığın bir silik suskuydu, günsüz karanlığımın keser açardı kapısını, sesin, yüzün, yürümen.” s.78
   Kısmet Büfesi, Ya da Çeken (küçülen) Bir Kadın Üzerine Bir Metin, birini çekiştirmenin, kendi idsel dürtülerinin süper egoyla çatışmasının sonucunu verir bu hikaye bize. Bu metinlerde Platonun mağara alegorisi açık olarak gösterir kendini.
Bu alegoride mağara, toplumu; zincir, toplumun dayattığı her türlü kuralı(normu); gölgeler de toplumun sorgulanmamış doğrularını yansıtır.
  Karasu, kitapta, toplumun beklentilerini, kadın erkek ilişkilerini, bireyin iç yolculuğunu dedikodu yapan modern kadınları; gölgelerle anlatır. Gölgelerden sıyrılan birinin zincirlerinden kurtulacağını, zincirlerden kurtulanın da mağaradaki güneş ışınlarını göreceğini ifade eder.
“Hastalığımı daha doğrusu hasta olabileceğim kaygısını tutsam anlatsam şimdi bunlara, ikisi de nasıl ilgilenir, nasıl avutmaya kalkarlar beni. Oysa, bilemem, iyiliklerinden mi yaparlar bunu, yoksa, insanın yen içinde kalması gereken kırığını öğrenmek meraklarından mı? Yıllardır tanımasam, sevindiklerimi bile düşünebilirim böyle yakın ilgi gösterdiklerine bakıp.Daha göstermediler gerçi… Ama anlatırsam…” s.106
  Bu kadınların karanlığıyız biz. Okurun bilinç haritasını resimleyen, kelime oyunları, aklın lirik kaçışları, derinlere inişleri var kitapta. Görsel bir koşuşturmaca, okurken dört nala koşturur durursunuz.
   İnsanı zorlayan metinlerden oluşan bir kitap. Okurken insan o kadar yorgun düşüyor ki.. Bir insanın kendini anlamasının yolunun bizzat kendisi olduğunu da vurgular. Kadınları anlamanın yolu erkeklerin üstüne düşmez, hep erkekler tarafından anlaşılmak da beklentimiz arasındadır.