28 Şubat 2019 Perşembe

SİNEKLİ BAKKAL



Yazar Adı: Halide Edip Adıvar
Basım Yılı: 2005
Yayınevi: Özgür
Sayfa Sayısı: 458

   Halide Edip Adıvar, 2. Abdulhamit zamanında yaşamış, bizzat II. Abdülhamit’le tanışmış bir yazardır. Yaptığı bir çeviri sebebiyle de “Şefkat Nişanı” almıştır. Halide Edip bu romanı 1935 yılında ilk olarak İngilizce “The Clown and His Daughter adıyla, Londra’da yayımlanmış. 1936 yılında da Türkiye’de kitap halinde basılmıştır. Birçok dilde çevrilen roman 1942’de CHP Roman Armağanını kazanmıştır.


   Roman Tanzimatçılardan beri süregelen bildik bir konuyu işler. “Geleneğimizi ve kimliğimizi yitirmeden batı uygarlığının bilim ve fennini almalı, kendimizi kaybetmeden batı kültürüne yatkın olabilmeliyiz.” tezini işler. Sinekli Bakkal bir semtin sokak ismidir.  Burası mahallenin bir çeşit toplanma yeridir. Mahallenin imamı da bu sokakta oturur. Mahallenin bakkalı Mustafa Efendi ve oğlu Tevfik; bakkallık yapan, karagöz oynatan, orta oyunculuk yapan biridir. İmamın kızı Emine, babası istemediği halde Tevfik'e kaçmıştır. İmamın kızı Emine’den başka kimsesi yoktur. Emine hamarat, asık suratlı ve titiz yetiştirilen bir sofudur. Orta oyunlarında Zenne rolüyle çıkan, kız Tevfik’le ortak yanları pek yoktur. Emine, kızları Rabia’ya hamile kalır. Çok düzensiz bir kimlik olan Tevfik içip mahalleyi de rahatsız edince sürgün gönderilir. Emine babasıyla barışır ve kızıyla beraber imamın evine döner. Rabia’yı dini bir eğitimle büyütüp hafız yaparlar. Zamanın konaklarına giderek, mevlit okur, ilahiler söyler. Dahiliye Nazırı Selim Paşanın konağında Peregrini ve Mevlevi Dervişi Vehbi Dedeyle tanışır ve onun musiki hocası olurlar. Rabia babasıyla bir gün tanışma fırsatı bulur. Sürgünden dönmüştür. Babasını çok sever ve onunla yaşamaya karar verir. Bakkal dükkanını işletmeye başlarlar.
  ”Üçlerin dükkan hayatı, ertesi olmayan bir bayrama benziyordu. Onlara göre kırık kaldırımlı, pis kokulu, karanlık Sinekli bakkal yalnız neşe ile gümbür gümbür atan canlı bir kainatın ruhu ve merkezi oluvermişti.” s.102
   Bu arada Rabia'nın babası zenne rolüne devam eder. Kadın kılığına girerek Jön Türklere gizli yayınlar götürüp getiren Kız Tevfik yakalanır. Tekrar sürgün edilir. Bu arada Peregrini Rabia’ya aşık olmuş, Müslüman olmuş ve yeni kimliği Osman olarak Rabia'yla evlenmeyi tasarlamıştır.
  “Dil, din, millet bunlar insanların ruh ikliminden başka bir şey değildir. Garbın ruh iklimi bana çok soğuk geldi, şark ikliminde sükun ve şifa arıyorum…” s.108
   Rabia ve Osman yeni hayata başlarken ülkede 1908 yılında 2. Meşrutiyet ilan edilmiş eski padişahın yandaşları, yeni idarecilerin dalkavukları olmuştur.
   Romanda; doğu, batı, aşırı sofular, dejenere tipler ve normal insanların kültür çatışmaları yaşanırken, arka fonda Padişah yanlıları ve hürriyet taraftarlarının siyasi çatışmalarını anlatılır. İyi okumalar.


24 Şubat 2019 Pazar

ATEŞTEN GÖMLEK



Yazar Adı: Halide Edip Adıvar
Basım Yılı: İlk basım 1923, 2014
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 207

   Halide Edip Adıvar, 1882’de İstanbul’da doğdu. Üsküdar Amerikan Kolejinde okudu. Öğretmenlik, müfettişlik, milletvekilliği gibi görevlerde bulundu. Mütareke yıllarında İstanbullu yurtseverler ile çalıştı. Sultan Ahmet mitinginde yaptığı konuşma derin yankılar uyandırdı. 1920’de Anadolu’ya geçerek, Atatürk önderliğinde ulusal kuvvetlere katıldı. Sakarya Savaşından sonra cepheye giderek fiilen savaşa katıldı, hasta bakıcılık yaptı. Romanlarındaki malzemeyi o günlerde toplamıştır. Romanın kişileri Halide Edip’in yaşam öyküsünden geçen kişiler ve olaylardır.


   Kitap, Halide Edip’in Yakup Kadri’ye gönderdiği mektupla başlar. “Ateşten Gömlek” adını Yakup Kadri’den ödünç almıştır. Kurtuluş Savaşı romanlarının birçoğu sonradan yazılmıştır. Ama pek azı içten tanıklık ederek yazılmış romanlardır. Bu romanda belgesel bir roman özelliğindedir. Romanın tamamı Peyami'nin hatıra defterinden ibarettir.
   Romanımızın kahramanı Peyami, Ankara’da Cebeci hastanesinde yatarken 4 Kasım- 17 Aralık 1921 tarihleri arasında, hatırladıklarını yazar. Peyami Kurtuluş Savaşında hem başından yaralanmış hem de bacaklarını kaybetmiştir.
    Peyami olayları anlatmaya Mütareke Yıllarından başlar. Annesi onu amcasının kızı Ayşe'yle evlendirmek ister. Fakat o yurt dışına kaçar. Geri döndüğünde Ayşe'nin abisi Cemal’le görev nedeniyle karşılaşır. Kısa sürede iyi dost olurlar. İstanbul bombalanırken İhsan’la tanışırlar ve o günden sonra üçü her şeyi birlikte yaparlar. O günler Bulgarlarla Mütareke yapılır, İstanbul’da mitingler olur. En büyüğü Sultan Ahmet Mitingidir. İzmir’den gelen Ayşe’de mitinge katılır. Ayşe'nin İzmir işgal edilince kocası ve çocuğu öldürülmüş ve İstanbul'a dönmüştür. Peyami ve İhsan Ayşe’ye hayran kalırlar.
  ”On sene önce adı Ayşe, kendi taşralı diye evlenmekten korkarak Avrupa’ya kaçtığım bu kadının, bizim Avrupa taklidi kadınlardan daha fazla kişiliği var. Düşünsel eğitimi, gösterişçi olmayan sağlam ve basit hayat görgülerinden alınmış gerçeklerle biraz okumuş ve yabancı dil bilir bir kadın.” s.52
   Peyami ve İhsan'ın aralarında aşk rekabeti başlar. Peyami günlüğünde bu aşk ve memleket mücadelesine ATEŞTEN GÖMLEK adını verir. Kuvay-i Milliye’ye katılmak için Anadolu’ya geçerler. Ayşe’de gelir. Ara sıra bir araya gelerek İzmir'e girecekleri günü konuşurlar. Ayşe İzmir'e girenin ilk kendisi olmak ister. Çok çetin ve kanlı bir savaşın içindedirler. Sakarya Savaşında hepsi şehit olur. Aralarında Peyami sağ kalır. Kafasında bir kurşun vardır, iki ayağını kaybetmiştir ve hatıra defteri biter.
   Yazar romanda Mütarekeden, Sakarya Savaşı sonuna değin Kurtuluş savaşından kesitler, gözlemler vermekle birlikte gerçekte Peyami'nin duygusal yaşantısını dile getirir. Peyami'nin Ayşe’ye olan derin ve umutsuz sevgisi İzmir yolunda Ayşe uğruna yürümenin kanlı tutkusuyla birleştirir.(Kahramanımız Ayşe Halide Edip’le özdeştir.)
   Buruk bir aşk öyküsü. Herkes okusun, gençler, yetişkinler daha önce okuyanlar tekrar tekrar okunası bir roman.
MUTLAKA OKUYUN


17 Şubat 2019 Pazar

TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI



Yazar Adı:Ziya Gökalp
Basım Yılı: 2015
Yayınevi: Akvaryum Yayınevi
Sayfa Sayısı: 176

   Ziya Gökalp, Cumhuriyet ülküsünün yerleşmesinde ve Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesinde, düşünceleri değerli olan yazarımızdır. 1876’da Diyarbakır’da doğdu. Asıl adı Mehmet Ziya olan yazarın, “Gökalp” Öztürkçe takma adıdır. İmparatorluktan Milli devlete geçiş döneminde yaşamış; insanların kafalarının karışık olduğu bir dönemde bu eserini çıkarmıştır. Bu karışıklığa çözüm bulabilmek amacıyla Türk toplumu ve kültürü üzerine yaptığı sosyolojik, kültürel ve siyasi değerlendirmeleriyle Türkçülüğün Esasları kitabını yazmıştır. Türk milletinin nereden geldiği ve ilerde ne olması gerektiğinin analizini yapmıştır. Okurken, Cumhuriyetin kültür politikalarının nasıl bir bir anlatıldığını görmek çok keyifliydi.


   Kitap 1923 senesinde yazılmış, bugünde geçerliliğini koruyan olağanüstü bir eserdir. Türk milliyetçiliğin temelinde rol oynamış, sanılanın aksine kafatasçı, ırkçı fikirler aşılamayan; geniş araştırmaların kılavuzu olmuştur. Kandan ve bedenden gelen milletlik olgusunu dışlar. Gökalp'ın Türkçülük olgusu tanımı:
  “Bugün Türkiye topraklarında yaşayan halkın paylaştığı kültürdür. Bu kültürü şekillendiren güç, tüm kimliklerin( Kürt, Türk, Laz vs) birlikte harmanlanarak oluşturduğu gelecek ülküsüdür.”
  “Türkçülüğün ilk babaları Ahmet Vefik Paşa ile Süleyman Paşadır. Abdülhamit bu “Türkçülük akımını durdurmaya çalışmıştır.” s.19
   2. Meşrutiyetten (1908) sonra Türkiye’de “Osmancılık” düşüncesi egemen oldu. 1909’dan sonra Osmancılık düşüncesi de etkisini yitirdi. Bugünden sonra “İslam Birliği Örgütü” kurulmaya başlandı.” s. 21
  “Gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu genişledikçe, yüzlerce ulusu siyasal çevresine aldıkça, yönetenlerle yönetilenler ayrı iki sınıf durumuna giriyorlardı. Yöneten bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını oluşturuyorlardı. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı kendisini “egemen ulus” olarak görür, yönettiği Türklere “aşağılık ulus” gözüyle bakardı. Osmanlı her zaman Türk'e “eşek Türk” derdi.” s.46
 “Kültürle uygarlığı birbirinden ayıran, kültürün özellikle duygulardan, uygarlığın ise bilgilerden birleşmesidir.” s. 47
 “Büyük uluslardan her biri, uygarlığın özel bir alanında birinciliği almıştır. Eski yunanlılar güzel sanatlarda, Romalılar hukukta, İsrail oğulları ve Araplar dinde, Fransızlar edebiyatta, Anglo Saksonlar ekonomide, Almanlar müzikte ve metafizikte, Türklerde AHLAKTA birinciliği kazanmışlardır.” s.145
  Son sayfada ise “Ey bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapılması, yüzyıllardan beri seni bekliyor.” Diyerek Türk gencine seslenir. 7’den 70’e herkesin okuması gereken bir kitaptır. KEYİFLİ OKUMALAR.


9 Şubat 2019 Cumartesi

ÖMER SEYFETTİN’DEN SEÇME HİKAYELER



Yazar Adı: Ömer Seyfettin
Basım Yılı: 2007
Yayınevi: Nar
Sayfa Sayısı: 191

   PERİLİ KÖŞK, dolandırıcıların oyunlarına gelmemenin hikayesi, aklımızla hareket etmemiz gerektiğini vurgular.
    FALAKA, yaramaz bir grup öğrencinin gitmiş oldukları Kur’an kursundaki hoca ile uğraşmaları ve hocanın sürekli aynı yemini söyleyip durmasını anlatır.


   TÜRBE Hikayesinde cehalete vurgu yapılır.
 GİZLİ MABET, Osmanlı İmparatorluğunun son günlerinde Türklerin kendi medeniyetlerinden utanmalarını yine güzel karakterlerle anlatır. Batı kültürüne hayranlığa ibretlik bir örnektir.
  PEMBE İNCİLİ KAFTAN, Muhsin Çelebi koskoca Osmanlı sadrazamı ve İran şahı karşısında eğilmemiştir. Yine devleti için bütün varlığını ve hayatını hiçe saymış, varlıklarıyla övünmemiş, zayıfları, garipleri hep gözetmiştir. Bu öyküde değerlerden çok güzel biçimde bahsedilir.
    FERMAN trajik bir hikayedir. Hikayede padişahın ismi verilmez sadece Sokullu Mehmet Paşanın sadrazam olduğunu belirtir. Hikayenin ilgi çeken kısmı da burasıdır. Yazar açık şekilde, sefer adından ve padişahtan bahsetmez. Kendi ölüm fermanını taşıyan Tosun Paşanın hikayesini anlatır. Vurgulanmak istenen ise olayları kendi aklımızla sorgulamaz, haksızlığa uğradığımız aşikar olduğu halde her şeye boyun eğer ve biat ederseniz, kaybeden siz olursunuz.
   TOPUZ, ülkesine asi olup bağımsızlığını ilan eden bir prensin cezasını canı ile ödemesi ve bir Türk elçinin bir topuz darbesi ile Eflak'ı ele geçirmesini anlatan kahramanlık öyküsüdür.
  FORSA, Osmanlı denizcilerinden esir düşen Kara Memiş’in umudunu yitirmeden 40 yıl sonra özgürlüğüne kavuşmasını anlatır.
  VİRE, teslim emri anlamında bir kelimedir. Tarihimizin şanlı sayfalarından seçilmiş güzel bir örnektir. Savaşın olumsuz etkilerinin umuda çevirmek için kaleme aldığı kahramanlık hikayelerinden biridir.
   ÜÇ ÖĞÜT de çok güzel folklorik hikayedir.
   Gençlerin okuması gereken hikayelerdir. Mutlaka okuyun.


2 Şubat 2019 Cumartesi

YÜKSEK ÖKÇELER



Yazar Adı: Ömer Seyfettin
Basım Yılı: 2001
Yayınevi: Bilgi Yayınevi
Sayfa Sayısı: 170

   Kısa öykünün ilk ustalarından olan Ömer Seyfettin, Türkçülük ve Milli edebiyat akımının yazarlarının başında gelir. Arınmış, yalın halk dilini savunan tutumuyla bir dönüm noktasıdır. Genç bir yazar olarak, o günlerin en kararlı yeni dil savunucusu oluşu Ömer Seyfettin’in değerini çoğaltır. Kısa ömrüne 140 öykü sığdırmıştır. Çağdaş öykücülüğümüzün başlangıcında özel bir yeri vardır.


   Kitapta, geleneksel hayatın sert gerçeklerini anlattığı 25 öyküsü vardır.Gündelik hayatın sıradan insanlarını, memurlarını, kadın- erkek ilişkilerini, batı hayranlığını, sosyal bozulmayı çok net bir şekilde anlatır.
   YÜKSEK ÖKÇELER, zengin ve genç yaşta dul kalmış Hatice Hanımın yanında çalışanlara yaptığı baskılarla onları istediği standartlara getirme çabası anlatılır. Hatice hanımın yüksek ökçeli ayakkabıları batı hayranlığının göstergesidir.
   PİRELER öyküsünde, anlatıcı ile Rose Mayer adlı kadın tanıştıktan sonra aynı evde yaşamaya başlarlar. Ardından köpekleri Koton öyküye girer ve köpeğin üzerindeki pirelerden yaptığı tespiti çok eğlenceli ve bilgi doludur.
   AŞK VE AYAK PARMAKLARI hikayesinde yazar, Asime hanımefendinin ve kocası Hasan’ın ağzından yazdığı iki mektupla, aşka ve insanlara bakış açısını dile getirir.
   NEZLE, Masume Hanım 39 yaşında genç görünümlü bir kadındır. Hikayede çarpık izdivacın sonuçları anlatılır. Diğer çarpık izdivaçlardan farklı olarak Masume Hanım 19 yaşında genç ve güçlü erkekle evlenmek ister.
   APANDİSİT hikayesi de şahaneydi. 1910 yılında, Piyano dergisinde yayınlanmıştır. Anlatıcı bir gün erik çekirdeğini yanlışlıkla yutar ve gece boyunca uyuyamaz. Bu çekirdeğin körbağırsağını tıkayacağını, iltihaba sebep olacağını ve apandisit olacağını gözünün önüne getirir. Doktora gider, dr. u lokantada görür. Dr avuçla ağzına attığı kirazların hiçbirinin çekirdeğini çıkarmıyor, yutuyordu. Anlatıcı dr a sorar:
  -Apandisit olmaktan korkmuyor musunuz?  Dr:
  -Azizim o eski nazariye vaktiyle öyle zannedilmiş.
Lakayt dr un sözleri anlatıcının bütün karın ağrısını geçirir ve garsona bağırır:
  -Bana da kiraz getirir misin?


24 Ocak 2019 Perşembe

KAŞAĞI



Yazar Adı: Ömer Seyfettin
Basım Yılı: 2006
Yayınevi: Prizma Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 158

   Ömer Seyfettin bizlere hikayeciliği sevdiren yazar. İlkokulda onun hikayeleriyle büyüdük. Kaşağı içime işleyen bir hikayedir. Yıllar geçse de nesilden nesile devam eden öyküleri hep var olacaktır.
   Kaşağı ve İlk Namaz hikayeleri, karakterlerin tercihlerine yön veren; dürüstlük, fedakarlık gibi erdemler, çocuklara bu hikayeler sayesinde kolayca aşılanmaktadır.


   KAŞAĞI; anlatıcı ve kardeşi Hasan çiftlikte yaşarlar. Çiftlikte en sevdikleri şey, atlara bakan seyisin atları tımarlamasıdır. Boyları yetmediği için sadece seyisi izlerler. Anlatıcı, bir gün gece ahıra gider ve atları tımarlamak ister. Beceremez, kaşağıyı kırar. Suçu da kardeşine atar. Sert baba Hasan'ı cezalandırır. Hasan'a kimse inanmaz. Hasan çok üzülür ve hastalanır.Anlatıcı vicdan azabı çeker. Bir gün gerçeği söylemek ister. Ve sabahı bekler. Fakat kardeşi o gece ölür.
   FORSA hikayesinde ise umudun ne olursa olsun yitirilmemesi gerektiğini,
   TOPUZ hikayesinde,”Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu” ata sözünü işler.
   DİYET; “koca Ali usta siyah şahane gözlerinin yüksek bakışından, kibar tavrından, gururlu sessizliğinden, düzgün sözlerinden onun öyle adi bir adam olmadığı anlaşılıyordu. Bir gece hırsızlık suçundan iftiraya uğradı. Kolunu keseceklerdi, şehirde çok sevilen biri olduğu için bedelini( diyetini) Karun kadar zengin Hacı kasap ödedi. Karşılığında kasaba bedava hizmet edecekti. ”Kula kulluk edecek.”
   ÇANAKKALE’DEN SONRA; Muhittin savaştan yılmış, hayat küsmüş, vatanı elden gidecek diye kendini evine kapatmıştı. Hiç ummadığı bir anda zafer çığlıkları onu hayata döndürdü. Evlendi, çocuğu oldu. Çocuğunun adını da Ülkü koydu. Ah ne güzel isimdir.
   BOMBA, hüzünlü bir hikayedir. Çetelerin, halka sırf görüşleri ve kendi yanlarında bulunmamaları yüzünden yaptığı zulümleri anlatır.
   KIZILELMA NERESİ? İlginç bir öyküdür. Ordunun padişaha itaati ve devletin ilkelerine bağlılığı vurgulanır.
    Kızıl Elma: Altından yapılan bir toptur. Türkler arasında zaferin işareti, hakimiyetin veya fethedilmek üzere seçilmiş yerin sembolü olarak kullanılmıştır. Ergenekon destanında, Yenisey yazıtlarında bu sembole rastlanır.
 BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT, Osmanlı Devleti zamanında savaşta başı gövdesinden ayrılarak şehit düşen derviş Deli Mehmet’in destansı hikayesidir.
   AND, Gönen’de geçer. Çocukların birbirlerinin kanını içerek kan kardeşi olmaları, kan kardeşlerin de kötü günlerinde kardeşinin yanında olacağına ant içerek yaptıkları fedakarlıkları anlatır.
   MÜJDE, Çanakkale’ye cepheyi ziyarete giden genç şairlerin yolda karşılaştıkları bir hadiseyi, manevi bir işaret olarak yorumlarlar. Bu bir gök taşının gökyüzünde bıraktığı dumandır. “Fethun Karib” yazdığını iddia ederler. (Yakın fetih anlamına gelir.)
   HÜRRİYET GECESİ hikayesi, 2. Meşrutiyetin ilanı sırasında bazı aydınların üzerindeki bencillik, gayesizlik ve Vandalizm teslimiyeti anlatır. Bilge ihtiyarın ağzından, genç yazarı uykusundan uyandırır.
   ”-Sen bir hançersin! İnsanlara istersen en büyük hizmeti görür, onlara erdemi, sevmeyi, gerçeği öğretirsin. İstersen onların erdemlerini öldürür, sessizliklerini bozar, hepsini boğaz boğaza getirir, yaşamlarının, mutluluklarını, zevklerinin tatlarını kaybettirirsin. Ruhun anahtarı senin elindedir. Kolaylıkla onu açar, içine istersen zehir, istersen yaşam verici bir iksir korsun.” s.112
   KÜTÜK, Aslan Bey mert, hainliğe prim vermeyen, cesur, zeki Osmanlı kumandanı. Zekice bir strateji ile bir kaleyi zapt etmesinin hikayesi.
   BAHARIN ETKİSİ hikayesi, bahar aşkından bahseder. Soğuk bir ortamda yaşadığında aşk zannettiği bu tutkunun söndüğünü anlayan birini anlatır.
 MİRAS,etkisinde kaldığım müthiş felsefi bir hikayedir. Başlangıcından alıntıyla bitiriyorum.
  “İnsanın kendi kişiliğinden nefret etmesi kadar dünyada sıkıntı verici bir şey yoktur sanıyorum! Yıllarca rollerine, yalanlarına aldandığımız bir arkadaştan -adiliğini alçaklığını sezince- hemen ayrılırız. Aşkta da böyle. Mabut gibi taptığımız bir vücudun bir lekesini keşfedince birdenbire soğur hatta ona düşman kesiliriz. Fakat kendimize… Ne yapabiliriz? Hiç! Ahlak görüşünün ruhumuzda tutuşturduğu “iyilik, doğruluk, güzellik” idealini yavaş yavaş karartır, bu 3 alevli esirden meşale sönünce artık karanlık bir çöle düşeriz. Halbuki hayvanlık ne kederli yaşayıştır! Kavramsız, amaçsız, sevgisiz, inançsız bir yaşam! ”İyi” yok  “Doğru” yok  “Güzel “ yok… İşte bugün benimde ruhumdaki ilahi meşale söndü. Serseri, gösterişli bir hayvanım! Üzgün, acılı, karamsar bir hayvan! Bu karanlığa düşüşüm irademle olmadı, istemeksizin… Adeta “haberim olmadan” diye bileceğim. Nasıl oldu? Nasıl birdenbire insanlıktan çıktım?


19 Ocak 2019 Cumartesi

BİR ERMENİ Gencin Hatıra Defteri



Yazar Adı: Ömer Seyfettin
Basım Yılı: 2013
Yayınevi: İlgi Kültür Sanat Yayınları
Sayfa Sayısı: 123

Türk Edebiyatı, Milli Edebiyat dönemi eserlerine Ömer Seyfettin'le başlıyorum.

  Ömer Seyfettin, 1884 Balıkesir Gönen’de doğdu. Askeri okullarda okudu. 1906 İzmir Jandarma Okulunda öğretmen olarak atandı. Bu önemlidir zira bu vesileyle fikri ve edebi faaliyetleri takip edecekti. Yeniden orduya çağrıldı ve Balkan Savaşlarına katıldı. 1 yıllık esirlik hayatı oldu, bu sürede hep okudu. Yazarlık hayatı için bunlar önemli tecrübelerdi. 1914’te öğretmenlik görevine döndü ve dergilerde Türkçü düşüncenin sözcülüğünü yapan yazılar yazdı. 1920’de öldü, talihsiz bir cenazesi oldu.


   Milliyetçi Türk Edebiyatının önde gelen temsilcilerindendir. Hem küçük okurlara hem de yetişkinlere yönelik kısa öykülerle tanınır. Yazdığı her eserde milliyetçi ve maneviyatçı mesajlar barındırır. Hem bir hikayeci hem de bir ideologdu. Fikir ve sanat dengesini hep korumuştur. O yüzden her dönem çocuklar ve gençler tarafından ilgi ve sevgiyle okunmuştur. Düşünsel ve entelektüel anlamda kalkınmanın yolunun önce çocuklar ve gençlerden geçtiğini çok iyi bilir.
   Bu eseri ise diğer Ömer Seyfettin klasiklerinden farklıdır. Kısa hikayelerden oluşmaz. Tamamı tek bir hikayedir “uzun hikaye” şeklinde adlandırılır. Bende tesadüfen halk kütüphanesinde rastladım. Mükemmel bir hikaye tavsiye ederim.
   Kitap, bir gazetecinin yaşadığı dönemde ortaya çıkan Osmanlıcılık düşüncesine karşı çıkan ve Türk milliyetçiliğini savunan bir ermeni gencin günlüklerinden oluşur. Çünkü genç gazeteci, dini ve hukuksal farklılıkların "Osmanlıcılık" idealinin, büyük bir hayal olduğunu net bir şekilde görür. (II. Abdülhamit Osmanlıcılığı savunmuştur.Azınlık isyanlarıyla sarsılan Osmanlı İmparatorluğunu ayakta tutmak, siyasi birliği korumak adına ortaya atılmıştır.)
   Kitap günlük formatında yazılmış bir eserdir. Genç, öğrenmeye ve gelişmeye istekli bir ermeni gencin Hayıkyan’ın yaşadıklarını konu alır. Hayıkyan’ın tüm macerasını günlüklerden öğreniriz. Bu macera fiziksel ya da duyusal değil, fikri ve zihinsel bir maceradır. "Osmanlı Kaynaşma kulübü"ne üyedir. Tüm Osmanlı vatandaşlarını tek bir hukuk ve kültür altında birleşip mutlu yaşanacağına; Osmanlılık idealinin tüm ırk, dil ve dinlerin üstünde yükseleceğine inanmaktadır. Fakat sokaktaki gerçek, halkın inancı ve tercihleri öyle değildir. Zamanla Hayıkyan’ın gözü açılır, böyle bir birleşme olmaz.
   Bu kulüp, bir gün yeni bir dil arayışı peşinde koşar, başka bir gün farklı dinlerin birleşiminden oluşan yeni bir dinin esasları belirlenir. Bu hayali kulüp, Jön Türklerle benzerlik göstermektedir.
  Hayıkyan’ın günlüğü sayesinde; dönemin buhran ve değişimlerini, psikolojik analiz ve fikirsel tartışmaları keyifli ve samimi bir dille okuruz. Bu eser hak ettiği değeri ve ilgiyi görmemiş. Osmanlılık, Türklük ve milliyetçilik kavramları üzerinde çok şey söylüyor. En ilginci bugünün sorunlarına da değiniyor. Mutlaka okuyun.
  ””Günlük tutmak lüzumsuz bir iştir.” derdim. Daha çok gençken öğrendiğim şey ciddi olmaktı. Dersimi okurken, arkadaşlarımla konuşurken, yolda giderken böbreklerim ağrıyormuş gibi yüzümü ekşitir, kaşlarımı çatardım. Bu alışkanlığım yüzünden gayet derin, zamanından erken oluşan çizgiler bıraktı.” s. 22
  ”Yazmak. Her geçen yıl hafif bir sis tabakası bırakmış hafızada, manevi bir duman.” s. 110