24 Ocak 2019 Perşembe

KAŞAĞI



Yazar Adı: Ömer Seyfettin
Basım Yılı: 2006
Yayınevi: Prizma Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 158

   Ömer Seyfettin bizlere hikayeciliği sevdiren yazar. İlkokulda onun hikayeleriyle büyüdük. Kaşağı içime işleyen bir hikayedir. Yıllar geçse de nesilden nesile devam eden öyküleri hep var olacaktır.
   Kaşağı ve İlk Namaz hikayeleri, karakterlerin tercihlerine yön veren; dürüstlük, fedakarlık gibi erdemler, çocuklara bu hikayeler sayesinde kolayca aşılanmaktadır.


   KAŞAĞI; anlatıcı ve kardeşi Hasan çiftlikte yaşarlar. Çiftlikte en sevdikleri şey, atlara bakan seyisin atları tımarlamasıdır. Boyları yetmediği için sadece seyisi izlerler. Anlatıcı, bir gün gece ahıra gider ve atları tımarlamak ister. Beceremez, kaşağıyı kırar. Suçu da kardeşine atar. Sert baba Hasan'ı cezalandırır. Hasan'a kimse inanmaz. Hasan çok üzülür ve hastalanır.Anlatıcı vicdan azabı çeker. Bir gün gerçeği söylemek ister. Ve sabahı bekler. Fakat kardeşi o gece ölür.
   FORSA hikayesinde ise umudun ne olursa olsun yitirilmemesi gerektiğini,
   TOPUZ hikayesinde,”Karaman'ın koyunu sonra çıkar oyunu” ata sözünü işler.
   DİYET; “koca Ali usta siyah şahane gözlerinin yüksek bakışından, kibar tavrından, gururlu sessizliğinden, düzgün sözlerinden onun öyle adi bir adam olmadığı anlaşılıyordu. Bir gece hırsızlık suçundan iftiraya uğradı. Kolunu keseceklerdi, şehirde çok sevilen biri olduğu için bedelini( diyetini) Karun kadar zengin Hacı kasap ödedi. Karşılığında kasaba bedava hizmet edecekti. ”Kula kulluk edecek.”
   ÇANAKKALE’DEN SONRA; Muhittin savaştan yılmış, hayat küsmüş, vatanı elden gidecek diye kendini evine kapatmıştı. Hiç ummadığı bir anda zafer çığlıkları onu hayata döndürdü. Evlendi, çocuğu oldu. Çocuğunun adını da Ülkü koydu. Ah ne güzel isimdir.
   BOMBA, hüzünlü bir hikayedir. Çetelerin, halka sırf görüşleri ve kendi yanlarında bulunmamaları yüzünden yaptığı zulümleri anlatır.
   KIZILELMA NERESİ? İlginç bir öyküdür. Ordunun padişaha itaati ve devletin ilkelerine bağlılığı vurgulanır.
    Kızıl Elma: Altından yapılan bir toptur. Türkler arasında zaferin işareti, hakimiyetin veya fethedilmek üzere seçilmiş yerin sembolü olarak kullanılmıştır. Ergenekon destanında, Yenisey yazıtlarında bu sembole rastlanır.
 BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT, Osmanlı Devleti zamanında savaşta başı gövdesinden ayrılarak şehit düşen derviş Deli Mehmet’in destansı hikayesidir.
   AND, Gönen’de geçer. Çocukların birbirlerinin kanını içerek kan kardeşi olmaları, kan kardeşlerin de kötü günlerinde kardeşinin yanında olacağına ant içerek yaptıkları fedakarlıkları anlatır.
   MÜJDE, Çanakkale’ye cepheyi ziyarete giden genç şairlerin yolda karşılaştıkları bir hadiseyi, manevi bir işaret olarak yorumlarlar. Bu bir gök taşının gökyüzünde bıraktığı dumandır. “Fethun Karib” yazdığını iddia ederler. (Yakın fetih anlamına gelir.)
   HÜRRİYET GECESİ hikayesi, 2. Meşrutiyetin ilanı sırasında bazı aydınların üzerindeki bencillik, gayesizlik ve Vandalizm teslimiyeti anlatır. Bilge ihtiyarın ağzından, genç yazarı uykusundan uyandırır.
   ”-Sen bir hançersin! İnsanlara istersen en büyük hizmeti görür, onlara erdemi, sevmeyi, gerçeği öğretirsin. İstersen onların erdemlerini öldürür, sessizliklerini bozar, hepsini boğaz boğaza getirir, yaşamlarının, mutluluklarını, zevklerinin tatlarını kaybettirirsin. Ruhun anahtarı senin elindedir. Kolaylıkla onu açar, içine istersen zehir, istersen yaşam verici bir iksir korsun.” s.112
   KÜTÜK, Aslan Bey mert, hainliğe prim vermeyen, cesur, zeki Osmanlı kumandanı. Zekice bir strateji ile bir kaleyi zapt etmesinin hikayesi.
   BAHARIN ETKİSİ hikayesi, bahar aşkından bahseder. Soğuk bir ortamda yaşadığında aşk zannettiği bu tutkunun söndüğünü anlayan birini anlatır.
 MİRAS,etkisinde kaldığım müthiş felsefi bir hikayedir. Başlangıcından alıntıyla bitiriyorum.
  “İnsanın kendi kişiliğinden nefret etmesi kadar dünyada sıkıntı verici bir şey yoktur sanıyorum! Yıllarca rollerine, yalanlarına aldandığımız bir arkadaştan -adiliğini alçaklığını sezince- hemen ayrılırız. Aşkta da böyle. Mabut gibi taptığımız bir vücudun bir lekesini keşfedince birdenbire soğur hatta ona düşman kesiliriz. Fakat kendimize… Ne yapabiliriz? Hiç! Ahlak görüşünün ruhumuzda tutuşturduğu “iyilik, doğruluk, güzellik” idealini yavaş yavaş karartır, bu 3 alevli esirden meşale sönünce artık karanlık bir çöle düşeriz. Halbuki hayvanlık ne kederli yaşayıştır! Kavramsız, amaçsız, sevgisiz, inançsız bir yaşam! ”İyi” yok  “Doğru” yok  “Güzel “ yok… İşte bugün benimde ruhumdaki ilahi meşale söndü. Serseri, gösterişli bir hayvanım! Üzgün, acılı, karamsar bir hayvan! Bu karanlığa düşüşüm irademle olmadı, istemeksizin… Adeta “haberim olmadan” diye bileceğim. Nasıl oldu? Nasıl birdenbire insanlıktan çıktım?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder