Yazar
Adı: Ömer Seyfettin
Basım
Yılı: 2006
Yayınevi:
Prizma Yayıncılık
Sayfa
Sayısı: 158
Ömer Seyfettin bizlere hikayeciliği sevdiren
yazar. İlkokulda onun hikayeleriyle büyüdük. Kaşağı içime işleyen bir
hikayedir. Yıllar geçse de nesilden nesile devam eden öyküleri hep var
olacaktır.
Kaşağı ve İlk Namaz hikayeleri,
karakterlerin tercihlerine yön veren; dürüstlük, fedakarlık gibi erdemler,
çocuklara bu hikayeler sayesinde kolayca aşılanmaktadır.
KAŞAĞI; anlatıcı ve kardeşi Hasan çiftlikte
yaşarlar. Çiftlikte en sevdikleri şey, atlara bakan seyisin atları
tımarlamasıdır. Boyları yetmediği için sadece seyisi izlerler. Anlatıcı, bir
gün gece ahıra gider ve atları tımarlamak ister. Beceremez, kaşağıyı kırar.
Suçu da kardeşine atar. Sert baba Hasan'ı cezalandırır. Hasan'a kimse inanmaz. Hasan
çok üzülür ve hastalanır.Anlatıcı vicdan azabı çeker. Bir gün gerçeği söylemek
ister. Ve sabahı bekler. Fakat kardeşi o gece ölür.
FORSA hikayesinde ise umudun ne olursa olsun
yitirilmemesi gerektiğini,
TOPUZ hikayesinde,”Karaman'ın koyunu sonra
çıkar oyunu” ata sözünü işler.
DİYET; “koca Ali usta siyah şahane
gözlerinin yüksek bakışından, kibar tavrından, gururlu sessizliğinden, düzgün
sözlerinden onun öyle adi bir adam olmadığı anlaşılıyordu. Bir gece hırsızlık
suçundan iftiraya uğradı. Kolunu keseceklerdi, şehirde çok sevilen biri olduğu
için bedelini( diyetini) Karun kadar zengin Hacı kasap ödedi. Karşılığında
kasaba bedava hizmet edecekti. ”Kula kulluk edecek.”
ÇANAKKALE’DEN SONRA; Muhittin savaştan
yılmış, hayat küsmüş, vatanı elden gidecek diye kendini evine kapatmıştı. Hiç
ummadığı bir anda zafer çığlıkları onu hayata döndürdü. Evlendi, çocuğu oldu.
Çocuğunun adını da Ülkü koydu. Ah ne güzel isimdir.
BOMBA, hüzünlü bir hikayedir. Çetelerin,
halka sırf görüşleri ve kendi yanlarında bulunmamaları yüzünden yaptığı
zulümleri anlatır.
KIZILELMA NERESİ? İlginç bir öyküdür.
Ordunun padişaha itaati ve devletin ilkelerine bağlılığı vurgulanır.
Kızıl
Elma: Altından yapılan bir toptur. Türkler arasında zaferin işareti, hakimiyetin
veya fethedilmek üzere seçilmiş yerin sembolü olarak kullanılmıştır. Ergenekon
destanında, Yenisey yazıtlarında bu sembole rastlanır.
BAŞINI
VERMEYEN ŞEHİT,
Osmanlı Devleti zamanında savaşta başı gövdesinden ayrılarak şehit düşen derviş
Deli Mehmet’in destansı hikayesidir.
AND, Gönen’de geçer. Çocukların
birbirlerinin kanını içerek kan kardeşi olmaları, kan kardeşlerin de kötü
günlerinde kardeşinin yanında olacağına ant içerek yaptıkları fedakarlıkları anlatır.
MÜJDE, Çanakkale’ye cepheyi ziyarete giden
genç şairlerin yolda karşılaştıkları bir hadiseyi, manevi bir işaret olarak
yorumlarlar. Bu bir gök taşının gökyüzünde bıraktığı dumandır. “Fethun Karib”
yazdığını iddia ederler. (Yakın fetih anlamına gelir.)
HÜRRİYET GECESİ hikayesi, 2. Meşrutiyetin
ilanı sırasında bazı aydınların üzerindeki bencillik, gayesizlik ve Vandalizm
teslimiyeti anlatır. Bilge ihtiyarın ağzından, genç yazarı uykusundan
uyandırır.
”-Sen bir hançersin! İnsanlara istersen en
büyük hizmeti görür, onlara erdemi, sevmeyi, gerçeği öğretirsin. İstersen
onların erdemlerini öldürür, sessizliklerini bozar, hepsini boğaz boğaza
getirir, yaşamlarının, mutluluklarını, zevklerinin tatlarını kaybettirirsin.
Ruhun anahtarı senin elindedir. Kolaylıkla onu açar, içine istersen zehir,
istersen yaşam verici bir iksir korsun.” s.112
KÜTÜK, Aslan Bey mert, hainliğe prim
vermeyen, cesur, zeki Osmanlı kumandanı. Zekice bir strateji ile bir kaleyi
zapt etmesinin hikayesi.
BAHARIN ETKİSİ hikayesi, bahar aşkından
bahseder. Soğuk bir ortamda yaşadığında aşk zannettiği bu tutkunun söndüğünü
anlayan birini anlatır.
MİRAS,etkisinde kaldığım müthiş felsefi bir
hikayedir. Başlangıcından alıntıyla bitiriyorum.
“İnsanın kendi kişiliğinden nefret etmesi
kadar dünyada sıkıntı verici bir şey yoktur sanıyorum! Yıllarca rollerine,
yalanlarına aldandığımız bir arkadaştan -adiliğini alçaklığını sezince- hemen
ayrılırız. Aşkta da böyle. Mabut gibi taptığımız bir vücudun bir lekesini
keşfedince birdenbire soğur hatta ona düşman kesiliriz. Fakat kendimize… Ne
yapabiliriz? Hiç! Ahlak görüşünün ruhumuzda tutuşturduğu “iyilik, doğruluk,
güzellik” idealini yavaş yavaş karartır, bu 3 alevli esirden meşale sönünce
artık karanlık bir çöle düşeriz. Halbuki hayvanlık ne kederli yaşayıştır!
Kavramsız, amaçsız, sevgisiz, inançsız bir yaşam! ”İyi” yok “Doğru” yok “Güzel “ yok… İşte bugün benimde ruhumdaki
ilahi meşale söndü. Serseri, gösterişli bir hayvanım! Üzgün, acılı, karamsar
bir hayvan! Bu karanlığa düşüşüm irademle olmadı, istemeksizin… Adeta “haberim
olmadan” diye bileceğim. Nasıl oldu? Nasıl birdenbire insanlıktan çıktım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder