11 Ocak 2019 Cuma

KİRALIK KONAK



Yazar Adı: Yakup kadri Karaosmanoğlu
Basım Yılı: 2010
Yayınevi: İletişim
Sayfa Sayısı: 220
    Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fransız edebiyatı etkisinde başlayan yazarlığı, 1920’lerden sonra siyasi ve sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve insan psikolojisine yönelir. Onun romanlarında Türk toplumundaki değişimleri görürüz. Tanzimat döneminden Cumhuriyet dönemine kadar olan değişimleri konu edinir. Önce Fecr-i Ati’ye katılıp ardından Milli edebiyat akımına dahil olmuştur. Sağlam bir gözlemcilik yeteneği vardır. Realizmin etkisi görülür fakat buna rağmen kendi düşüncelerini de belirtir. Karakterlerini başarılı bir şekilde canlandıran yazar, eserlerini sıkıcılıktan kurtarmak amacıyla onlara birer aşk olayı ekler. Yakup Kadri’nin üslubu Halid Ziya’dan sonra Türk romanında görebildiğimiz en sağlam üsluptur.


   Kiralık Konak, Yakup Kadri'nin ilk romanıdır. Gerek içeriği gerek karakterleri gerekse kurgusu bakımından Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanları arasında önemli bir yer tutar. Türk romanının köşe taşlarından biridir. Roman 2. Meşrutiyet döneminden başlar, Balkan Savaşlarını ve Birinci Dünya Savaşına doğru gittiğimiz, savaşa girdiğimiz yılları ele almıştır. Yazar Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan değer kargaşasını, kuşaklar arasındaki kopukluğu ve Batılılaşmanın yol açtığı yozlaşmayı anlatır. Mekan adından da anlaşıldığı gibi eski bir konaktır.
   Romanın başkahramanı Naim Efendi, yaşlı kuşağı temsil eder. Mabeyn-i Hümayunda çalışır sonra emekli olur. Geleneksel değerlere bağlı, zengin, servetli, dürüst bir insandır. Naim Efendinin kızı, oğlu ve damadı Servet Bey ise orta kuşağın temsilcileri, Alafranga hayat tarzı yaşayan, dejenere tiplerdir. Servet Beyin kızı Seniha ise babasının etkisiyle büyümüş, hiçbir değere saygı duymayan, şımarık bir kızdır. Yakup Kadri, bu üç kuşağın kendi aralarındaki mücadeleyi Naim Efendinin eski konağıyla bütünleştirerek mükemmel bir biçimde anlatmıştır. Konağın dağılıp satılığa çıkarılmasıyla biten roman, bir zümrenin çöküntüsünün hikayesidir.
   Romanın anlatımı ve dili biraz sıkıcı geliyor başlangıçta fakat ilerledikçe akıcı ve sade gelmeye başladı. İyi okumalar.


4 Ocak 2019 Cuma

ANKARA



Yazar Adı: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: İletişim
Sayfa Sayısı: 250
Türk Edebiyatının Milli Edebiyat dönemine başlıyorum.

   Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Türk toplumunun sorunlarına tarihsel açıdan bakmaya çalışmıştır. Romanları belli tarihsel dönemlerin romanlarıdır. Roman boyunca 3 erkekle evlendirilen Selma karakteri üzerinden Cumhuriyetin “ideal eş “ algısı anlatılmaya çalışılmış.


 Ankara romanı, 3 bölümden oluşur:
   1. Bölüm: Sakarya Savaşı öncesi (1922’ye kadar)
 Kurtuluş zaferi ile sonuçlanan savaş yıllarındaki Ankarayı kısaca anlatır. Roman kahramanı Selma Hanım, Milli Mücadele yıllarında bir banka şefi olan Nazif beyin karısıdır. İstanbullu Hanım için Ankara’da hayat tek düze, sıkıcı, yoksulluklarla doludur. Kocasının Milli davaya bağlanmadığını gören Selma Hanım yavaş yavaş kocasından kopmaya başlar. İlk bölümden dikkatimi çeken bir alıntı:
”Gerçi Selma Hanım, bu şöhret düşkünlerinden (Halide Edip Adıvar’a şöhret düşkünü demiş gibi anlıyorum) bu ihtiraslı politikacı kadınlardan biri değildi. İyi bir tahsil görmüş olmasına rağmen ve fikir davalarını çok iyi anlayabilecek bir seviyede bulunmasına rağmen memleket işlerine karışmak emeli gönlünden hiç geçmemişti. O,bu vazifeyi yaşını başını almış ve hayatta artık kendisi için yapacak bir şeyi kalmamış hanımlara bırakıyordu.” s.18
   2. Bölüm: Cumhuriyet ilanını izleyen yıllar (1926’ya kadar)
   Bu bölümde, zaferden sonraki Ankara vardır. Selma Hanım Nazif beyden ayrılmıştır.Selma Hanım eski Binbaşı emekli Miralay Hakkı Bey’le evlenmiştir İkinci eşi ile “vatanı kurtarma” paydasında buluşmuşlardı. Vatan kurtulunca ortak payda yok oldu.  Hakkı Bey, Milli Mücadele yıllarında atılgan, yiğit bir askerdir. Koşullar değişmiş, değişen koşullar Cumhuriyet öncesinin kişilerini de değiştirmiştir. Milli Mücadele kazanılmış, birinci bölümün kahraman yüzbaşısı Hakkı Bey’in; idealist, kahraman kimliğinden hiç eser kalmamış, sığ bir batı hayranı olarak balodan baloya koşan; kendisinin yabancı kadınlarla, karısının yabancı erkeklerle dans etmesinden gurur duyan, lüks içinde yüzen bir hayat yaşıyorlardı. Yabancı şirketlerin adamlarından “komisyon” alan bir adama dönüşmüştü. Vurguncu, harp zengini şirket meclislerinde dolaşan, vurdumduymaz bir hal içindeydi. Tek istediği güzelliği ve şıklığı ile göz kamaştıracak bir kadına kavuşmaktır. Hakkı Bey, Selma Hanımla salon kadını olacağı konusunda hiçbir tereddüt duymadığı için evlenmişti. Selma, bunalımını çalışarak aşmayı düşünür. Bu isteğine Hakkı Bey cevap bile vermeyecektir. Selma niçin çalışacağını izah ederse belki kocasının cevap vereceğini düşünür:
“Hayatımı kazanmak için değil fakat bir şeye yaramak için, bizi yalnız süsleyip dans ettirmek için mi açtınız? Yalnız buna yarayan bir kadın hürriyetinin ne kıymeti var? “ s.152
Onunla bir çocuk gibi alay etti. Verdiği cevap:
“Geriye alırsak kıymetini o vakit anlarsınız.”
Selma Hanım Hakkı Beyin bu yüzünü kaldıramaz ve ayrılır. Artık halkçılık diye bir dava kalmamıştır. Kitapta, İnkılabı böyle anlayanların hep kendi lehlerine çekenlerin eleştirileri vardır.
  ”Garpçılık bu değildir. Garpçılığı eğlence tarzı telakki etmeyiniz. Garpçılık her şeyden evvel bir yapma, yaratma, kurma, iletme ve işletme gücüdür. Bütün bu yaptığınız şeyler hep ondan sonra gelir.” Diye bağıracak olsanız alemin keyfini kaçırmaktan ve bir ukala gibi görünmekten başka bir işe yaramazsınız.” s:144
   Selma Hanım bu sırada yazar Neşet Sabit’le tanışır. Bundan sonraki hayatında toplumsal hizmet için öğretmenlik görevine atılır.
“Demokrasilerde, yukarıdan aşağıya doğru inmek yoktur. Hep aşağıdan yukarıya doğru çıkmak vardır. Bunun aksi, ancak bir katastrofu ifade eder.” s.167
Selma Hanım,  kendi kendine felaketini böyle ifade eder. Neşet Sabit’e, birinci kocadan ayrıldım, ikincisinden de ayrılmak üzereyim, gelip burada kendine bir yer arıyorum diye bahtsızlığını anlatır.
    Son Bölüm: Cumhuriyet sonrası (1937 ve 1943’e kadar)
 Roman, Cumhuriyetin 10. Yıl dönümü bayramıyla başlar. Gazi Mutafa Kemal’in Türk Milletine hitabesiyle Ankara'nın çehresi değişmiştir. Selma Hanım Neşet Sabit’le evlenmiş ve yeni hayatının inşasında elele vererek büyük bir aşkla çalışmaya başlamışlardır. Harf İnkılâbı, Tarih Cemiyeti, Yüksek İktisat Enstitüsü, Halk evleri gibi daha birçok alanda büyük atılımlar, yenilikler gerçekleşmektedir. Selma Hanım Neşet Sabit’le fırsat buldukça Anadolu'nun çeşitli yerlerine seyahat ederler. Kitapta, Anadolu toprağı, kırı, bayırı, dağı taşıyla cennetin bir parçası gibi tasvir edilir. Pınarbaşı'nda düzenledikleri eğlencelerde halk ezgileri, türküleri çalınır, söylenir.



29 Aralık 2018 Cumartesi

MEMLEKET HİKAYELERİ



Yazar Adı: Refik Halit Karay
Basım Yılı: 2015
Yayınevi: İnkılap
Sayfa Sayısı: 183

Türk edebiyatı, Fec-ri Ati dönemi eserlerine kaldığım yerden devam ediyorum. İyi okumalar.
   Refik Halit Karay’ın Memleket Hikayeleri kitabı, katıksız hikaye keyfi yaşatıyor. Anadolu'nun yarım yüzyıl içinde değişen ve değişmeyen davranışlarına ışık tutuyor. Okurken yazarın eşsiz görüş ve anlayışına hayran kalıyorsunuz. İnsan ve sosyal hayatın üzerine yazdığı bu hikayelerde dönemin manzarasını, psikolojisini ve mantığını çok derin, dolu ve gerçekçi şekilde yaşıyor ve yaşatıyor. 18 hikayenin tümünde bir canlılık ve aydınlık var. Anadoluyu anlamanın yolu bu kitaptan geçiyor. Hiç bir siyasal inanç gözetmeden bütünüyle insanların acılarını incelemiş. Psikoloji ve sosyoloji eseri kadar kıymetli bir kitaptır. Yazar; tekniği, dilinin güzelliği, taşlamalarının inceliği ve tasvirlerinin gücüyle ün yapmış Türk edebiyatının başında gelir.


   Sus Payı hikayesini 1909 yılında yazması o engin insan zekasıyla mümkündür. Çünkü o yıllarda Türk sanayisi yeni kurulmak üzereyken ve işçi problemi yokken yazması çok ileri görüşlü olduğunu gösterir.
   Yatık Emine, (Feneryolu1919) hikaye, Ankara’ya iki gün ötede küçük bir kasabada geçmektedir. Kasabanın kadınları bol bol evlenmekten ve sık sık çocuk doğurmaktan başka ömürlerinin tadı ve acısı yoktur. Kaçma kaçırma gibi olaylara tek tük rastlanır, ahlaksızca olgular çok az görülür. Sazsız, sözsüz, düğünsüz, derneksiz ölü bir hayat vardır. Kasabada tek aykırı olay Yatık Emine'nin sürgün olarak bu kasabaya gelişidir. Kasabalı bundan çok rahatsız olur. Fakat valilik emrine karşı gelemezler. Önce hapishanede sonra hastanede barındırmaya çalışırlar. Sürekli dövülüp dışlanır. Kasabanın dışında bir eve yerleştirirler. Hiç kimse hiçbir esnaf yiyecek dahi vermez. Kış gelir. Sonra Emine’den ses çıkmıyor, evine gidip bakarlar, soğuk ve açlıktan ölmüştür.
   Şeftali Bahçeleri hikayesi, kasabaya yeni gelen Yazı İşleri Müdürü Agah Bey, dünyanın gidişatından habersiz, kuramsal görüşlerle büyümüş, dik başlı, kuru zevkli bir adamdı. Kafasının içi kasabaya geldiği gün yeni düzenlemeler, örgütler, yardım dernekleri gibi ağır düşüncelerle doluydu. Memleketi kaplayan tembelliği, durgunluğu kafası almıyordu. 1 yıl sonra!... hoş bahçe kokusunu ciğerlerine çeker, minderlere uzanıp “Gel keyfim gel” diye söylenir.
   Koca Öküz hikayesi, Hacı Mustafa köyün ileri gelenlerindendir. Kasabadaki memurlara hediyeler dağıtır.
   Vehbi Efendinin Kuşkusu, Bilecik'te yaşanır. Vehbi Efendi kantar katibidir. Kendi halinde kimseyle ilgisi olmayan bir adamdır. İftiraya uğrar.
   Sarı Bal, hikaye Çorumda yaşayan yerli tipleri özel havası içinde çok ince taşlamalarıyla anlatır. Mevki sahibi kimseler bu eve hep uğrar. Bu evde içki, zina, eğlence her şey vardır.” s.70
   Şaka, üç arkadaş denizde çapkınlığa çıkarlar, içlerinden Servet Bey çok iyi yüzücüdür. Rum kızı Destina’ya şaka yapmak ister, denize girer fakat geri dönmez. Servet Beyin ağa dolanmış cesedi denizden çıkarılır.
   Boz Eşek,” hayvan bir önem kazınmıştı ki; önüne bol yem dökülüyor, mısır sapları yığılıyordu. Bu dinsel bir ödevdi.”
   Yılda Bir hikayesinde ” Bekir Elif’in vücudunda kapanmış bir bıçak yarası gördü, parmağını oraya dokundurup “Nedir bu?” diye sordu. Bu soruda sanki hakkı yenilmiş bir adamın öfkesi vardı. Kadın güldü. Hiç cevap vermedi…”
   Bir Saldırı hikayesi, beni ağlatan hikayelerden biriydi. “Mütareke yıllarında bulunuyorlardı, cepheden veya esaretten sıskası çıkmış dönen, hastanede tedavisi bitmeden sakat ve illetli olarak kapı dışarı edilen nice yedek subaylar vardı ki, ne maaş alabiliyorlar, ne iş bulabiliyorlardı. Yıllarca özlemini çekerek, yaşadıkları hudutlardan evlerine dönünce açlıktan ve yoksulluktan bir tutam mutluluk ve rahata kavuşamamışlardır. Bu öyle bir devir idi ki yalnız askeri bir felakete bağlı kalmıyordu; sosyal bakımdan da dünyanın en korkunç, usandırıcı ve kemirici bir devresi idi. Koca bir insan soyu dermansız babalar, ezgin analar, gıdasız çocuklarla özellikle bozulan ahlak ile kavruk, yatkın çürük kalmıştı.” s.169
   Toplumsal ve bireysel ahlak problemleri üzerine tespitleri çok gerçekçidir. Mutlaka okuyun. Tekrar tekrar okuyun.


22 Aralık 2018 Cumartesi

SEVGİLİ



Yazar Adı: İnci Aral
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 279

   İnci Aral; çocukluğu ölümler, göçler, ayrılıklarla geçmiş, halanın yanında yaşamış, içe kapanık, hırçın bir çocukken kitaplara sarılmış bir yazarımızdır. Okuyarak ve yazarak çocukluk yaralarını sarmış. 40 yıllık yazarlık serüveni önce mektuplarla başlamış, ilk öyküsünü 1977 yılında yazmıştır. Kalemine hayran olduğum yazarın İçimden Kuşlar Göçüyor, Mor, Taş ve Ten, Safran Sarı kitaplarını okumuştum. İnci Aral dupduru Türkçesi ve yalın anlatımıyla “Sevgili” kitabını okuruyla buluşturuyor.


   Yılmaz Güney, hakkında etraflı bir bilgiye sahip değilim. Hayatını bir amaca adamış, zorluklara rağmen yılmayan, dava adamlarının mücadeleli hayatlarına hep saygı duymuş, hep ilgimi çekmiştir. Sevgili kitabı da bir Yılmaz Güney biyografisidir.
   Kitabın kahramanı Yavuz ve Nilüfer. Yavuz’un babası kan davası yüzünden Çukurova’ya göçmüş, topraksız, yoksul bir ailedir. Bir gün eve kuma getirir ve o gün Yavuz ilk kez acıyla tanışır. Annesi çocuklarını alarak Adana’ya göçer. Fakat hem anne hem baba onca yoksulluklarına rağmen sanki çok büyük dayanakları varmış gibi kendilerini yere vurmayan insanlardır. Gururlu, dışa karşı başlarını dik tutan yapıları vardır. O dönemin şartlarında o imkansızlıklar içinde bir sinema dahisi, baskılara rağmen yüzlerce film ortaya koymak hayranlık uyandırıcı.
   Nilüfer’le bir film setinde tanışırlar. Aşktan öte bir duyguydu Nilüfer'e hissettiği.
  ”Aşkın özünde körlük, inat ve mantıksızlık var.” s.34
  ”Sevgi insanın dünyaya açılan en güzel penceresidir.” s.43
   Nilüfer ise kolejli bir sosyete kızıydı. Liseyi bitirince ailesi eğitimine yurt dışında devam etmesini istiyordu. Yavuz ise yaşlı, eli silahlı, kumarhanelerde basılan ünlü bir sinemacıydı. İnatçıydı, Yavuz’un varlık nedeni film yapmaktı. Kavga adamıydı, sineması da kavga sinemasıydı. Nilüfer ise hayatta anlam bulmak istiyordu. Yavuz'a her zaman saygı ve hayranlık duymuştu.” Yavuz’un doğrularını kural sayıp kendi doğrularımı onun hayatı içinde eritmeyi ne ölçüde başarabilirim?” s.66 
Ve her şeye rağmen evlendiler.
    “Ben zorluğun gerçek anlamını bilemem. Zor koşullara doğup epey zaman ayakta kalma savaşı verdiğimden zorla kolayı birbirinden ayırmayı öğrenemedim. Bunun iyi yanı insana mücadele inadı ve başarı azmi kazandırması, kötü yanı ise fazla kabaran öz güvenin belaya bulaşmayı kolaylaştırmasıdır.” s.35
   Yavuz, siyasi çalışmalara da başlamıştı. “ O günlerde sol hareket belli bir toplumsallık ve meşruluk yakalamıştı. Özellikle 15- 16 Haziran yürüyüşleriyle öne çıkan, gelişen işçi sınıfı hareketinin de etkisiyle yükselişteydi. Ekonomik krizle yönetim bunalımına giren hükumet siyasal İslamı ve gericiliğin diğer kollarını yardıma çağırırken siyasetin tansiyonu hızla yükseliyordu.” s.106
   Yavuz ne film çekmekten ne de siyasi çalışmalardan vazgeçmiyordu. Çocukları oldu. O sırada hapse girdi. Yavuz Anadolu’da bir sinema tanrısıydı. Nereye girse herkes ayağa kalkıp tapınır gibi çevresini sarıyordu. Hapisliğinden sonra Kral imgesine birde siyasi muhalefet eklenmişti. Yavuz’un en çok Yavuz Günay olduğu dönemiydi.
   Kitap Yılmaz Güney’in hayatı etrafında 1 Mayıs 1977’yi, Maraş’ı, 1980 askeri darbesini yani dönemin önemli kavşaklarını da hatırlatır.
   Herkese keyifli okumalar dilerim.


14 Aralık 2018 Cuma

YÜZYILIN KİTABI Yüzyılın Lideri



Yazar Adı: Sinan Meydan
Basım Yılı: 2018
Yayınevi: İnkılap
Sayfa Sayısı: 399

  Sinan Meydan 1975 doğumlu, Cumhuriyet tarihi ve Atatürk merkezli çalışmalar yapan, şimdiye kadar 27 eser yayınlamış, Araştırmacı- Tarih yazarımızdır. Bana bu kitabı hediye eden daima dost, gerçek insan, muhteşem sohbetlerimiz için minnettar olduğum Ayşegül'e sonsuz teşekkürler.


   Yazarın ön sözünden alıntıyla başlamak istiyorum.
  ”Günümüz tarih felsefesinin temellerini atan kişi Augustinus’tur. 4. Yüzyılda “Civitas Der” adlı eserinde, tarihin bir “düzen” ve “döngüsellik” taşıdığını ifade eder. İslam dünyasında tarih biliminin kurucusu, 14. Ve 15. Yüzyıllarda “İbn Haldun” dur.”
   Yüzyılın Kitabı, bugün yaşadığımız güncel olayların 1860’lardan 1960’lara uzanan tarihe ışık tutuyor. Ve yüzyılın lideri Atatürk çıkıyor.
  Yazar, Meşrutiyetten, 1. Dünya Savaşına; Kurtuluş Savaşından Demokrat Parti dönemine kadar olan tarihi yazıyor. Bu zaman dilimine dair çarpıtmalara, yalanlara ve uydurmalara cevap veriyor. II. Abdülhamit’in borsa oyunlarından, faiz batağındaki Osmanlıdan, savaşmadan masada kaybettiği toprakları; I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele yıllarında perde arkasında yaşananları, zorlukları, tartışmaları ve savaşı yer yer fotoğraflarla destekleyerek tüm gerçekliği ile aktarıyor. İsmet İnönü ve Lozan tartışmalarına da değiniyor. Sevr’i bilmeden Lozan’ın anlaşılmasının zor olduğunu, Lozan’da elde edilen kazanımlara nasıl kara propaganda yürütüldüğünü anlatıyor. Menderes döneminde ABD ile imzalanan anlaşmaların sonucu Türkiye ekonomisinin ve tarımının nasıl zarar gördüğünü gözler önüne seriyor. Amerikan politikasının Türkiye’ye verdiği zararları, tam bağımsızlığa verilen mücadeleleri hatırlatıyor. 16 Nisan 2017 referandumunda başkanlık anayasasıyla Cumhuriyetten Meşrutiyete nasıl dönüldüğünü, 23 Nisan'ın nasıl bayram olduğunu, NATO’ya nasıl girdiğimizi, Atatürk ve İnönü ile aldatmanın oyunlarını ve en önemlisi FETÖ’nün kara kutusu Said-i Nursi’yi ve günümüze de etki eden pek çok tarihi olayı çarpıcı bir dil kullanarak anlatıyor.
  ”Dine bakarken “dincilik” yapmamak gerektiği gibi, düne bakarken “düncülük” yapmamak gerekir. Çünkü “düncülük” ve “ecdatperestlik” tarihi bilim olmaktan çıkarır. Hamaset haline getirir.” Diyen Meydan tarih bilimi “geçmişle uyuşturmaz, geçmişle uyandırır” diye vurgu yapıyor.
   Tarih okumayı seviyorsanız ve kaynaklarıyla beraber gerçekleri akıcı bir şekilde öğrenmek istiyorsanız bu kitabı okuyun, okutun. İnsanı sıkmadan, yormadan okunacak bir tarih kitabı. Kitap kapak tasarımı ve sayfalarıyla da bir kaynak kitap olmuş, kütüphanenizde olsun. Mutlaka okuyun...


8 Aralık 2018 Cumartesi

MUSTAFA KEMAL



Yazar Adı: Yılmaz Özdil
Basım Yılı: 2018
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 498

            Beni görmek demek
mutlaka yüzümü görmek değildir.
          Benim fikirlerimi,
benim duygularımı anlıyorsanız
            ve hissediyorsanız,
                             bu kafidir.
                                         M. Kemal

   Yılmaz Özdil, gazeteci yazar kimliğiyle şahane bir Mustafa Kemal biyografisi oluşturmuştur. 10 yıllık titiz bir çalışma, 2000’e yakın kitap, makale, dergi  araştırmaları sonucu ortaya çıkmıştır. Atatürk'ü değil Mustafa Kemal’i doğumundan ölümüne kadar ki hayatını kaleme alıyor. Kitapta, tarih boyunca bildiğimiz yanlışlara değinilmiş, doğrular gösterilmiştir. Hangi bilgileri nereden bulabileceğimizden bahsetmiştir.


   Kitapta, Mustafa Kemal’in hayatına dokunan kişilerde mevcuttur. Annesi, babası, kardeşi, Salih Bozok, Latife, Fikriye, Nuri Conker, İsmet İnönü gibi pek çok kişileri anekdotlarla anlatmış. Yer yer ufak resimler kullanmış. Kimi fotoğrafları ilk defa görüyorsunuz. Nerede, hangi şartlarda çekildiği de çok güzel aktarılmış. Her sayfası duygu ve zeka yüklü.
   Kitaptaki son bölümde en beğendiğim kısım oldu. Mustafa Kemal’li yıllarda Dünya…
  ”20’li yaşlardayken, aspirin üretilmiş, Freud psikanalizm uygulamalarına başladı, Nietzsche, Oscar Wilde öldü.”
  Milli Mücadele yıllarında 38 yaşındayken, Ekim Devrimi yaşandı, Sovyetler Birliği kuruldu. Adolf Hitlerin Nazi Partisi kuruldu.”
   57 yaşında öldü. Suudi Arabistan’da petrol bulundu, Yahudi soykırımının miladı başlamıştı. Mustafa Kemal’in vefatından 10 yıl sonra da 2. Dünya Savaşı başlayacaktı.”
   Kitabın ciltli baskısı oldukça güzel. Kütüphanenize koyacaksanız mutlaka ciltli baskıyı almanızı tavsiye ederim. Kapağın ön tarafında Mustafa Kemal’in Mecliste kullandığı ilk imzası var. Çok anlamlı olmuş. Türkiye’yi kuran liderin tarihini merak ediyorsanız mutlaka okuyun.
   Her ne olursa olsun Mustafa Kemal’e hakaret etmekte yarışanların olduğu ve onun unutturulmaya çalışıldığı günümüzde bu kitap bir ilaç olarak geldi.
  ”Kemalizm sıfatını Türk basınında ilk kez Yakup Kadri Karaosmanoğlu kullandı. 1927 yılında. Yakup Kadri’ye göre Kemalizm bir şahsa ait değildi, Cumhuriyet’in parolasıydı, devrimciliğin adıydı.” s. 132
  “1981- 1893 arasında sadece Mustafa'ydı.
   1916’ya kadar Mustafa Kemal’di
   1921’e kadar Mustafa Kemal Paşa’ydı
   1934’e kadar Gazi Mustafa Kemal’di.
   1934’te Atatürk oldu.” s. 180
  ”Prenses Mevhibe Celalettin, ömrü boyunca “benimle gel” dediği ilk ve tek kadındı. Abdülhamit’in ve Vahdettin’in kız kardeşiydi.” s. 225
  ”Mustafa Kemal için kadın veya erkek ayrımı yoktu. Yürek var mı ona bakıyordu.” s.96


1 Aralık 2018 Cumartesi

BUDALA



Yazar Adı: Dostoyevski
Basım Yılı: 2010
Yayınevi: İletişim
Sayfa Sayısı: 704

   1868 yılında yazılan kitap, Dostoyevski’nin büyük romanlarından biridir. Dostoyevski Rus basınında yer alan bir cinayet davasından yola çıkarak yazar Budalayı. Hıristiyanlık ve ahlak çağrışımlarıyla yüklü göndermeleri vardır. Bir tutku romanı olan budala, Dostoyevski’nin yazdığı ilk büyük aşk romanıdır.


   Kitap, Lisa Knapp’ın, Budalanın yazılışı üzerine ön sözüyle başlar.
   Petersburg-Varşova treni hızla Petersburg’a doğru yol alırken, trenin 3. Mevki vagonlarından birinde, pencere kenarında iki yolcu karşılıklı otururlar. İkisi de genç, ikisinin de bagajı yok, ikisinin de ilginç yüz ifadeleri vardır. Prens Mışkin ve Rogojin.
   Romanın kahramanı Prens Mışkin sara hastasıdır. Tedavi gördüğü İsviçre’den dönerken, elinde giysi çıkınından başka hiçbir şeyi yoktur. Ailesinden son kalan kişiyi Lizaveta Prokovyenna’yı ve General olan eşini görmek üzere Petersburg’a gider. Yepaçinleri bulur. Burada Generalin 3 kızı Aglaya, Adelaida ve Aleksandra ile de tanışır. Prens ilginç kişiliği ile aileyi ve Petersburg’da tanıştığı diğer insanları etkiler. Ve hikaye böyle devam eder.
   Prens Mışkin’in yaşamı kendi iç dünyasını seyre dalmakla geçmektedir. İnsanlarla her türlü alışverişten arınmıştır. Budalalık derecesinde iyi olan Prens Mışkin tam bir saflık ve masumiyet içerisindedir. Dostoyevski’nin ifadesiyle hastalık derecesinde dünya nimetlerinden ve hırslarından kopmuş bir budalalık içersinde yaşamaktadır. Sevmekten başka bir şey gelmez elinden. Zekidir. Herkes onu her zaman yadırgar ama onsuzda edemezler. Kitapta geçen: “ hem soyludur, hem milyoner hem de budala. Bütün erdemler bir arada” cümlesi prensi tasvir etmektedir.
   Kendisi de sara hastası olan Dostoyevski’nin Prens Mışkin’e kendi kişiliğinden pek çok şey koyduğu söylenir. Prens Mışkin’in anıları aslında yazarın anılarıdır. Kitapta üstün betimlemeler vardır, o yüzden büyük klasiklerdendir sanırım.
   Büyük usta Dostoyevski der ki; “ Bu devir sıradan insanın en parlak zamanı. Duygusuzluğun, bilgisizliğin, tembelliğin, yeteneksizliğin, hazıra konmak isteyen bir kuşağın devridir.” Kitabın ana fikrini söyler. O devirle bu devir arasında bir fark yok aslında. Bu dünyada dürüst olmak budala olmak demektir.
  Kitabı okurken bazı yerlerde sıkıldım. Rus kültürüne hakim olmak, unvanları bilmek gerek. Önceleri kahramanların iç sesleri ilgimi çekmemişti. Zaman zaman yazarın kitaba girip okuyucuyla bağlantıya geçmesi, kitapta sohbet havası yaratıyor. Okuyun…
   Kitaptan alıntılar:
  ”Çocuklar insanın ruhunu hafifletir.” s.83
  ”Hiçbir şeye şaşmamak çok zeki olmanın işareti derler. Bence aynı ölçüde aptallığında işareti.” s.700
  ”Söyledikleriniz kalbimdedir. Kalbimin derinliklerinde! Orası sözlerinizin mezarıdır!” s.564
  ”Bireysel “sadaka” dedim, insanın doğasını incitir, kişiliğini aşağılar. Ama örgütlü “sosyal sadaka” ile kişisel özgürlük iki ayrı kavramdır ve biri ötekini yok etmez.” s.511
  ”Kuşkusuz bunu bana sorması, çok büyük zeka sahibi bir insanın kimi zaman son anda işi yazı turaya dökmesi gibi bir şeydi.” s.635
   Prens Mışkin’in Nastasya Filpovna’ya duyduğu tutkulu aşk ve Aglaya Yepaçin’e hissettiği ölümcül sevgi arasında bocalayan biri. Yazar çifte aşkı çok güzel anlatır. Dostoyevski tanıdığım en büyük psikolog oldu. Deliliğin sınırlarında dolaşıyor, bence de. Diğer eserlerini de okuyacağım. Eğer sizde okumadıysanız mutlaka okuyun.