22 Temmuz 2019 Pazartesi

VELİ’NİN OĞLU ORHAN Kurmaca Biyografi



Yazar Adı: Adem Kocamaz
Basım Yılı: 2019
Yayınevi: Dorlion
Sayfa Sayısı: 312

   Adem Kocamaz, 1984 doğumlu Muğla Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiş genç yazarımız. Kitabı güzel bir çalışma olmuş. Ankara ayazında 3 çocuk diyerek kitabına giriş yapmış.
Orhan Veli'nin yazdığı öz geçmiş;
  “1914’de doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım.7’sinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat'ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim, 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim. “


 Ansiklopedilerde şiirden kafiyeyi atan şair. Nahit Hanım'a göre; öfkesini bile içine atan,”Şimdi gelirim” diye kaybolan, günler sonra çıkagelen hüzünlü aşık… Kimine göre tak parti döneminin şairi, kimine göre küçük burjuva. Postaneden ve Tercüme bürosundan istifalarla son bulan memuriyet yaşamı… Gazetesi Yaprak için paltosunu dahi satmaya mecbur kalan bohem şair. 36 yaşında felaketle sonlanan bir ömür. Türk şiirinde bir devrimin adı: Ahmet Orhan Veli
   Veli'nin oğlu Orhan, babasının işi dolayısıyla İstanbul Galatasaray lisesinden ayrılıp Ankara Taş Mektep lisesine yazıldı. Oktay(Rıfat) ve Melih(Cevdet) de aynı yıllarda okuldaydılar. Oktay zengin bir aileden geliyordu: Nazım Hikmet ve Mehmet Ali Aybar, Oktay'ın kuzenleriydi. Taş Mektep Lisesinde edebiyat öğretmenleri Ahmet Hamdi Tanpınar onların şiir sevgisini daha da alevlendirdi. 1933’te Gazi Hazretleri okula gelip onları imtihan etti. Cumhuriyetin ve Türkçenin en büyük ozanları böyle tanışıp, muhteşem bir üçlü olmuşlardı. Cumhuriyetin ilk yüzleri gibiydi yüzleri.
   İstanbul Üniversitesi o yıllarda dünyaca ünlü bilim insanlarıyla dolup taşıyordu. Filozof Hans Reihenbach, Almanya’da Naziler iktidara gelince Türkiye’ye sığınmış, Albert Einstein’in arkadaşı aynı zamanda. Daha sonra Orhan Felsefe eğitimini yarım bırakıp, Ankara’ya dönmeye karar verdi. Postanede memur oldu. Aklında hep şiir vardı, şiirde bir akış hamlesi düşlüyordu. Alışılagelmiş şiirlerin dışında şiirler yazacaklardı. Sürrealistler gibi!
   Varlık dergisinde şiirleri yayınlandı. Önemli bir dergiydi. Bu arada dönemin 7. Başbakanı Recep Peker'di, tesadüf meyhanede karşılaşmışlardı.
   O sıralarda Melih, bursluluk sınavını kazanıp, Belçika’da sosyoloji öğrenimine gitti.
   Orhan’a göre eski şiirler içi boş, mekanik şiirlerdi. Birtakım formüllerle meydan getirilmiş, kimi zaman salya sümük bir duygulanma kimi zaman da duygusuz… sıkıcı şeylerdi. Kafiyesi ve vezni olmayan şiirler yazdılar. Vezinsiz kafiyesiz, ölçüsüz, kısa şiirler. Konuşma diliyle yazıldığı için kolay yazılmış izlenimi bırakıyordu. Ayrıntılarda saklı, basit güzelliklere karşı bir farkındalık söz konusuydu bu şiirlerde. Okuyucuya adeta yaşama sevinci aşılıyordu. Arzuladıkları şiire ulaşmışlardı. Nurullah Ataç, Sabahattin Ali onlardan ve şiirden bahsediyorlardı. Bunların konuşuluyor olması onları sevindiriyordu.
  “Rüyalarda olduğu gibi aklı denetimden sıyrılarak ahlaki ve estetik kaygı gütmeden, içlerinden geldiği gibi düşüncenin açığa çıkmasını arzuladıkları sanatsal bir ifade modeli geliştirmişlerdi. Andre Breton ve Philippe Soupault. Bunu Sürrealizm olarak adlandırarak, 1924 yılında Sürrealist Manifestoyu açıkladılar. Manifestolarında, düşüncelerinden etkilendikleri Freud’a şükranlarını sunuyorlardı.” s. 47
   Ruhsal Otomatizm (otomatik yazı) tekniği: Bilinç dışının söylemek istediklerini açığa çıkararak yazmalarını sağlayacaktı. Bu anlayışla verilen ilk eser Soupault ile Breton’un “Manyetik Çayırlar” adlı eseriydi.
   Bu arada Melih maddi sıkıntılar yüzünden yurda döndü. Bu sefer de Oktay Paris’e doktora yapmak için gitti. Orhan’da memuriyetten istifa etmişti. Ulus gazetesinde bildiri mahiyetinde anket yaptılar. Bugünkü Türk edebiyatını posalaşmış bir edebiyat olarak gördüklerini söylediler ve bütün şimşekleri üzerilerine çektiler.
   1938 başlarıydı, Melih ve Orhan aynı mahalle kızını sevdiler. Şiirler yazdılar.
   Nurullah Ataç kendileri hakkında; “Onlarda sembolistler gibi sözü istiareye boğup vuzuhtan kaçmak arzusu yok.” s.67
   O yıllarda Avrupa’da savaş çanları çalıyordu. Hatay meselesi ülkenin gündemindeydi. Nazım Hikmet bir komplonun pençesine düşmüş 28 yıl hapse mahkum edilmişti. Atatürk ölmüş, İsmet İnönü yeni Cumhurbaşkanı olmuştu. Celal Bayar başbakanlığa, Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanlığına getirildi.
   Bugüne kadar şiir, burjuvanın malıydı, evvelinde ise dinin ve feodal sınıfların sonuç olarak müreffeh sınıfların zevkine hitap ediyordu. Her şeyi kökten değiştirmeliydi…
   Orhan Ankara'daki rutinden sıkılınca İstanbul'a giderdi. Vapurda hocası Halit Vedat Bey’in karısı Nahit Hanım’la karşılaşır ve tutkulu yasak aşk filizlerini verir. (10 yıl önce de Sabahattin Ali ona tutulmuş ve şiirler yazmıştı.)
   En sert tepkiler alan şiiri “Süleyman Efendi” şiiri olmuştu.
   1 Eylül 1939 günü Almanların Lehistan(Polonya) topraklarına girmişlerdi. Orhan 1. Dünya Savaşında doğmuş, 2.Dünya Savaşına tanıklık ediyordu. Paris’teki dostları Cahid ve Oktay savaşın göbeğinde kalmışlardı. İnsanlar, köprüler, meydanlar, sanat eserleri acımasızca yok ediliyordu. Bu gelen faşizmdi. Savaş günlerinde Ankaralılar yeni yapılan çubuk barajına eğlenmeye gidiyorlardı. Güzel manzarası ve çok güzel konsomatris kadınları vardı.  “Şekspir, Molyer, Göte’yi saatlerce konuşabileceğiniz, edebiyat bilen ecnebi kadınlar!” s.95


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder