Yazar
Adı: Adem Kocamaz
Basım
Yılı: 2019
Yayınevi:
Dorlion
Sayfa
Sayısı: 312
Adem Kocamaz, 1984 doğumlu Muğla
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiş genç yazarımız. Kitabı
güzel bir çalışma olmuş. Ankara ayazında 3 çocuk diyerek kitabına giriş yapmış.
Orhan Veli'nin yazdığı öz geçmiş;
“1914’de doğdum. 1 yaşında kurbağadan
korktum. 2 yaşında gurbete çıktım.7’sinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya,
10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat'ı, 16’da Melih Cevdet’i
tanıdım. 17 yaşında bara gittim, 18’de rakıya başladım. 19’dan sonra avarelik
devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini
öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum. Hiç evlenmedim.
“
Ansiklopedilerde şiirden kafiyeyi atan şair.
Nahit Hanım'a göre; öfkesini bile içine atan,”Şimdi gelirim” diye kaybolan,
günler sonra çıkagelen hüzünlü aşık… Kimine göre tak parti döneminin şairi,
kimine göre küçük burjuva. Postaneden ve Tercüme bürosundan istifalarla son
bulan memuriyet yaşamı… Gazetesi Yaprak için paltosunu dahi satmaya mecbur
kalan bohem şair. 36 yaşında felaketle sonlanan bir ömür. Türk şiirinde bir
devrimin adı: Ahmet Orhan Veli
Veli'nin oğlu Orhan, babasının işi
dolayısıyla İstanbul Galatasaray lisesinden ayrılıp Ankara Taş Mektep lisesine
yazıldı. Oktay(Rıfat) ve Melih(Cevdet) de aynı yıllarda okuldaydılar. Oktay
zengin bir aileden geliyordu: Nazım Hikmet ve Mehmet Ali Aybar, Oktay'ın kuzenleriydi. Taş Mektep Lisesinde edebiyat öğretmenleri Ahmet Hamdi Tanpınar
onların şiir sevgisini daha da alevlendirdi. 1933’te Gazi Hazretleri okula
gelip onları imtihan etti. Cumhuriyetin ve Türkçenin en büyük ozanları böyle
tanışıp, muhteşem bir üçlü olmuşlardı. Cumhuriyetin ilk yüzleri gibiydi
yüzleri.
İstanbul Üniversitesi o yıllarda dünyaca
ünlü bilim insanlarıyla dolup taşıyordu. Filozof Hans Reihenbach, Almanya’da
Naziler iktidara gelince Türkiye’ye sığınmış, Albert Einstein’in arkadaşı aynı
zamanda. Daha sonra Orhan Felsefe eğitimini yarım bırakıp, Ankara’ya dönmeye
karar verdi. Postanede memur oldu. Aklında hep şiir vardı, şiirde bir akış
hamlesi düşlüyordu. Alışılagelmiş şiirlerin dışında şiirler yazacaklardı.
Sürrealistler gibi!
Varlık dergisinde şiirleri yayınlandı.
Önemli bir dergiydi. Bu arada dönemin 7. Başbakanı Recep Peker'di, tesadüf
meyhanede karşılaşmışlardı.
O sıralarda Melih, bursluluk sınavını
kazanıp, Belçika’da sosyoloji öğrenimine gitti.
Orhan’a göre eski şiirler içi boş, mekanik
şiirlerdi. Birtakım formüllerle meydan getirilmiş, kimi zaman salya sümük bir duygulanma
kimi zaman da duygusuz… sıkıcı şeylerdi. Kafiyesi ve vezni olmayan şiirler
yazdılar. Vezinsiz kafiyesiz, ölçüsüz, kısa şiirler. Konuşma diliyle yazıldığı
için kolay yazılmış izlenimi bırakıyordu. Ayrıntılarda saklı, basit
güzelliklere karşı bir farkındalık söz konusuydu bu şiirlerde. Okuyucuya adeta
yaşama sevinci aşılıyordu. Arzuladıkları şiire ulaşmışlardı. Nurullah Ataç, Sabahattin
Ali onlardan ve şiirden bahsediyorlardı. Bunların konuşuluyor olması onları
sevindiriyordu.
“Rüyalarda olduğu gibi aklı denetimden
sıyrılarak ahlaki ve estetik kaygı gütmeden, içlerinden geldiği gibi düşüncenin
açığa çıkmasını arzuladıkları sanatsal bir ifade modeli geliştirmişlerdi. Andre
Breton ve Philippe Soupault. Bunu Sürrealizm olarak adlandırarak, 1924 yılında
Sürrealist Manifestoyu açıkladılar. Manifestolarında, düşüncelerinden
etkilendikleri Freud’a şükranlarını sunuyorlardı.” s. 47
Ruhsal Otomatizm (otomatik yazı) tekniği:
Bilinç dışının söylemek istediklerini açığa çıkararak yazmalarını sağlayacaktı.
Bu anlayışla verilen ilk eser Soupault ile Breton’un “Manyetik Çayırlar” adlı
eseriydi.
Bu arada Melih maddi sıkıntılar yüzünden
yurda döndü. Bu sefer de Oktay Paris’e doktora yapmak için gitti. Orhan’da
memuriyetten istifa etmişti. Ulus gazetesinde bildiri mahiyetinde anket
yaptılar. Bugünkü Türk edebiyatını posalaşmış bir edebiyat olarak gördüklerini
söylediler ve bütün şimşekleri üzerilerine çektiler.
1938 başlarıydı, Melih ve Orhan aynı mahalle
kızını sevdiler. Şiirler yazdılar.
Nurullah Ataç kendileri hakkında; “Onlarda sembolistler gibi sözü istiareye boğup vuzuhtan kaçmak arzusu yok.” s.67
O yıllarda Avrupa’da savaş çanları
çalıyordu. Hatay meselesi ülkenin gündemindeydi. Nazım Hikmet bir komplonun
pençesine düşmüş 28 yıl hapse mahkum edilmişti. Atatürk ölmüş, İsmet İnönü yeni
Cumhurbaşkanı olmuştu. Celal Bayar başbakanlığa, Hasan Ali Yücel Milli Eğitim
Bakanlığına getirildi.
Bugüne kadar şiir, burjuvanın malıydı,
evvelinde ise dinin ve feodal sınıfların sonuç olarak müreffeh sınıfların
zevkine hitap ediyordu. Her şeyi kökten değiştirmeliydi…
Orhan Ankara'daki rutinden sıkılınca İstanbul'a giderdi. Vapurda hocası Halit Vedat Bey’in karısı Nahit Hanım’la
karşılaşır ve tutkulu yasak aşk filizlerini verir. (10 yıl önce de Sabahattin
Ali ona tutulmuş ve şiirler yazmıştı.)
En sert tepkiler alan şiiri “Süleyman
Efendi” şiiri olmuştu.
1 Eylül 1939 günü Almanların Lehistan(Polonya)
topraklarına girmişlerdi. Orhan 1. Dünya Savaşında doğmuş, 2.Dünya Savaşına
tanıklık ediyordu. Paris’teki dostları Cahid ve Oktay savaşın göbeğinde
kalmışlardı. İnsanlar, köprüler, meydanlar, sanat eserleri acımasızca yok
ediliyordu. Bu gelen faşizmdi. Savaş günlerinde Ankaralılar yeni yapılan çubuk
barajına eğlenmeye gidiyorlardı. Güzel manzarası ve çok güzel konsomatris
kadınları vardı. “Şekspir, Molyer,
Göte’yi saatlerce konuşabileceğiniz, edebiyat bilen ecnebi kadınlar!” s.95
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder