Savaş günleri Orhan'ın yaşamında derin izler
ve hatıralar bıraktı. “Bizim Gibi” şiirini savaş aygıtlarından insani
duyarlılık bekleyen birinin gözüyle yazdı.
Küllük Kahvesi, İstanbul aydınlarının uğrak
yeriydi. Buraya takılanlar komünistti. Abidin Dino( geleceğin önemli ressamı),
Sait Faik gibi isimler bir araya gelerek çıkaracakları mecmuayı konuşup
tartışıyorlardı. Küllük Kahvesinin bitişiğinde Emin Efendi Lokantası vardı. Burada
Mehmet Emin Yurdakul, Nihal Atsız, Yusuf Ziya Ortaç, Yahya Kemal gibi şöhretli
kalemler otururdu.
Cavit Yamaç’la bir sohbetlerinde şiir
kitaplarının adının “Garip” olmasını tavsiye etti. Şiir felsefesini en derli
anlatan “Garip” yazısını çıkardı. Garip, üçlünün şiir anlayışlarını açıklayacak,
ortak çıkışlarının bildirisi olacaktı. Bu üçlüye “Garipçiler” adı takılmıştı.
Kendilerini küçümsemek için bopstillerde deniyordu. Oktay Akbal, ilk olumlu
yazıyı “Modern şiirimizin triosu” olarak niteledi. Nazım Hikmet, onları
şekilcilik ve yobazlıkla itham ediyordu. Edebiyat kamuoyunda tartışmalar sürerken
Orhan askere gitti, Mayıs 1941’de.
2.
Dünya Savaşı devam ediyordu. Akdeniz savaşın sınırlarına girmişti. Orhan’ı
üniformanın getirdiği hayat epey zorlamıştı.”Askerde tek tesellisi şarap
içmekti.” s.128
1944’de terhis oldu ve Tercüme Bürosunda işe
başladı. Başkan Nurullah Ataç ve yardımcısı da Sabahattin Eyüboğlu’ydu. Hasan
Ali Yücel’de bazen toplantılara katılıyor, çevirilerle yakından ilgileniyordu. Nazım Hikmet'te bir formül bulunarak dahil edildi. Senede 100 klasik çeviriyorlardı.
Bunları Köy Enstitülerine gönderiyorlardı. Tercüme Bürosu ülkeyi aydınlık
yarınlara ulaştırma hedefindeydi. Ne var ki Nihal Atsız büroyu hedef
gösteriyordu, listenin en başında da Sabahattin Ali’yi sayıyordu. Hakaret
davası, siyasi bir görünüm kazanarak Irkçılık-Turancılık davası adını alacaktı.
İnönü, 1944’te yaptığı konuşmasında Turancılık düşüncesinin ülkenin başına
belalar açacağını söyledi.
Sabahattin Eyüboğlu Orhan'a, şiirlerine
türkü katmasını tavsiye etti. “İstanbul Türküsü” şiirini yazdı. “Bunlar gerçek
Orhan Veli'nin değil, kendini unutmuş, yıktığı geleneğe boyun eğmiş, yenilmiş
Orhan Veli'nin şiirleri.” s.137 Bu şiir babasıyla arasını da bozdu.
Orhan Köy Enstitülerine gitti, büyük bir
coşkuyla karşılandı. “Yol Türküleri” şiirinde bunu dile getirdi.
Bella İstanbul’dan Ankara’ya ablasının yanına
taşındı. Erol Güney’le ve ablasıyla aynı evde yaşamaya başladı. 16 yaşındaydı,
yahudiydi. Orhan aşık olmuştu. “Sere serpe” şiirini ona yazmıştı. Aralarında;
hep net olmayan, sınırda kalan, çekingen cümleler… vardı.
2. Dünya savaşının demokrasi cephesinin
kazanması sonucu Türkiye üzerindeki etkisi; Çok Partili hayata geçilmesi oldu. Ülke
için bir kırılma noktasıydı. 1946’da Demokrat Parti kuruldu. Köy Enstitüleri ve
Tercüme faaliyetlerinden rahatsızlık duyuldu. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali
Yücel istifa etti. Köy Enstitülerinin
mimarlarından İsmail Hakkı Tonguç’ta görevden alındı. Çok geçmeden kıyım
başladı. Sürgünler, tasfiyeler, baskılar…
Orhan'ın çalıştığı büronun da kapısı çalındı.
Bundan sonra yapılacak çeviriler “vatan sevgisini artıracak mahiyette”
olacaktı. Orhan istifa etti, parasızdı. İstanbul'a ailesinin yanına döndü. Mehmet
Ali Aybar’la Haftalık siyasi gazete çıkaracaktı. İlk defa edebiyatın dışında
kalem oynatıp, siyasi düşüncelerini özgürce yazdı. Bu avare şairin memleket
meseleleri konusunda da bir takım dertleri, düşünceleri, fikirleri olduğuna
herkes tanıklık ediyordu. İlk yazısı “Okuma yazma düşmanı bir Milli Eğitim
Bakanı” idi. 1947 de çıkardıkları gazete de kapatıldı. Mehmet Ali Aybar’la
beraber İzmir'e gidip “Zincirli Hürriyet” adında gazete çıkardılar.
O günlerde Truman Doktrini olarak anılacak
olan tarihi bir olay cereyan etti. 12 Mart 1947’de ABD Başkanı Truman Türkiye
ve Yunanistan'a maddi yardımlar yapacaktı. Yeter ki Sovyet Rusya'nın güdümündeki solculara göz açtırılmasın! Gazetelerini İzmir’de de çıkaramadılar.
Şairlik ve yazarlık bir iş, bir meslek değildi.
Melih “Tohum” adlı uzun bir şiir yayınladı. Meydan
gazetesinde tesadüfen görmüştü. Ölçülü ve kafiyeliydi. Bu şiir, Melih’le
ayrılık tohumları oldu. Garipten ayrılıyor muydu! Tohum şiirlerinde bir dönüm
noktası oldu. Fakat dostluklarında bir kırılmaya izin vermediler.
1948 yıllarının sonlarında birçok solcu
hapse atılmıştı. Orhan, parasızlıktan tek sayfalık “Yaprak” gazetesini
çıkararak hayata tutunmaya çalıştı. Yaprak, bir fikir ve sanat gazetesiydi. Philippe
Soupault, Türkiye’ye gelir ve yaprağı ziyaret eder. Nazım ve sürrealizm
üzerine çok şey konuşurlar.
14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti büyük bir
zafer kazandı.
Kasım 1950’de Orhan öldü. Alkol zehirlenmesi
denildi.
Güzel
bir biyografi idi. Yazarlar buluşması gibiydi. Mutlaka okuyun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder