17 Eylül 2023 Pazar

NARZİSS VE GOLDMUND

 Yazar Adı: Hermann Hesse

Basım Yılı: 2011

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 318

 

   Hermann Hesse (1877-1962), hem yorucu hem de zihnimi açan saygıdeğer yazar.

   Okuduğum 3. Kitabı, hayranlığımı anlatacak sözcük bulamıyorum. Ben’in dağılışını çok güzel tasvir eder. Dostluğu, insanlığı, kendine yolculuğu derinden ve felsefi dokunuşlarıyla güzel hikayeleştirir.



  Narziss ve Goldmund kitabı, karakter ve dünya görüşleri tamamen karşıt olan iki dostun, farklı yollardan geçmelerine rağmen aynı düzlemde buluşmaları denilebilir.

   Dostlukları, genç yaşta  manastırda başlar sonrasında Goldmund’un göçebelik yolculuğu üzerinden ilerler. Narziss karakteri bilgeliği, kavram ve kalıpları çalışmayı seçer. Goldmund ise tasarım ve imgelerden, sanat çalışır. İkisinde  de varoluş sancısını iliklerinize kadar hissedersiniz.

"Goldmund, kendisini böyle tarifsiz ölçüde yorgun düşüren şeyin ne olduğunu, nasıl ölümcül bir ruhsat zorlanmanın kafasındaki boşluğa ve gözlerindeki yanmaya yol açtığını. Dün akşam unutmak için sürekli harcadığı ama sürekli başarısız kalan amansız çabaydı bu." s.30

   Kitabın en beğendiğim bölümü, 283. Sayfadan itibaren başlayan diyaloglar, çok zihin açıcı. Kitabı mutlaka okuyun. Yazarın, en iyi romanı bana göre.

“Beni kıskanman yersiz Goldmund. Senin kastettiğin gibi bir huzur arama bu dünyada. Bir huzur var, evet; ama içimizde sürekli yaşayıp bizden hiç ayrılmayan bir huzur değil bu, Ancak tek bir huzur var ki, onunda boyuna yeni savaşımlarla ele geçirilmesi, her gün yeniden savaşılarak kazanılması gerekiyor. Sen benim verdiğim savaşları görmüyorsun, ne bilimsel inceleme ve araştırmalarım sırasındaki savaşları biliyorsun, ne Tanrıya ibadet sırasındaki savaşımlarımdan haberin var. Bunlardan haberin olmayışı da iyi bir şey. Bende gördüğün tek şey senden daha az kaprislere kapılmam; buna da huzur gözüyle bakıyorsun. Ama gerçekte bir savaş bu, seninki de içinde olmak üzere doğru yolda sürdürülen her yaşam gibi savaş ve özveri.” s.298

"Ermişlik mertebesine götüren en kestirme yollardan biri de günahkarlık. "

 

14 Ağustos 2022 Pazar

FARK ET DÜŞÜN HİSSET YAŞA

 Yazar Adı: Hakan Türkçapar

Basım Yılı: 2019

Yayınevi: Epsilon

Sayfa Sayısı: 290

    Prof. Dr. Hakan Türkçapar, (1966-…), Akademy of Cognitive Therapy (act) nin eğitici terapisti ve bilişsel davranış terapinin önemli isimlerinden psikiyatrist yazar. İyi bir doktor ve sosyal antropoloji alanlarında uzman kişi. İlaçla iyileşmeyi ikinci planda tutan önemli olanın düşünceleri düzeltmek olduğunu vurgulayan, yalın ve kıymetli bilgiler veren psikoterapist.



   Okul yıllarımdan beri psikolojiye olan merakım vardı. Kendimle ve hayatla meselem hiç bitmedi. Bazı düşünceleri aşabilmem için de doğru kaynaklara ihtiyacım vardı. Terapistimin tavsiyesi üzerine okuduğum “Fark et Düşün Hisset Yaşa" kitabı, hayat amacım olan “iyi yaşam” ilkeme katkısı büyüktü. Yaşamı anlamlı ve doyumlu geçirmek isteyenlere, klinik rahatsızlık düzeyinde olmayan kimi sorunları kişilerin kendi başına aşmalarına yardımcı olabilecek bilgiler barındırıyor. Kitap da sorun ve çözüm üzerine uzun uzun çözümlemeler var. Yaşamda iyiyi hedefleyerek, hepimizin istek ve ideallerimizin farkında olarak bunlara dönük yaşayarak, sahip olduğumuz düşüncenin olan bitenleri ve olacakları realist ve akılcı bir şekilde tanımlayıp anlamlandırarak, olacakları iyi bir şekilde öngörerek bizlere yardımcı olan bir eserdir.

  Dikkatimi çeken kısım, olumsuz duyguları görmezden gelmek yerine bu duygunun içindeyken “ne istiyorum” sorusunu sorarak, olmak istediğimiz kişiye biraz daha yaklaşabilmemiz idi.

  Neyi istediğimizi bulmak? Kitabın esas sorusu buydu. Hedeflerimizi kurgularken istemediklerimizi dile getirmek değil ( sigara içmeyeceğim) istediklerimize odaklanarak gerçek bir ideal yaratabiliriz.

   Kitabın anlaşılır bir dili var. Herkesin kolaylıkla okuyabileceği akıcı, kendi kendine terapi rehberi sunuyor okurlarına. İyi okumalar.

 “Sorunları bir tehditten çok, kişinin kendisini geliştireceği bir fırsat olarak görmek en gerçekçi tutumdur çünkü insan sorun yaşayarak en iyi ve en kalıcı şekilde öğrenir.” s. 228

“Bu kitapta dile getirilen yöntemin dayadığı bilişsel davranışçı terapilerin getirdiği en büyük yenilik, dünyanın kendisinden çok ona dair zihnimizde oluşan görüntü ve temsilin bizim duygu ve davranış tepkimizi büyük oranda belirlediğidir.” s.223

Yani hiçbirimiz dünyayı olduğu gibi algılamıyoruz…

 

6 Ağustos 2022 Cumartesi

İRADE TERBİYESİ

 Yazar Adı: Jules Payot

Basım Yılı: 2018

Yayınevi: Ediz Yayınevi

Sayfa Sayısı: 202

   Jules Payot, (1859-1940) Fransız pedagog ve yazar, bazı kaynaklarda örgün eğitimde lider bir figür olduğu söylenir.  İrade Terbiyesi, 32 den fazla dile çevrilmiş bir eserdir. O dönem Vatikan tarafından 13 yasaklı kitaptan biri.



“İrade, duygusal bir güçtür ve düşüncelerin irade üzerinde etkili olabilmesi için tutkularımızla beslememiz gerekir.”

   Yazar ön sözünde, topluma sunduğumuz bu kitabın alt başlığı: irademize faydalı olacak duygularımızı güçlendirmek ve zararlı olanları da uzaklaştırmak olabilir, diyor. Topluma fayda üzerinden değerler oluşturuyor.

   Duygularımızı fark edip, olumsuz düşüncelere izin verdikçe nasıl kontrolden çıkıp, davranışlarımızı dolayısıyla hayata bakışımızı kötü yönde etkilediğini belirtmek isterim. Davranışlarımız, yapıp ettiklerimiz, daha sonrasında bulunduğumuz çevre ve ortamı etkiler. Kendimize, nasıl bir hayat istediğimizi sık sık sormalıyız.

   Kitap, 5 bölümden oluşur. Mücadele edilecek düşman; isteksizlik, cinsel dürtüler ve şehvet, kötü arkadaşlar, tembellik gibi bahanelerden bahseder. Çevrenin önemi, iç kaynaklarımız, özellikle tefekkürün önemini vurgular. Hareketin, beden sağlığının, düşüncelerin ve duygu hallerinin irade terbiyesindeki rolü üzerinde duruyor. Farklı bakış açısı ile okurlarını etkilemeyi başarıyor.

 Aklın gücüne; sağlıklı düşünmek, doğru karar vermek adına ihtiyacımız var. Bunu da eğitimli zeka ile başarırız.

“Toplumsal baskı korkusu, dini temsil eden otoriteye karşı saygı, eğitim yıllarının birikmiş alışkanlıkları, günah işleme korkusu, sürekli ve her yerde bizi gören duyan hatta düşüncelerimizi bilen tanrı düşüncesi, ondan beklenen umutlar bütün bunlar bilincimizde basit gibi görünen ama aslında karmaşık ve mühim bir yer edinir.”. s.179

“Ernest Renan’ın dediği gibi: “artık sahip olmadığım bir inancın hala beni yönettiğini hissediyorum. İnancın özelliği, kaybolmasına rağmen hala etkili olmasıdır.”

  Genç yaşlarda okunması faydalı olacak bir eser. Dönemin ilk kişisel gelişim kitapları arasında olsa gerek.

 

9 Mart 2022 Çarşamba

KURUMLAR SOSYOLOJİSİ Kurumlara Başlangıç Çerçevesinde Bir Çalışma

 Yazar Adı: Mustafa Aydın

Basım Yılı: 2011

Yayınevi: Kadim

Sayfa Sayısı: 230

 Mustafa Aydın, 1950 Konya doğumlu, Toplum bilim araştırmacısıdır. Özellikle din, bilgi ve siyaset sosyolojisiyle ilgilenmiş, 2 kitabı ve çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır. Bende katıldığım Türk Siyasi Tarihi atölyesinde, hocamızın tavsiyesi üzerine okuyup, tanıdım.



   Kitap 7 bölüm ve sonunda da güzel bir kaynakçadan oluşuyor. 6 temel kurum: Aile, Ekonomi, Din, Eğitim, Siyaset ve Boş Zamanlar kurumlarını ve onların işleyiş tarzlarını genel çizgileriyle, ortak başlıklar altında göstermeyi amaçlayan, emek verilmiş, enfes bir çalışma olmuş.

   Kurumlar kültürel olgulardır. Bir toplumda yaşayan insanların ilişki örüntülerini gösterirler. İhtiyaçları karşılamak üzere ortaya çıkmış ve sürekli hale gelmişlerdir. İnsanlara hazır davranış örnekleri verirler. Toplumlarla kurumlar arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Yani  toplumdaki sosyal değişimler kurumlara yansır, kurumsal bir değişimde az çok toplum üstünde bir etkide bulunur. Kurumların toplum ekseninde bir bütünlükleri vardır. Bu eksen genellikle toplumların etik yapılarıdır. Kurumlar diğer kurumun görevini yerine getiremez, karışıklıklara neden olur. Böylesi dönemlerde kültür, kendinden beklenen ideal tipler üretememektedir. Mesela ülkemizde ailenin ekonomi ile, dinin siyaset ile, eğitim ile bağlantıları sağlıklı değil diyor yazar bir örneğinde. Yine bir örnek; kendisi bir kontrol/denetleme kurumu olan din alanına, gelenekselden moderne çok değişik yorumlar hakimdir. Bunun çözümünün de, kurumların saha araştırmaları yapması gerektiğini önerir.

DEVLET; yüzyıllardan beri vardır. Ancak ona çok farklı biçimlerde yaklaşılmıştır. Marxistlere göre bir sınıf yapısıdır, Weber’e göre bütün bir toplumu birleştiren bir kuruluş, Hegel’e göre o bir yeryüzü tanrısı, anarşistlere göre ise kendi kendine eriyip bitmesini beklemeden ortadan kaldırılması gerekli bir yüz karası, kimilerine göre ise topluluklar toplumu ya da sosyal piramidin zirvesidir. Klasik tanımlarda ülke, halk ve iktidar organizasyonudur ve genelde normatif bir sistemdir.” s.160

“Herkesin bir sağlık kurumu vardır ama bir baş ağrısı toplumlarda farklı şekilde dindirilebilir. Batı formunda bir kurumsallaşma da bir ağrı kesici hapla, uzak doğuda akupunktur iğnesiyle, bir başka toplumda bir bitki suyunu kaynatıp içmek ya da büyüsel bir işlemle giderilmeye çalışılır.” s.19

Kurumların ortaya çıkış tarzları:

Eylem-Tekrar-Alışkanlık-Adet-Norm-Kurum

“İnsanoğlu, aile kurumu ile soyunu devam etmekte ekonomi ile bizzat kendi varlığını sürdürmektedir.” s.69

“Durkheim’in tezine göre tüm sosyal kurumlar dinden doğmuşlar. Ancak zamanla onunla olan kutsallık bağlarını kopararak din dışı ve hatta ileri boyutlarda din karşıtı hale gelmişlerdir. Sekülerleşme tezi bir din ve din dışı ayrımına dayanmaktadır. Durkheim’in deyimiyle kutsal- kutsal dışı.” s.124

 

 Ekonomi kurumu, toplumda örüntüleşmiş, süreklilik kazanmış işlemler ünitesidir. Ve bu haliyle toplam kültürün önemli bir parçasını meydana getirir. Bazı düşünürler çalmanın hayvanlarda bulunmadığını dolayısıyla insani bir mübadele şekli olabileceğini ileri sürerler*

 Yazar, içerik olarak  makul düzeyde akademik terim kullanmış, teoriler yazarak, örnekler vererek açıklamış. Kitap, yazarın her ne kadar derlemesi olsa da, Sosyolojiye giriş için, sosyal kurumları anlayabilmek, algılayabilmek adına iyi bir ilk adım ve giriş kitabı olmuş.

 

 

SOSYOLOJİ YAZILARI

 Yazar Adı: Max Weber

Basım Yılı: 2017

Yayınevi: Metis

Sayfa Sayısı: 420

    Max Weber (1864-1920) Alman düşünür, sosyolog, ekonomi politik uzmanı. Siyaset sosyolojisi ve eğitim sosyolojisi alanında yaptığı araştırmalarıyla çağdaş sosyolojinin kurucusu sayılabilir. Dinleri, antik toplumları, iktisadi tarihi, hukuk sosyolojisini, müzik sosyolojisini incelemiş, temel bir bulgu bulamamıştır. Marx’ın kavramlarından uzak olsa da Marx’tan etkilenmiştir. Protestan ahlakı hakkındaki çalışması etkili olmuştur. Cennetin adresinin dünya üzerinde olduğu mesajlarını, kuşaklara aktarır. Kapitalizmle Protestanlık arasındaki ilişkinin temelindeki dinsel damarı keşfeden; karizma, bürokrasi, statü kavramalarının içeriklerini doldurmuş en sağlam sosyologdur. Bildiğim Türkçeye çevrilmiş 12 kitabı vardır. Hızla onları da okumak istiyorum.



 Weber, kitapta karşılaştırmalı dinler tarihini, çileciliği, disiplini, iktidarı, karizma, statü gibi kavramları daha geniş perspektiften ele almış, çok doyurucu bir eser olmuş. Kitap, Şerif Mardin’in 1986’da Weber üzerine yazdığı yazıyla başlar. Hans H Gerth, C. Wright Mills’in yazar ve yapıtı hakkındaki girişiyle başlar. Bilim ve siyaset, iktidar, din ve toplumsal yapılar olmak üzere 4 bölümden oluşur.

“Bir gün koruda yürürken duygusal denetimini yitirdi ve ulu orta ağladı… Yıllar sonra arkadaşına yazdığı mektup da: ”Acı insana dua etmesini öğretir derler. Her zaman mı? Kendi deneyimime dayanarak bunu sorgulamak isterim. Ama tabi insana vakarını kazandırdığı konusunda sana katılıyorum.” s.33

“Sözcük anlamı Tanrı vergisi olan “karizma” dertlilerin ve olağanüstü özelliklere sahip olduğuna inandıkları bir liderin peşinden gitme gereksinimi duyanların önüne düşen ve bu konuma kendi kendini atayan önderleri nitelemek için kullanıldı. Dünya dinlerinin kurucuları, peygamberler, askeri ve siyasi kahramanlar, karizmatik önderin arketipleridir. Mucizeler ve vahiyler, kahramanca cesurluklar ve göz kamaştırıcı başarılar, bunların büyüklüğünün işaretleridir. Başarısızlık onların sonu olur.” s.76

  Karizmatik liderliği çözümlemedikçe tarikatlar ve cemaatlerin oluşması çözümlenemez. Birer kıyma makinasına dönüşürler. 15 Temmuz 2016 da cemaatin darbe girişimine tanıklık ettik. Kriz dönemleri karizmatik liderlikle kolay aşılıyor. Toplumlarda problem olduğunda işe yarar. Cumhuriyet, özellikle Diyanet İşleri başkanlarında karizmaya izin vermedi. 

  Toplum irrasyonalite ile birliğe getirilir. İrrasyonalite gücün temelidir. Daima mağduriyet, mistifikiye edildiği takdirde, karizmatikle birleştiği takdirde birliğe getirilir. Karizmatik lider, Tiranların biçimidir. Bilgili adam karizmatik olmaz. Karizmayı güçlendiren şey cehalettir. Gizil güçler devreye girer. Mesela rüyamda gördüm, Tanrı vahyetti gibi. Eğitim! Düşünme kapasitesini yükseltir, karizmayı zayıflatır.

“Kavram… öyle kullanışlı bir araç ki, onunla insanı mantıksal olarak sıkıştırabilirsiniz; ya hiç bir şey bilmediğini itiraf edecektir ya da gerçeğin ne olduğunu…” s.164

“Tolstoy… bilim anlamsızdır, çünkü sorumuza bizim için tek önemli soruya cevap veremiyor: Ne yapacağız ve nasıl yaşayacağız?” s.167

“İnsanın davranışlarını fikirler değil maddi ve manevi çıkarlar yönetir.” s.269

“Çilecilik iki yüzünü gösterdi: bir yanda dünyayı inkar öbür yanda inkar yoluyla elde edilen sihirli güçle dünyaya hakim olma” s. 314

“Din ile ekonomik dünya arasındaki gerginlikten ilkeli ve içe dönük biçimde kaçmanın yalnız 2 tutarlı yolu olmuştur:

1.      1.Püriten ahlakının “iş” paradoksudur.

2.      2.Mistisizm” s.139

 

 

6 Mart 2022 Pazar

ZAMİR

 Yazar Adı: Hakan Günday

Basım Yılı: 2021

Yayınevi: Doğan Kitap

Sayfa Sayısı: 368

   Hakan Günday, hayran olduğum yazar. 8 yıllık bir aradan sonra yeni kitabıyla buluştuk. Bir röportajında, “ dünya başıma yıkılmış gibi yazdım “ demişti. Hakikaten de okurken dünya başınıza yıkılıyor.

Zamir: (Arapça) vicdan ve gerçek niyet anlamları taşır.

Rus dilinde de bir anlamı var; barış için…



  Zerre, (Zamir’in annesi) doğduğu dünyada bütün ödül ve cezaların sadece erkekler tarafından dağıtıldığı, bir erkeğin esiri olmaktan kurtulmanın tek yolu, kendi seçeceği başka bir erkeğin esiri olmaktı. Günday kitabını kadın oldukları için öldürülmüş tüm kadınlara ithaf ediyor. İletişim aracının şiddete döndüğü bir coğrafya da, o iletişim aracının ilk kurbanının da kadın olduğu bir zamanda yazılan bir kitap. Kitabın her yerine sirayet etmiş bir Zerre karakteri var.

Zamir’in de hikayesi, her şeyin bittiği, umutların tükendiği anda başlıyor. Günday yine eyleme yönelik bir hikaye yazmış. Dünya meseleleriyle ilgili pek çok konu da var. Göç, kadın, savaş, tarım, insan… Kitap, Zamir karakterinin doğar doğmaz bir mülteci kampına bırakılmasıyla başlar. Kampta meydana gelen bir patlamada yüzü paramparça olur, koruma altına alınır. STK desteğiyle büyüyen Zamir, başka bir yardım kuruluşunda "dünya barışını" getirmek maksadıyla çalışmaya başlar. Barışa giden yolda atılması gereken ilk adımın unutmak mı, af dilemek mi yoksa affetmek mi ya da matematiksel bir ilişki mi kurulması gerektiği yani çıkar ilişkisi, barışın daha karlı bir ilişkimi olduğu sorgulanır.Barışın daha iyi olacağına dair bir inancın mı var? sorularını sorduruyor. 

  Zamirin işi kan dökülmesini durdurmaya yönelik ulvi bir iş. Bu işe büyük bir tutkuyla girsin diye çatışmaya kurban olan, yüzünün de ifadesiz olduğu (ne ağlayabiliyor, ne gülebiliyor) birisi. Zamir her şeye uzaktan aynı mesafeden bakan biri, zamanla kişiliği de kirleniyor. O yüzden çaresiz bir Zamir ile başlıyor kitap.

  İnsanın doğasında savaş mı vardır barış mı? İlerlemeyi, diğerinin önüne geçmek olarak tanımladığımız sürece sorunlar hep var olacak, doğanızda ki savaş da diri kalacaktır. İnsanoğlu her şeyi çatışma görecektir. İnsanın doğasının bir parçası olan savaş ve çatışma aynı zamanda kimliğinin bir parçasıdır. Barışlar ne kadar kalıcı olabilecek?

 Zamir dünya da hatasız bir şey arıyor, yardım kuruluşları güvenilir olmalı mesela. Nasıl savaştıysa öyle barışacak. Yalanlarla, baskıyla şiddetle. Yöntem aynı kirli. Bir çok vakıf ve yardım alan kurumların ikiyüzlülüğü. 

 (Bu çağın en büyük yanılsaması, sürekli bir şeylere geç kalmış olma hissinin sana pazarlanmış olması. hava alanında herkesin koşturduğu bi takım bavulların olduğu kısım.) Orada zamir kendisi de durmuyor, durmayanlara da dehşetle bakıyor.

“İnsanların bir damla su için göç yollarından birbirini boğazladığı bir evrenden, insanların indirim de olan bir telefon için mağazalarda birbirini boğazladığı farklı bir evrene açılan boyutlar arası bir kapıydı o kamp” s.18

“İnsan sadece yeni olana sahip olmak için çalışıyordu. Yeniliğin ve yeni olan her şeyin ne kadar sevildiğini düşündüm. Bebekler bile belki de bu yüzden seviliyordu. Hiç kullanılmamış insanlar oldukları için” Son model, gıcır gıcır, el değmemiş bir et parçası... s. 39 

Zamir, büyük bir karanlıkla başlayan bir roman. O karanlıkta görmeye çalışıyor. Barış konusunda içsel bir yolculuk yapmak isteyenler okusun MUTLAKA.

“Tuttukları dilek için bile para verir insanlar. Havuzlara, kuyulara para atarlar. Dileğini bile satın almaya alışmış birine de barış hediye edilmez, satılır.” s.69

“İnsana çocuğunun doğumu bile o denli umut vermezdi. O doğumla gelen endişeler umudu elbet kirletirlerdi. Ama bir enstürmen çalmayı öğrenmek, geleceğe dair kurulabilecek en saf hayallerden biriydi.” …Bu da o insanın yarın kendini öldürmeyeceği anlamına geliyordu. s.73

“Mülteciler sadece evlerini değil mesleklerini de terk ederler.” s. 99

“Bir doğulu batıya giderse ona orada göçmen deniyor. Ancak doğuda yaşayan bir batılının sıfatı daima expat oluyordu…”canım istediği için dünyanın öbür ucundayım” gibi bir anlamla doğduğu yerden ayrılmaya mecbur kalmış göçmenlerden kendini ayırıyordu.” s.155

“Belki de insanın dışı suya içi de toprağa yansıyordu. Dünyanın bütün gölgeleri kapkaraydı. “ s.314

Kitap da 2 film adı geçer, Passolini’nin İtalyan faşizmini en sert biçimde eleştirmek için çektiği;

“Salo ya da Sodom’un 120 Günü”

“Niggas Revenge”

 

 

5 Mart 2022 Cumartesi

YAKALANAN ZAMAN

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 355

    Proust’un “Kayıp Zamanın İzinde” attığı, 7. ve son kitap. Zaman zaman zorlansam da beni mest eden bir seri oldu. Okuduğum için mutluyum. Proust’un o büyülü labirentinde kaybolabilmek, o yolculuk hissi, onun zihnine, duygularına eşlik etmeye alışınca kitabın son serisinden ayrılmak istemedim bu da beni epey yavaşlattı. Ihlamur çayına batırılan bir madlenle başlayan uzun bir maceranın sonuna geldiğimi anladığımda,derin bir hüzne kapıldım. Olayları, 1. Dünya Savaşını, sosyete sohbetlerini, aristokratların maceralarını, sınıf ve ırk farklılıklarını, sanatı, zaman kavramını, bellek modelini, abartılmış duygularını, annesini, sevgililerini, çok güzel resmetti.



   Tüm kitap, belleğin geçmişi yeniden kurgulayıcı rolü hakkında bir değerlendirmeyi içerir. Bu da geçmişin artık değişmeyecek biçimde atıl vaziyette durmadığını gösterir. 

Ek bilgi; Proust’un bellek modeli, istemsiz bellek yani geçmişin yaşandığı haliyle sunulmasıdır. İstemsiz belleği kayıp zamanın anahtarı olarak görür. Takvim, saat vs. gibi gereçlerle yapılan cisimleştirmeler ve buna koşut olarak sunulan akşam, gece, ilkbahar gibi sözcüklerle yapılan adlandırmalar; zamanın insan tarafından kavranabilir bir yapıya dönüştürülmesini sağlar. Bu sözcük ve gereçler nitel olanı nicel boyuta taşır. 

DÜZENLENEN ZAMAN: ALIŞKANLIK

“Becerikli ama ağırkanlı olan düzenleyici!” s.14 (1. Kitap)

  Proust, sıradan bir kişiye basit bir obje olarak görünecek bir nesneden veya olağan bir durumdan, belleğin algılayışından yola çıkarak güçlü ve derinlemesine izlenimlerle edebiyat şöleni yaşatıyor, okuyun mutlaka.

“Hafızamda hatta gayri ihtiyari hafızamda bile Albertine’e aşkımdan eser kalmamıştı.” s.9

“Zeki ve gerçekten ciddi, çalışkan kişiler, yaptıkları işin edebiyatını yapan, yücelten insanlardan hazzetmezler.”

“Ama hepimiz gazeteleri aşık kadar kör, gözlerimiz kapalı okuruz. Olayları anlamaya çalışmayız. Baş yazarın tatlı sözlerini metresimizi dinler gibi dinleriz. Mağlup ve mutluyuzdur çünkü kendimizi mağlup değil galip zannederiz.”

“…zafer, iki rakipten acıya, ötekinden 15 dakika fazla katlanmayı bilenindir.”

“…yeryüzünde haz ve ahlaksızlık kadar sınırlı bir şey yoktur.”

“Bu “gençleri” bir bakıma bütün masumiyetleriyle, vasat bir ücret karşılığında, hiç zevk almadıkları başlangıçta muhtemelen tiksindikleri şeyler yapmaya iten neden belli ki kusurlu bir eğitim veya eğitimsizlikle birlikte, en kolay değilse bile en zahmetsiz yoldan para kazanma eğilimiydi..”

“..hastalıklar ölümün gerçekleşmesi için zorunlu bir formalite gibi görünür.”

“Bergetto bana “ hastasınız diye size acımak yanlış olur çünkü zihinsel mutluluğa sahipsiniz.”

“arkadaşlık ise bir yalandan ibarettir, arkadaşlarımız hayatımız boyunca süregelen zararsız bir delilik gereği arkadaştırlar sadece.”

“Beden için sağlıklı olan tek şey mutluluktur, ama zihni güçlendirip geliştiren kederdir.”

“Keder her defasında bize bir yasayı keşfettirmese bile yine de her defasında bizi gerçeğe yaklaştırması, olayları ciddiye almaya zorlaması, alışkanlık, şüphecilik, hafiflik, kayıtsızlık gibi zararlı otları ayıklaması açısından aynı derecede vazgeçilmez olurdu.Gerçi mutluluk ve sağlıkla bağdaşmayan bu gerçek, hayatla da bağdaşmaz.”

“Buğday tanesi yere düşüp ölmezse o yalnız kalır, fakat ölürse çok mahsul verir.”

“..hatıralar, bir yolcunun herhangi bir kentte edindiği geçici arkadaşlara benzer.”

“Hayat hiç durmadan insanlar arasında olaylar arasında yeni bağlar kurar, bu bağları birbiriyle kesiştirir, ikiye katlayıp örgüyü sağlamlaştırır ve sonuçta geçmişimizin en uzak noktasıyla diğer bütün noktalar arasında zengin bir hatıralar örgüsü örerek sonsuz bağlantı imkanları sunar.”