17 Kasım 2018 Cumartesi

HERKES KENDİ HAYATININ KAHRAMANI



Yazar Adı: Gülcan Özer
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 189

“Aşkta, evlilikte, ilişkilerde valizimizle getirdiklerimiz…” kitabın alt başlığı.


   Dr. Gülcan Özer’in okuduğum ikinci kitabı, kendisinin de ilk kitabıdır. Psikiyatr, terapist olan Özer, iyi bir dinleyici olmanın kattığı güzelliklerin hepsini kendi süzgecinden geçirip bu kitapta anlatmış. Karşılıklı sohbet ediyor gibi kısa, öz nokta atışlar yaparak kendimize ayna tutmamızı sağlıyor. Bu durum da kitabı kendi türlerinden farklılaştırıyor.
  Herkes Kendi Hayatının Kahramanı, aşk, evlilik, ilişkiler, mutlu ve mutsuz evlilikler, boşanmalar, çocukla iletişim, yaşlılık, anne, çocuk kimlikleri ve bunların yansımalarını anlatıyor. Her bölümün sonunda dilek kısmı var ki daha da lezzetli kılıyor kitabı. Hiç bitmesin dediğim kitaplardan biri oldu.
”Konuşamasaydık,sesimiz, kelimelerimiz olmasaydı ne olurdu? Dokunsaydık, görseydik, koklasaydık ve kelimelerimizin sarhoşluğundan kurtulup sevseydik ne güzel olurdu.
  Ve fakat
  Madem konuşarak lanetlendik o halde dibini bulana kadar konuşacağız…
  Anlama umudu, anlaşılma hayali…
   Böylece ömür geçip gidecek…”
İlk bölüm başlar. Kitabın odağında “asırlardır aslanlar gibi kurumsal birinciliği kimselere kaptırmayan” evlilik var. Kesinlikle bir çift terapisi havasında ya da evliliği nasıl kurtarırsınız gibi sıradan, sulandırılmış bir dertten ziyade kendimizle olan ilişkimizden kopan, iç sesini bulamayan insanın dramına eğiliyor.
   Kendi hayatımızın kahramanı olmamıza odaklandığı için herkesin okuması gereken bir kitaptır. Zaten başarısı da buradan geliyor. Özer’in ezberlerle işi yok. “İnsan iyi gelen aydınlık bir ömür dilerim…” der ve kitabını sonlandırır. OKUYUN MUTLAKA.


9 Kasım 2018 Cuma

EKMEK ARASI


Yazar Adı: Charles Bukowski
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Metis
Sayfa Sayısı: 268

  Charles Bukowski ile tanıştığım ilk kitap ve bana hediye olarak veren değerli arkadaşım, (manen yüksek, yüce yaradılışlı dostum) yazarla tanışmama vesile olmuştur. Bukowski kimdiri anlamanın sanırım en doğru yolu “Ekmek Arası” kitabını okumaktan geçmektedir. Kendi hayatını otobiyografik olarak anlatmış. Charles Bukowski (1920-1994) Amerikalı yazar.


  Kitap, Henry Chinaski’nin küçüklüğünden başlayarak, evden ayrılana kadar geçirdiği süreyi anlatır. Katlanılmaz okul yıllarını, ona işkence eden babasını, sürekli ağlayan annesini ve hiç uyuşamadığı çevresini, fakirliği, baskıyı bazen hüzünlü bazen de neşeli olarak verebilen bir kitaptır.
  Bukowski’nin kendine” Henry Chinaski” takma adını seçmesinin nedeni; Henry babasının adı, China yani Çin (onun muhteşem olduğuna inandığı ülke, Amerikayı yok edecek olan ülke) olduğu için; “ski” ise Bukowski'den gelen tek parçadır. Böylece çocukluğuyla ilgili her şeyi tek isimde birleştirmiş.
  Korkunç bir çocukluk geçiren Bukowski, bunun acısını insanlardan özellikle kadınlardan çıkarmış. Kitapta, umursamazlığı özellikle dikkat çekiciydi. Bu kadar umursamaz olabilmek için onun kadar acı mı çekmek gerekir?
  1939 yıllarında liseden mezun olur ve Hitlerin ülkeler üzerindeki baskısını ve o günkü durumu da güzel açıklıyor.
  Yazarın ruh halini tam olarak anlayabilmek için bazı kalıpları kenara bırakıp, gerçekten anlatmak istediğini anlamaya çalışmalıyız. Sadece küfreden bir yer altı yazarı olarak düşünülmemelidir.
  Gayet akıcı bir kitap, insanı buhrana sürüklüyor, karamsar bir hava oluşturuyor. İnsanın içine işliyor. Ayrıca küfür ve argo oldukça fazla. Çok doğal bir dil kullanılmış. Aralardaki mesajlar çok dahiceydi. Türkçe çevirisi de olağanüstü. Sizde tanışın isterim.
  Bukowski’nin tek derdi yalnız kalıp içmek, olabildiğince insanlardan kaçmak. Kütüphaneyi keşfetmesi, yazarlığa nasıl adım attığının göstergesi. En çok ilgimi çeken kısım:
 “Halk kütüphanesini keşfetmiştim. Kütüphanede dolanıp kitapları incelerdim. Aldatmacaydı hepsi. Sıkıcıydılar. Hiçbir şey söylemeyen sayfalar dolusu kelime. Tek tek deniyordum kitapları. Bulduğum ilk gerçek kitap Upton Sinclair adında bir yazardı. Cümleleri basit ve öfkeliydi. Sonra ikinci bir yazar buldum. Sinclair Lewis, kitabın adı Main Sokağı idi. İnsanların üstündeki riyakarlık tabakalarını soyuyordu. Her gün bir kitap okuyordum.
Birgün rafların arasında dolanırken “Tahtaya Ve Taşa Boyun Eğ” başlıklı bir kitaba rastladım. İyi bir başlıktı. Çünkü buydu yaptığımız. Kanlı canlı satırları ile bu Lawrence’dan neden kimse söz etmemişti bana? Neydi bu gizlilik? Reklamını niye yapmıyorlardı? D.H.Lawrence’ın bütün kitaplarını okudum. Başka kitaplara götürdü Lawrence. Huxley’e mesela. Yağmur gibi geliyorlardı. Her kitap başka bir kitaba yönlendiriyordu beni. Dos Passos’a geldi sıra. Amerika üzerine üçlemesini okumak bir günden fazla sürmüştü. Dreisser açmadı beni. Sherwood Anderson açtı. Ve Hemingway geldi. Ne heyecan! Bir cümleyi oturtmayı biliyor. Sözler cansız değildiler, insanın beyninde mırıldanan şeylerdi sözler. Onları okuyup sihrine varabilirsen acı çekmeden yaşayabiliyordun, başına ne gelirse gelsin ümidini yitirmeden Rus yazarları okuyordum. Turgenyev ve Gorki’yi. Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma gülme duygusu uyandırıyordu insanda. Başka birinin gerçeği sizinde gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir.” s.(138-140)


3 Kasım 2018 Cumartesi

KÖRLÜK



Yazar Adı: Jose Saramago
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 331

   2007 yılında İstanbul kitap fuarı için ülkemize gelen, 1998 Nobel Edebiyat ödülü alan Jose Saramago, 2010 yılında yaşamını yitirmiştir. Portekizli sosyalist yazarın okuduğum ikinci kitabı “Körlük” romanında, körlüğü metafor olarak kullanılarak modern insanı ve onun yarattığı liberal demokrasi sistemini eleştirir.


   Kitap, adı bilinmeyen bir ülkenin adı bilinmeyen bir şehrinde geçer. Araba kullanmakta olan bir adamın kırmızı ışıkta beklerken aniden kör olmasıyla başlar. Beklenmedik bu durum karşısında korkan ve panikleyen adam, çevreden birinin yardımıyla evine götürülür. İlerleyen günlerde ilk kör olan adamı takiben bu adamın eşi, onu eve götüren ve arabasını çalan adam, muayene için gittiği göz doktoru, orada bekleyen hastalar, doktorun sekreteri, eczacı da dahil şehrin çoğu hızlı ve ani şekilde körleşmeye başlar. Gözlerde fiziksel bir sorun bulunmamaktadır. Aniden bir sis perdesi gelir ve süt deryasına benzer beyaz ışığa hapsolurlar. Beyaz felaket denilen bu salgını hükumet yetkilileri kontrol altına alırlar. Daha önce akıl hastanesi olarak yaptırılan binaya götürülürler. Hepsi kör olan bu çaresiz insanlar kendi başlarına, yiyeceğin ve temizlik malzemelerinin az olduğu hapishane benzeri yerde yaşam mücadelesi vermeye başlarlar.
   Yazarın yarattığı kurgu çürümüşlüğün bir öyküsüdür. Bireyler otokontrollerini kaybederler. Çeteler, açlık, tecavüz giderek artar. İnsanlar onurlarını da yitirirler.
   Ayrıca kitapta hiçbir karakterin adı yoktur. Karakterler, fiziksel özelliklerine ve mesleklerine göre yani sıfatlar takarak anlatılıyor. “Doktorun karısı, ilk kör adam, koyu renk gözlüklü genç kız, şaşı çocuk, polis, taksi şoförü gibi.” Bir diğer özelliği de diyalogların sadece virgülle ayrılması. Çok ilginçtir, okurken hiçbir şekilde sorun oluşturmuyor. İlk başlarda şaşırtıcı geliyor sonra üsluba alışıyorsunuz. Yazar kitaplarında, yazı dilindeki imla kurallarına ve noktalama işaretlerine kafa tutuyor. Bu alışılagelmişin ötesindeki durum kitabı ve yazarı büyülü kılıyor.
   Bir distopya kitabı. Okuru karanlık ve kaotik bir hikayenin içine sokuyor. Ve kitap boyunca sorular sorduruyor. Neden beyaz körlük? İnsan onuru nedir? Peki ya iyilik? Ahlak? Eğer kötülük açlık ve ölüm gibi dürtülerle kötülük olmaktan çıkar mı? Erkeklerin kadınlar üzerindeki güç gösterileri bir acz göstergesi midir?
   Yazar kötü bir dünya kurgulamış, neyse ki bir kurgu. Öyle bir dünya yok. Körlük, unutulmaz bir roman olarak aklınızda kalacak, canınız yanacak. Kesinlikle okumaya değer.
  ”Aslında körlük, umudun tükendiği bir dünyada yaşamaktı.” s:213
  ”Verilen sözler her zaman tutulmaz bazen zayıflığımız bazen de hiç hesaba katmadığımız yüce bir güç yaptırır bunu bize.” s:214
  ”Yanıt hep ona ihtiyaç duyulduğunda gelmez akla, çoğu kez de beklemek verilebilecek tek yanıttır.” s:263
  ”Bütün hikayeler evrenin yaratılış hikayesine benzer, o anda orada kimse yoktur kimse tanık olmamıştır ama yine de olanları herkes bilir.” s:267
  ”Sessiz kalmak en kuvvetli alkışlamadır.” s:310


27 Ekim 2018 Cumartesi

DENGE

   Türkiye'nin en önemli şairlerinden biri olan Turgut Uyar, 4 Ağustos 1927 yılında Ankara'da dünyaya gelmiştir. Aşk ve sancılı ayrılık şiirlerinin ölümsüz şairiydi. Türk edebiyatının hüzünlü şairi Turgut Uyar; ayrılık, hüzün, özlem, aşk ve sevgi temalı şiirler kaleme almıştır.22 Ağustos 1985 tarihinde 58 yaşında hayatını kaybetti. İşte Turgut Uygur’un yazdığı denge isimli şiiri...
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yan gelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.
   Bizi kendimize çağırır. Biraz boş vermişlik, biraz eyvallah barındırır dizelerinde. Etrafa kulaklarını tıkamaz, etrafın kulaklarını açar. Kuralları yoktur. "Aşkımda değişebilir, gerçeklerim de" diye devam eder. O tam dünyaya göre, o tam kendine göredir. Sokakları, ağaçları eleştirenlere sorar. "Ama sizin adınız ne?" 
Bozulan dengeler için güzel şiirdir. Sezen Aksu gibi harikulade bir sesten kulaklarımıza misafir olması da ayrı bir tat bırakıyor. Dinleyin...


20 Ekim 2018 Cumartesi

KATRE-İ MATEM



Yazar Adı: İskender Pala
Basım Yılı: 2012
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa Sayısı: 519

   Katre-i Matem, Od ve Bülbülün Kırk Şarkısı kitaplarından sonra üçüncü İskender Pala kitabım oldu. İskender Pala, Divan edebiyatı alanında ülkemizin önde gelen ismidir. Kitaplarında çoğunlukla o döneme ait şiirler vardır.


   Katre-i Matem: Matem damlası anlamına gelir.

  Hikaye genel olarak bakıldığında; Osmanlı Lale Devrinde yaşayan iki gencin aşkları etrafında döner. Kahramanlarımız; Topaç Yeye, Şehnaz’ın aşkından bimarhaneye düşmüş olan bir genç adam. Diğer tarafta evlendiği ilk gece eşi Nakşıgül’ü kaybeden aslında bir Osmanlı şehzadesi olduğundan bihaber, Kara Şahin. Ve hepsinden önemlisi Kara Şahin’in, Nakşıgül’ün soğumuş ellerinde bulduğu bir lale soğanı ile hikaye başlar.
   Kitapta lale ile ilgili bilgilerin yanında; Lale devrinde Osmanlının durumu, halkın yaşayış biçimi, sosyal yaşam, Lale devri mimarisi, Patrona Halil isyanı, saray diplomasisi gibi birçok bilgi yer almaktadır. İskender Pala'nın bir müzayededen satın alıp içindekileri yalınlaştırarak bastırdığı bir kitapmış. Gerçek yazarı bilinmemektedir. Ayrıca kitap, Patrona Halil, 3. Ahmet, Damat İbrahim Paşanın kişilikleri hakkında da bolca bilgi içeriyor. Çok güzel derkenarlara sahip bir kitap. Özellikle Leyla – Mecnun hakkında olan derkenarları ile etkileyici olmuş.
   Derkenar: Osmanlıda resmi evraka ayrıca kitap kenarına konulan dipnot demek.
 Özellikle tarih ve polisiye sevenlerin kaçırmaması gerekir. Okurken tarihin detaylarını öğreniyorsunuz. 66 soruda cinayet, 66 bölümden oluşuyor. İnsanda bu bölümden sonra ne olacak hissi yaratması ile akıcılık yaratıyor.  Fakat çok fazla yan karakter var. Kafa karıştırıyor, bırakılabiliyorsunuz.
   Tarihi romanların ve filmlerin öğrettiği bilgileri hiç bir ders kitabı öğretemiyor.
   Kitaptan alıntılar:
  ”İnsanlar aklın bizi yönlendirdiğini zanneder. Hakikatte aklı yönlendiren bir olumlu bir de olumsuz müteharrik vardır: Gönül ve nefs. Aklımız gönlümüzün önüne düşerse insan kendi yaratılışına uygun şeyler üretir; nefsin önüne düşünce sapkınlık başlar. Bu dengeyi kurma noktasında insana irade gücü verilmiştir.” s:39
  ”Akil olan adil olur.” s:132
  ”Aşk asla paylaşılmayan sır.” s:87
  ”Dikkat et, fakirliğin en büyüğü ahmaklık; zenginliğin en üstünü akıldır.” s:178
  ”Kişi dilinin altında gizlidir. Ahmağın kalbi dilinde; akıllının dili kalbindedir.” s:289
  ”Gözyaşları ne kadar çok şeye tercümanlık yapıyordu. Damladığı, süzüldüğü, aktığı veya kana dönüştüğü zaman hep ayrı manaları vardı. Gözyaşları gizli duyguları açığa vuran mektuplar gibiydi.” s:352


13 Ekim 2018 Cumartesi

ANTİK YUNAN MİTOLOJİSİNİN KADINLARINA DAİR Öyküler



Yazar Adı: Nesibe Çakır
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Ayizi Kitap
Sayfa Sayısı: 94

   Nesibe Çakır, 1967 Almanya doğumlu, eğitimini İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve sanat tarihinde tamamlamış yazardır. Şimdiye kadar 3 adet kitabı basılmıştır.


  ”Nesibe Çakır, antik Yunan mitolojisinin kadın figürlerini, mitolojideki belirsiz boşluklardan yararlanarak ve fantastik edebiyatın sağladığı özgürlükle yeniden anlatıyor bize.” Arka kapak
   Kitapta en çok Medusa, Andromeda ve Pandora ilgimi çeken tanrıçalardır. Diğerleri de güzel kurgulardı. Kitabın sonunda kişiler sözlüğü ve sözlük yer almaktadır. Okurken bazı mitolojik kavramları anlamakta zorlanıyorsunuz. Fakat arkadaki sözlükten yararlanınca kitabın akışını kolaylaştırıyor. Güzel hikayeler vardı. Okuyun.
   Kitaptan alıntı:
  ”Tanrıların kurmacasın da tüm dertlerin kaynağı olarak kadın gösteriliyordu. Bu akıllara sığmayan yalanı kurdular. Çünkü atalarımızın zamanından bu yana süregelen anaerkil düzen yıkılmalıydı. Onlara rağmen avcı-toplayıcı kökenimiz ve yabanıl hayata bağımız; dişil benliğimiz sayesinde her zaman korunacak! Kabullenmek istemeseler de.” s.84


7 Ekim 2018 Pazar

MALAFA



Yazar Adı: Hakan Günday
Basım Yılı: 2005
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 212

   1976 Rodos doğumlu yazar, Brüksel’de eğitimini tamamlamıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Celine, Elias Canetti, Herman Hesse, Harry Mulisch, Yahya Kemal Beyatlı, Rıfat Ilgaz kitaplarıyla büyümüştür. Birbirinden şahane 8 kitabı vardır. 2014 yılı Türk-Fransız Edebiyat ödülünü kazanmıştır. Yer-altına meyyal dili, insanı yorumlama biçimi ve kışkırtıcı cümleleri ile kendine has bir edebiyat yazarıdır. “Kaybedenlerin romancısı” denilebilecek bir tarzı vardır.


 Malafa: Kuyumcuların kullandığı yüzük düzeltme ve numaralandırma aracı.
   Kitap, turizmin en gözde yeri, kalbi sayılan Antalya’da Topaz Jewelery Center denilen avm  de geçen bir günü anlatıyor. Geniş bir zaman aralığı yok sadece 2 saat denilebilecek bir sürede ve tabi flashbacklarla anlatılıyor. Günday, büyük bir kuyumcu merkezinde işlerin nasıl yürüdüğünü orada çalışan tezgahtar Kozan’ın ağzından yazıyor hikayeyi. Avm de geçen tezgahların ve tezgahtarların hikayesi.
   Kozan karakteri bir kuyumcuda çalışan, asıl işi tezgahtarlık olmayan ama hayatın oraya sürüklediği bir tezgahtar. Kaderi burada şekilleniyor ve şekillendiği yerin bir numaralı adamı oluyor. Ve Kozan’ın o günkü avı bir turist aile. Turistler onlar için sonuna kadar kanı emilecek avlar. Kozan yalan, üç kağıtçılık, kurnazlık üzerine mastır yapmış bir karakter. O kadar hızlı ve ikna edici konuşuyor ki karşısındakiler ona adeta büyüleniyor. Malı satmak için türlü tezgahların döndüğü dükkanlar, turizm acenteleri, rehberler, dükkan sahipleri arasındaki pazarlık ilişkileri vs. Okurken psikolojiyi zorluyor kitap. Okuyan belki de bir daha kuyumcuya gitmek istemeyecek, tatildeyken harcama dürtülerini törpüleyecek. Antalya’dan, kuyumcudan, turizmden insanı soğutuyor. Çünkü kitap çok acımasız gerçekleri beynimize kazıyor.(Hakan Günday taktiği) Bizim bilmediğimiz, yabancısı olduğumuz şeyleri çok iyi tespitlerle zihnimizi açıyor. Yer yer çok isabetli paragrafları var, güzel benzetme ve cümleler kuruyor. Zekice gözlemleri var.
   Kitap 5 bölüm başlığı altında verilmiş:”Uyanış, Tanışma, Tezgah, Tanışma, Uyanış.” Sondaki Uyanış baştaki Uyanışla bağlanmış. Kitapta bir çok hikaye aynı anda yürüyor. Kitabın metaforu; tezgah. Son bölümü şu cümlelerle bitirir: “Kimin tezgah olduğu tezgahın sonunda belli olur.”
 ”Dünya bir tezgahtır. Tezgahın hangi tarafında hayat olduğuysa ancak ölünce anlaşılır.” s.212
    Kitaptan alıntılarla bitireceğim.
 “Evladım her şey hayırla başlar. Müşteri “Hayır!” der, ben “Hayırdır” derim.” s.53
 “Türkiye caza benzer. Bir sonraki notanın ne olduğunu tahmin edemezsiniz. Ve bu yüzden dinlemeye devam edersiniz.” s.148
 “Çünkü tatil bir insanın gerçek zaman ve mekandan uzaklaşmasıdır. Kendi başına hayal kurmaya gücü yetmeyenlere paketlenip sunulmuş bir üründür. Tatilin kullanım kılavuzu ise rehberdir.” s.158
 “Tabi ki bütün tezgahtarlar ahlaksız ve suçlu değildir. Ancak tezgahtarlık, ahlaksız ve suçluların, kişilik özelliklerini değiştirmeden yasal olarak yapabilecekleri ender mesleklerdendir. Belki de bütün meslekler böyledir. Bütün insanların ahlaksız ve suçlu olabileceği gibi. Her şey bütün ihtimallere eşit uzaklıktadır. Yakınlaşıp uzaklaşmaları geçicidir.” s.129
   Günday’ın sembollerden yola çıkarak yaptığı analizlerde çok güzeldi;
“Türkiye’de rakı içerken, kadehi önce sofraya vurur sonra diğer kadehlere tokuştururuz.
 -Neden?
 -İki nedeni var. Öncelikle sağlıklarına içtiğimiz ancak sofrada olmayan ve sevdiğimiz kişileri anmak için, ikinci nedense rakının insanı konuşturmasından kaynaklanır. Kadeh sofraya vurulursa gizlilik yemini edilmiş demektir. O sofrada konuşulacak her konu o sofrada kalacaktır. Rakı insanı soyar. Sarhoş, sofradan çıplak kalkandır. Ama sofranın adı rakı sofrasıdır. Yani çıplaklar kampı.” s.183
 “İnsan her şeyi düşünebilir. Düşünce zemini sonsuzluk olan bir oyundaki piyondur. İstediği yere gider. Hayal kırıklığı, varoluş uykusuzluğu ya da sadece merak kurbanı olan insan, yeryüzündeki benzerlerinin tamamını öldürüp Tanrı’yla yalnız kalmak isteyebilir. Tanrı’yla konuşmak için en yüksek dağın zirvesine çıkıp “Neden?” diye sorabilir. “Artık yalnızız. Ne mucizelerinden korkacak yığınlar var, ne de cennet ve cehennemine yollayabileceğin iki ayaklı hesap makineleri. Sadece sen ve ben. Anlat şimdi. Neden?” Düşünce insanın ölümsüz olan tek organıdır. Sonsuza kadar yeryüzünün sırtında zıplayan tenis topları gibi bir kafa tasından diğerine çarpar.” s.107
   Kitabın kendine özgü bir bulmacalı dili vardı. Karşıma çıkan yeni kelime ve söyleyişler için internette gezdim. “Malafa okuma sözlüğü” diye paylaşım oluşturmuşlar. Başlangıçta anlamakta güçlük çekiyorsunuz. Okumaya devam ettikçe kitap kendi dilini size kabul ettiriyor. Günday’ın çok piyasa ve amatör olduğunu düşünenler oldukça fazla. Fakat öyle keyifli bir kitap ki. Okuyun mutlaka. Ağır kitaplardan sonra güzel bir mola da olabilir.