9 Kasım 2018 Cuma

EKMEK ARASI


Yazar Adı: Charles Bukowski
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Metis
Sayfa Sayısı: 268

  Charles Bukowski ile tanıştığım ilk kitap ve bana hediye olarak veren değerli arkadaşım, (manen yüksek, yüce yaradılışlı dostum) yazarla tanışmama vesile olmuştur. Bukowski kimdiri anlamanın sanırım en doğru yolu “Ekmek Arası” kitabını okumaktan geçmektedir. Kendi hayatını otobiyografik olarak anlatmış. Charles Bukowski (1920-1994) Amerikalı yazar.


  Kitap, Henry Chinaski’nin küçüklüğünden başlayarak, evden ayrılana kadar geçirdiği süreyi anlatır. Katlanılmaz okul yıllarını, ona işkence eden babasını, sürekli ağlayan annesini ve hiç uyuşamadığı çevresini, fakirliği, baskıyı bazen hüzünlü bazen de neşeli olarak verebilen bir kitaptır.
  Bukowski’nin kendine” Henry Chinaski” takma adını seçmesinin nedeni; Henry babasının adı, China yani Çin (onun muhteşem olduğuna inandığı ülke, Amerikayı yok edecek olan ülke) olduğu için; “ski” ise Bukowski'den gelen tek parçadır. Böylece çocukluğuyla ilgili her şeyi tek isimde birleştirmiş.
  Korkunç bir çocukluk geçiren Bukowski, bunun acısını insanlardan özellikle kadınlardan çıkarmış. Kitapta, umursamazlığı özellikle dikkat çekiciydi. Bu kadar umursamaz olabilmek için onun kadar acı mı çekmek gerekir?
  1939 yıllarında liseden mezun olur ve Hitlerin ülkeler üzerindeki baskısını ve o günkü durumu da güzel açıklıyor.
  Yazarın ruh halini tam olarak anlayabilmek için bazı kalıpları kenara bırakıp, gerçekten anlatmak istediğini anlamaya çalışmalıyız. Sadece küfreden bir yer altı yazarı olarak düşünülmemelidir.
  Gayet akıcı bir kitap, insanı buhrana sürüklüyor, karamsar bir hava oluşturuyor. İnsanın içine işliyor. Ayrıca küfür ve argo oldukça fazla. Çok doğal bir dil kullanılmış. Aralardaki mesajlar çok dahiceydi. Türkçe çevirisi de olağanüstü. Sizde tanışın isterim.
  Bukowski’nin tek derdi yalnız kalıp içmek, olabildiğince insanlardan kaçmak. Kütüphaneyi keşfetmesi, yazarlığa nasıl adım attığının göstergesi. En çok ilgimi çeken kısım:
 “Halk kütüphanesini keşfetmiştim. Kütüphanede dolanıp kitapları incelerdim. Aldatmacaydı hepsi. Sıkıcıydılar. Hiçbir şey söylemeyen sayfalar dolusu kelime. Tek tek deniyordum kitapları. Bulduğum ilk gerçek kitap Upton Sinclair adında bir yazardı. Cümleleri basit ve öfkeliydi. Sonra ikinci bir yazar buldum. Sinclair Lewis, kitabın adı Main Sokağı idi. İnsanların üstündeki riyakarlık tabakalarını soyuyordu. Her gün bir kitap okuyordum.
Birgün rafların arasında dolanırken “Tahtaya Ve Taşa Boyun Eğ” başlıklı bir kitaba rastladım. İyi bir başlıktı. Çünkü buydu yaptığımız. Kanlı canlı satırları ile bu Lawrence’dan neden kimse söz etmemişti bana? Neydi bu gizlilik? Reklamını niye yapmıyorlardı? D.H.Lawrence’ın bütün kitaplarını okudum. Başka kitaplara götürdü Lawrence. Huxley’e mesela. Yağmur gibi geliyorlardı. Her kitap başka bir kitaba yönlendiriyordu beni. Dos Passos’a geldi sıra. Amerika üzerine üçlemesini okumak bir günden fazla sürmüştü. Dreisser açmadı beni. Sherwood Anderson açtı. Ve Hemingway geldi. Ne heyecan! Bir cümleyi oturtmayı biliyor. Sözler cansız değildiler, insanın beyninde mırıldanan şeylerdi sözler. Onları okuyup sihrine varabilirsen acı çekmeden yaşayabiliyordun, başına ne gelirse gelsin ümidini yitirmeden Rus yazarları okuyordum. Turgenyev ve Gorki’yi. Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma gülme duygusu uyandırıyordu insanda. Başka birinin gerçeği sizinde gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir.” s.(138-140)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder