21 Ağustos 2018 Salı

YAKASI KÜRKLÜ YEŞİL PARKA



Yazar Adı: Süreyya Köle
Basım Yılı: 2014
Yayınevi: Nota Bene
Sayfa Sayısı: 151

   2011 Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı ödülünü kazanmıştır. Öncelikle büyük devrimci Deniz Gezmiş yıllar boyunca devrimci gençliğin simgesi olmuştur.


   Yazar, hikâyeyi 1970’li yılların sonu 1980 darbesinin hemen öncesini, küçük bir kız çocuğunun gözlemleriyle anlatır. Dolayısıyla o çağdaki bir çocuğun saf, iyi yürekli gözleriyle bakarız olaylara, kişilere, döneme. Anlatıcı, hep altını ıslatan küçük kız olarak kalır. Ortam yer yer gecekondu, zaman zaman da babasının işyeridir. İnançsız bir devrimci baba, hurafeye inanan, muhafazakâr, ağzı bozuk bir anne vardır. “Annem muska takacak boynuma, baykuşla konuştumda ben.” s. 161
   Anne özünde koruyucu olmakla beraber gerilik, boş inanç, katılık adına güçsüz bir roman kişiliği konumundadır. “Yemeğin en güzel yerini babalar alırdı, kocalar… Erkeğini beslemek ibadet gibi bir şey olmalıydı kadınlar için; ardından da dayak yemek.” s.18 Anne, çocuğa sevgisiz davranır. Engeller arttığında ilk başvurduğu kişi hoca efendi, muskacılar, okuyup üfleyenlerdir. Baba kendine emek vermeye çabalayan bir insandır. Değişim ve devrim yolunda hoşgörülü, küçük hesaplar yapmayan, devrimci gençlerle birliktelik içindedir. Kardeşi Hüseyin ise işkence görmüş, tırnakları sökülmüş bir devrimcidir. Eylemleri şiddet içermez, geceleri duvarları yazar, afiş asar, bildiri dağıtır, greve gider.
   Küçük kız sokağa, komşulara, babasının işyerindekilere tanıklık eder. Onun her gün özen gösterdiği, yapmaktan gurur duyduğu işi vardır. Babasına Cumhuriyet Gazetesi götürmek. Cumhuriyet, sürekli engellenen bir gazetedir. Taşırken başına bela gelebilir. Gazeteyi, yakası kürklü yeşil parkasının altında taşır. Bir de kızın yaşdaşı Hasan vardır. Yakalandığı ateşli bir hastalıktan kurtulamaz, küçük yaşında yaşamdan ayrılır. Bu olay, küçük kız için derin bir acı nedenidir. Hasan'ın ölümünü kavgalarına, küsüşmelerine yorar. Bir de devrimci “Veli abisi” vardır. Kıza kitaplar getirir. Sevecen bir ilişki kurar. Gereksinim duyduğu sevgiyi Veli abisinden karşılar. Ne var ki Veli abisi ve devrimci arkadaşları da faşistler tarafından öldürülecektir.
   Yıllar geçer küçük kız genç kız olur. Çocukluğunun geçtiği o mahalleye gider. Sırlarını konuştuğu, içini döktüğü o kayayı arar. Evin yeni yaşayanları öyle bir kayayı anımsayamazlar.
   Kitapta gözlemci bakış açısıyla anlatım yapıldığı için pek öykü tadı alınmıyor. Yazar zaman zaman tanrısal anlatımdan da yararlanmıştır. Kendine özgü gözlemci bir dil oluşturmuş. Çocuk diliyle kaleme alındığı için olsa gerek sürekli devrik cümleler kurmuş. Okurken, yazardan daha albenili, güzel, vurucu sözler çıksın istiyorsunuz. Fakat daha absürt ve argolu sözle karşılaşıyorsunuz. “ Gören de zanneder, götü gömülü zenginler.” s.32
   Bu kitabı okuduğunuzda zor bir ülkede yaşadığımızı bir kez daha anlıyorsunuz. Süreklileşen, bugün de yaşanan bunca saldırıyı kaç ülke göğüsleyebilir ki.


10 Ağustos 2018 Cuma

SAKLI SEÇİLMİŞLER



Yazar Adı: Soner Yalçın
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 484
  Soner Yalçın, Türkiye’de araştırmacı gazeteci kavramını Uğur Mumcu’dan sonra en iyi dolduran gazetecilerden biridir. Özellikle derin devlet üzerine çalışmalar yapmıştır. Tarz itibarıyla hep bir komplo teorisyeni gibi görülür. Saklı Seçilmişler yazdığı en gerçek kitaplardan biridir. Yazdıklarını belgelere dayandırmıştır. Kitabın kapağında Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün kaşesi vardır.
  Saklı Seçilmişler kitabında da bize anlatılmayan, bildiğimiz fakat arkasındaki sırrı göremediğimiz gerçekleri tüm belgeleriyle, kendi dilinde ifşa etmiştir.


   Kitapta, ABD, AB ve küresel baronların daha çok kazanç elde edeceği kirli bir düzen kurulmuş. Bu düzen her ülkede yerli işbirlikçi patronlar ve iktidarlar bularak başa getirilerek kurulmuş. Tabi bu düzenin yanında Dünya Bankası, IMF ve Dünya Ticaret Örgütü adlı ŞEYTAN ÜÇGENİ yer alır. Bunların amacı Türk tarımını bitirerek insanlarımıza kimyasal yiyecekler yedirmektir. Amaç sadece para kazanma meselesi de değil, gizli tuttukları başka sırları da var. Soner Yalçın bu sırrın peşine düşmüş ve öğrendikleriyle dehşete kapılmış, Türkiye başta olmak üzere dünya yoksullarına soykırım yapılarak, biyolojik gıda silahıyla katlediyorlar. Bunları yiyeceklerle, eşyalarla, aşılarla, ilaçlarla yapıyorlar. Bu ürünleri üretenler 1941’de Hitler’inde destekçisidirler!
  Bütün bunların arkasında ABD gerçeği var. Peki, onun arkasında kim var? Cevabı kitapta mevcut. Kendisine “ölüm imparatorluğu” kuran ROCKEFELLER ailesi. 1590’ların başlarına kadar uzanan kayıtlarda kendini gösteren bu aile tüm dünyayı ele geçirmiş durumda. Büyük markaların hatta üniversitelerin çoğu bu aileye ait. Başkanları, yardımcılarını ülke başına getiren, istediği zaman alan yine o aile. Yakın arkadaşları da, Monsanto, Henry Ford, Bill Gates, Cargill, Bayer…
  Zamanın siyasetin, paranın işin içine girmesiyle insanlığın yok olmasını, bir korku filmi gibi endişeye kapılarak okuyorsunuz. En ağır okuduğum kitaplardan biriydi. Gerçekleri okurken elim sayfaları çevirmekte zorlandı.
  Siyaset, güç, yönetim, para hepsinin yer aldığı gerilim kitabı. Kitaplığınızda olması gereken kitaplardan. Alın, okuyun diyorum.
  "Bugün küresel güçler…
  Gıdaya egemen oldular.
  Buğdayın genetiğini değiştirdiler.
  Pirincin, soyanın vb. genetiğini değiştirdiler.
  Tavuğu tavukluktan, sığırı sığırlıktan, balığı balıklıktan çıkardılar. Neredeyse tüm yiyecekleri katkı maddeleriyle doldurdular. Köyleri üreticileri ezdiler.
  İnsanoğlunu endüstriyel gıdaya mahkûm ettiler, beslenme biçimini değiştirdiler.
  Tohumda küresel güçlere mecbur bırakıldık.
  Gübrede, ilaçta onlara mecbur bırakıldık
  Kimyasalların hammaddesi petrolde onlara mecbur bırakıldık. Mazotta, elektrikte mecbur bırakıldık.
  Endüstriyel yiyeceklerle hastalıklara maruz bırakıldık
  Şeker gibi haz veren katkı maddeleriyle beyni öldürdüler. Kanser yaptılar, kısır ettiler. İlaca bağımlı yaptılar.
  Bir yandan açlığı diğer yandan obeziteyi artırdılar.
  İnsanoğlunu yedi günahtan biri olan ”oburluk” ile cezalandırdılar!
  Peki: insanın sonunu mu hatırlatıyorlar? “ s.429


3 Ağustos 2018 Cuma

GILGAMIŞ DESTANI



Yazar Adı: Hasan Ali Yücel dizisi
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Sayfa Sayısı: 142

   Gılgamış Destanı, insanoğlunun ilk yazınsal ürünü olarak bilinir. İlk başyapıttır. Yaşam sevgisi, yiğitlik, ölüm korkusu, cinsellik, aşk gibi konuların işlendiği bu destanın diğer -yunan destanı İlyada’dan, Hint destanı Mahabhara’dan-  destanlardan farkı insanın ölümsüzlük arayışının kanıtlarından biridir.


   Gılgamış, efsanevi bir kişi. Annesi bir tanrıça, babası ise bir şeytan. Bu yüzden yarı insan, yarı tanrı olarak bilinir. Bağdat’la Basra arasındaki bir Sümer yerleşkesi olan Uruk kentinin kralı (M.Ö.3000)
   Gılgamış Destanı, Akat ve Sümer dillerinde yazılmış tabletlerden derlenmiştir. Günümüze 12 tablet kalabilmiştir. Tabletler eksik olduğundan destan metninin bütünü elde edilememiştir. Eksik olan bölümleri elde etmek imkansızdır artık. Günümüzde Amerikan bombaları Irak’ı yerle bir ettiği için yeryüzü uygarlıkları da yok olmaktadır.
   Kitap, Gılgamış’ın özelliklerini övgüyle anlatarak başlar. Gılgamış başarılı bir savaşçıdır. Başından geçen serüvenleri anlatır. İlk serüven, Gılgamış ile Gök tanrısı Anu arasında geçer. Halkına acımasız davrandığı için Gılgamış’a öfkelenen Anu, onu öldürmesi için vahşi bir hayvan olan Enkidu’yu üzerine salar. Gılgamış üstün gelir. Daha sonra Enkidu Gılgamış’ın en yakın yardımcısı, dostu olur. Diğer serüven, Gılgamış ile aşk tanrıçası İştar arasında yaşanır. İştar Gılgamış’a kocası olması önerisinde bulunur. Gılgamış ret eder. Onuru kırılan İştar, Gılgamış’ı öldürmek için yeryüzüne bir boğa gönderir. Gılgamış, Enkidu’nun yardımıyla boğayı öldürür. Sonrasında Enkidu’nun rüyalar serüveni başlar. Enkidu, rüyasında boğayı öldürdüğü için tanrılar tarafından ölüme mahkum edilir. Bundan sonraki bölümde eksik tabletler olduğu için, devamında Gılgamış’ın Enkidu için yaktığı ağıt vardır. Gılgamış, Enkidu’nun cesedi önünde ölüm korkusuna kapılır. Daha sonra Tufan öyküsü başlar. Nuh tufanına değinir. Tufanı, Tanrıça İştar ve Bel’in başlattığı anlatılır. Gılgamış, tufandan kurtularak sağ kaldığını öğrendiği Ut-Napiştim’i bulmak için yola çıkar. Ut-Napiştim’in bulunduğu ölümsüzlük ülkesine varır. Ut-Napiştim, Gılgamış’a Tufan serüvenini anlatır. Bir “güçlülük” sınavından geçirir onu. Zavallılığına acır. ”Denizin dibinde dikenli bir ot vardır. İnip onu bulabilirsen ölümsüzlüğü elde edersin” der. Gılgamış iner denizin dibine, otu bulur, çıkarır. Ama çok geçmeden yılana kaptırır.
Destan, Gılgamış’ın ölüm karşısında acı yenilgisiyle biter.
Kitapta, insanın doğayla içiçeliğini; Tanrıların insanlara yardım etmediğini tersine güçlükler çıkardığını, insanın bu güçlükleri kendi bilinçli çabasıyla yendiğini görürüz. Diğer bir özelliği ise insanın inançla değil bilgiyle davranması gerektiğini belirtir. Çünkü Gılgamış, inanmaz. Tanrılara kafa tutan “insan” gibi de anlatılır kitapta.
Baştan sona bir solukta okunacak bir kitap.


27 Temmuz 2018 Cuma

SEN KİMSİN?



Yazar Adı: Yılmaz Özdil
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Kırmızı Kedi
Sayfa Sayısı: 448

   Yılmaz Özdil, siyaset gündemini takip eden gazeteci yazardır. Kendi görüşlerini destekleyen eserler yazmıştır. “Sen Kimsin?” isimli son kitabı da oldukça çarpıcı iddialar eşliğinde, birçok kişiyi de rahatsız edebilecek traji-komik bir eserdir.
   Kitabın konusu, Adalet ve Kalkınma Partisi, diğer partiler ve siyasettir. Sadece siyasi şahsiyetler değil siyasi ve edebi kişiliklerde kitapta yer alır. Şaşırtıcı isimler, tanıdığımız sanatçılar hakkında yazılanlara bazen inanmak istemiyorsunuz. Tabi ki araştırmasını yaptığına inanıyorsunuz. Çünkü yazılanlar insanı oldukça şaşırtıcı, vurucu oluyor…


   Kitabın kapak tasarımı da manidar olmuş. Düz beyaz kapak üzerinde, şişmiş bir vaziyette bulunan kırmızı bir balon var. Özdil isminin “i” si yerine bir iğne yerleştirilmiş. Kitabın iğneleyici bir dili olduğunu, kapağı dikkatle inceleyenler anlıyor.
   Edebi bir kitap değil. Kinayeler var. Kaygı, endişe, serzeniş yok. Kitabı sohbet havası içersinde okuyorsunuz. Kitapta bir kaynakça da yok. O da tarihi bir kitap niteliğinde olmamasından sanırım. Yüksek çıkışları, güçlü eleştirilerini sağlam bir temel üzerine oturtmuş. Zihinsel farkındalık oluşturacak bir kitap olmuş. Yakın siyasi tarihe ilgisi olanlar mutlaka okusun.
   Kısa kısa biyografi tarzında bir kitaptır.


20 Temmuz 2018 Cuma

AŞIKLAR DELİDİR ya da Yazı Tura



Yazar Adı: Ayfer Tunç
Basım Yılı: 2018
Yayınevi: Can
Sayfa Sayısı: 447

  “Acılar mı tutkulardan doğuyor, tutkular mı acılardan? Yaralar mı arzular mı? Siyah mı beyaz mı? Yazı mı tura mı? Ne fark eder? “ s:353
   Bu paragraf yakaladı beni. Alıntıyla başladım.


   Ayfer Tunç, iyi bir edebiyatçı, dile olan hâkimiyetiyle çok iyi bir yazar. Ne zaman onun kitabını okusam, yakın bir dostumla dertleşmiş gibi oluyorum. En büyük merakım Ayfer Tunç’un bunları kurgulayacak hayal gücünün nasıl bir deneyimden beslendiği, hayranım onun kalemine. Kitap yazmadan önce Edip Cansever okuduğunu duymuştum. Ayrıca bu kitabında “Damage” filminin adı geçer, bende izledim. Biraz o filmden de beslenmiş sanırım.
   Hikayeleri bölüp parçalayarak, zamanda gelip giderek, ince ince öyle güzel yazıyor ki.
   Kitap, insanın hayatını yönlendiren kaderle başlıyor. Genetik hastalığı olan Umut’un, hastalığının sürecini yavaşlatması umuduyla, tedavi için Amerika’ya gitmesi ve orada uzun yıllardır yaşayan, ailesinden kaçan Sanem’le yollarının kesişmesini anlatır. Aralarında yaşanan bir türlü ismi konmayan “aşk” olduğunu her satırda hissettiren ilişkiyi anlatıyor. Yazar büyük bir ustalıkla yaşananları parça parça anlatarak, kitap boyunca birbirine bağlayarak bir puzzle ortaya çıkartır. Ayrıca yapıcı ve yıkıcı anlamda insanın ailesiyle kurduğu ilişkilerin didiklendiği, hayatını inşa ederken bu ilişkilerin ne kadar büyük önem taşıdığını görürüz. Öte yandan ebeveynlerinde kendi hayatları olduğunu, salt anne baba olarak görülmesini eleştiren bir aile merceği altında devam eder. Geçmişin yüklediği suçluluk duygusunun insanın yakasını bırakmadığını, yüzleşmektense kaçmanın tercih edildiğini gözler önüne serer. Bitmek bilmeyen içe dönüşler, geçmişle gelecekle kavgalar devam eder gider.
   Kitabın karakterleri o kadar gerçek ki, onların iç dünyasını olduğu gibi kendi içimde hissettim. Kendimde fark etmediğim ya da hiç dile getirmediğim hisleri buldum. Böyle anlarda da kitabı bir kenara bırakmak zorunda kaldım. Kitabın sonlarında, bitirir bitirmez tekrar başa dönmeyi düşündüm. Hikaye size çok yabancı olsa da kendi hikayenizi okuyormuş gibi hissediyorsunuz. Aktarılan duyguları çok net anlatmış. İşte bu yüzden Ayfer Tunç en sevdiğim yazar.
   İkiye bölünmüş bir kitap. Yazı kısmı Umut’la başlıyor, Tura kısmı Sanem’in anlattıklarıyla devam ediyor. Yazı-Tura veya Umut-Sanem. Kurgusu, ana hikayesi çok iyi. İki kişi arasındaki kısa zamana sıkışmış bir aşk hikayesi denilebilir. Kitapta çok sayıda karakter derinlikli olarak anlatılmış. Yazar, Umut’un hastalığının seyrini ustalıkla bir hekim gibi anlatmış. İnsan elini uzatıp kaderin önüne geçmek istiyor.  Okuduktan sonra yoğun hüzün, ölüm gerçeğini kabullenme, kadere başkaldırma gibi duygular hissediyorsunuz. Ayrıntılar biraz insanı yoruyor. Kolay sürükleyici bir roman değil, ağır okunuyor.
   Bu kitapta her şeyden önce edebiyat var. Mutlaka ama mutlaka okuyun…


13 Temmuz 2018 Cuma

DEMİR ÖKÇE



Yazar Adı: Jack London
Basım Yılı: 1998
Yayınevi: Yalçın Yayınları
Sayfa Sayısı: 298

   Jack London, (1876-1916) Amerikalı macera adamı. Geleneksel yazar tipiyle uyum göstermeyen yazı ustası. Gemilerde, barlarda, otel odalarında yazılarını yazar. Karl Marx, Charles Darwin, Nietzsche kitaplarını okuyarak, bu yazarların fikirleriyle dünya görüşünü oluşturur. 40 yıllık hayatında 50’ye yakın kitabı vardır. Eserlerinde yaşam kavgasını romantik bir bakışla anlatır. Sert kapitalizm eleştirileri vardır.


   Demir Ökçe, London’ın görüşlerini tam anlamıyla yansıttığı, aşk ve kavgayı harmanladığı, ileri görüşlülüğünü kanıtladığı mükemmel kitabıdır. Kitap 1907’de basılmıştır. Kitapta 1913 yılında büyük bir dünya savaşının patlak vereceğinden bahseder. Nitekim 1914 yılında 1. Dünya Savaşı başlar. Bunun gibi tahminleri vardır, çoğu da tutmuştur. Edebi bir kitap değil, okura sosyalist bakış açısı kazandıran, sistemi eleştiren, propaganda kitabı gibidir. Tarihi bir roman da denilebilir. Hayatı anlama kılavuzu…
   Demir Ökçe: Amerika’daki oligarşik sisteme verilen ad.
  Roman, Avis Everhard tarafından yazılmış günlüklerin yıllar sonra bulunup açığa çıkması üzerine kurulmuştur. Avis, romanın başkahramanı, Ernest Everhard’ın eşidir. Ernest içinde yaşadığı Emperyalist- Kapitalist düzenin; makinelere kölece bağlanmanın düzeni olduğunu, bu düzenin alın teri ve halkın kanı üzerinde yükseldiğini ve burjuvanın mutluluğunun buna borçlu olduğunu gösteriyor. Gazete patronlarının, kilise papazlarının gerçekleri halka yansıtmadığını, sansürlediklerini cesurca ve akıllıca eleştirir. Her ortamda öz güvenle konuşması, konjonktürü iyi okuması ve sevdiği kadının onun istediği tepkileri vermesi, beni kendine hayran bırakmıştır.
  Bu anlatılanlar Amerika'nın arka yüzünde yaşanan olaylardır. Chicago’da çıkan ayaklanmalar, grevler savaş sahnesi gibi anlatılmıştır. Hükumetin ve özelleşmenin sadece “kar etmek” güdüsüyle hareket edişine karşılık “devrim” uğruna canlarını veren işçi sınıfını, ölen yüz binlerce insanın-uçurum insanlarının- yaşadıkları acının, vahşetin gerçekliğini etkileyici ve vurucu anlatır.
   Roman, işçilerin Demir Ökçeye yenilmesi ile Avis Everhard’ın günlüklerinin yarım kalması ile bitmektedir. Kitap Jack London’ın ütopyası gibidir.
  Kitap, insanın, hayal gücüyle birleştiğinde, bir de kendini içine koyduğunda değişik dünyalara sürükleyip çok güzel hazlar yaşatabiliyor. Her geçen sayfada daha da şaşırarak okuyorsunuz. Yazar büyük resmi ustalıkla okumuş, yorumlamış, sentezlemiş… Demir Ökçe; ezilenlerin mücadelesi, bir devrin tanıklığıdır. Kesinlikle okumanız gerektiğini düşünüyorum.
  ”Tramvay işçileri emeği sağlar, kapitalistlerde sermayeyi. Emek ve sermayenin ortak çabasıyla para kazanılır. Bu kazancı aralarında paylaşırlar. Bu paylaşma da sermayenin payına kar, emeğin payına ücret denir.”s:31
  ”Üniversite de gördüğüm eğitim ve öğretim gerçek yaşamın dışındaydı. Orada varlık ve toplum üstüne bir takım varsayımlardan, kağıdın üstünde çok güzel duran bir takım safsatalardan başka bir şey öğrenmemiştim.” S:56
  ”Bu aniden kaybolmalar, dönemin dehşet verici özelliklerindendi. Şarkılarda, öykülerde hep bu motife rastlanır. Arkalarında en küçük bir iz, bir haber bırakmadan erkekler, kadınlar, çocuklar kayboluyorlardı…” s:234
  ”Sen tek bir kişilik içinde topladığın iki kadınla haremimi oluşturuyorsun.(burada Türkiye’ye göndermede bulunmuş. O dönemde çok eşli aile düzeni vardı.) s:246
  ”Gazetelerde kitabından tek bir söz edilmiyor ama konuşması ustaca başka bir kalıba sokularak, tümce ve sözcüklerin arkasındaki bağları koparıp bir kışkırtma söylevine dönüştürülüyordu.” s;144


6 Temmuz 2018 Cuma

MARTI



Yazar Adı: Anton Çehov
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Mitos Boyut
Sayfa Sayısı: 70

  Anton Çehov, 1860 tarihinde doğan, özellikle oyunlarıyla, hikayeleriyle ünlü yazar. Babasının yanında bakkal çıraklığı yapmaktan, Rusya'nın büyük bir yazarı olmaya değin ilerlemiş kişidir. Moskova Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirip doktorlukta yapmıştır. Yazmayı, harçlık çıkarmak için yapar.


   Çehov Rus bozkırının sesi olur. Güçlü bir simgeci yanı vardır. Buradaki martının gerçek anlamından öte sembolik bir anlam taşıdığını belirtmek isterim. Çehov martı adlı bu oyununu komedya olarak yazmış fakat gariptir, trajik bir akışı vardır. Bir yanı gülümser, bir yanı ağlar.
   Martı, aşkla yoğrulmuş bir tiyatro eseridir. Okuduğunuzda hiçbir aşkın karşılıklı olmadığını göreceksiniz. Aşkların tek taraflı yaşanması, umutsuzluğa sebep olur. Umutsuzlukta yaşamın sonudur.
   Dört perdelik kısa bir oyun olmasına rağmen dolu bir içeriğe sahiptir. Kitap 4 kadın, 6 erkek ve göl manzarasından oluşur. Oyun 4 ana karakterin sanatsal ve romantik çatışmaları etrafında geçer. Tek tek karakterleri ele alarak çözümlemeden sadece alıntılar yapacağım.
  ”Hangi başarı? Kendimi hiçbir zaman iyi yazar olarak görmedim. Yazar olarak kendimi beğenmem. Suyun, ağaçların gökyüzünün, doğanın bana esin kaynağı olmasını seviyorum, onlar beni yazmaya zorluyorlar. Ama yalnız doğa yetmez ki. Sonuçta ben bu ülkenin vatandaşıyım, yurdumu seviyorum. Halkımın acılarından da, geleceğinden de, bilimden de, insan haklarından da sorumlu olduğumu hissediyorum. Her taraftan sıkıştırılıp provoke edilince bende durmuyor koşturup duruyorum. Yaşam ve bilim, ileriye giderken umutsuzca geri kaldığımı hissediyorum; treni kaçıran ve artık ona yetişemeyen bir köylü gibi. Aslında ben yalnızca doğa betimleyicisiyim. Diğer her konuda yalancıyım.” s: 35
  ”Düpedüz kıskançlık seninki. Yeteneği olmayıp da yüksek iddiaları olanların, gerçek yeteneklere saldırmaktan başka bildikleri şey yoktur. Adice bir teselli işte.” S:44
  ”Dünyadaki insanlar için ünlü yazarlara bağlanmak ve onların çevrelerine girmeye çalışmak bir zahirecinin ambarında fare beslemesi kadar tehlikelidir. Ama yine de sevilir yazar takımı. Bir kadın, ele geçirmek için bir yazarı seçti mi, komplimanlarla, tatlılıkla, yalvarmalarla büyüler onu.” S:25
  ”Hayatın sana lazım olduğunda gel ve al onu.” S:46
  ”Aşk kalbi kemirmeye başladığında hemen onun kovulması gerekir.” S:53
  ”Daima büyük rollere yöneldi. Ama kulak tırmalayıcı sesiyle ve sert hareketleriyle oyunculuğu kaba, abartılıydı. Bazı anlarda ağlayıp sızlama ve ölme sahnelerinde başarılı oluyordu. Ama yalnızca birkaç kısa sahnede…” s:57
  ”Hepimiz yaşlanıyoruz, doğa yasaları bizleri ufalayıp eskitiyor.” S:58
  ”Kağıt üzerinde kolayca filozof olunuyor ama yaşamın içindeyken her şey çok karmaşık.” S:58
  ”Medvedenko: Niçin hep siyah giyiyorsunuz?
   MAŞA: Kayıp yaşamımın yasını tutuyorum. Mutsuzum.” S:5
  ”Durmadan değişirsiniz. Evrende değişmeyen olarak yalnızca ruh kalır.” S:16
  Bu oyunda dolaylı anlatım uygulanmıştır, insanoğlunun “özlemleri ile gerçeklik” ve “istekleri ile yapabilme gücü” arasındaki çelişki anlatılır. Kahramanların hiçbir istek ve özlemlerine kavuşamazlar. Yaşamayı başarabilenler ise ancak kendi kişilik ve ideallerinden ödün vererek ayakta kalmayı sürdüre bilenlerdir. Eşsiz bir eser, şiddetle tavsiye ediyorum. Okuyun.