30 Ağustos 2019 Cuma

SARI SICAK



Yazar Adı: Yaşar Kemal
Basım Yılı: 2019
Yayınevi: YKY
Sayfa Sayısı: 235

   Yaşar kemal, müthiş bir yazar. Sarı Sıcak, 22 öyküden oluşuyor, hepsi de doyurucu öyküler. Yine doğal ve akıcı üslubuyla, bir hayat mücadelesini aktarıyor. Bazı öyküler şaşırtıcı iken bazılarının sonu belli olsa da muhteşem bir kurgusu var. Kendini tekrarlayan bir yazımı var. Mekan tasvirlerine geniş yer veren yazar, betimlemelerde şiirsel bir üslup  kullanmış. Öyküleyici ve betimleyici anlatım tekniği var. Usta yazarın kitaplarında duygusallık yerine duyarlılık ağır basar.
   Sarı Sıcak, çok bunaltıcı, yakıcı sıcak demek.


 Aslında hikayelerine baktığımızda, romancı kişiliğinden ödün vermiyor ve aynı coşku devam ediyor. Romanlarının özütünü görüyoruz. Romanlarının temelini oluşturan öykülerdi bunlar.
   Kitapta, her biri yürek burkan Çukurova yöresindeki insanların sorunlarını dile getirmiş. Kitap boyunca kadınların ve çocukların acılarını yüreğinizde hissedeceksiniz. Ve sarı sıcak güneşi hep ensenizde olacak. Hikayelerindeki olaylar ilahi bir bakış açısına hakim anlatıcı tarafından anlatılmıştır.
“Elin ağzı uçkur bağın değil ki, çeke çeke bağlayasın yavru. Düşmeye gör, keyifle yerler seni!” s.24
“Dedikodu yapan insan dedikodu yaptığını bilir, onun aşağılık bir iş olduğunu da bilir…Kendi gözünde kendini aşağılar.Bu insanı kendisi kadar kimse aşağılamaz.” s.215
“Şehirlerin en önemli yerlerinden birisi de çöplükleridir. Çöplüklerin şehirler için gerekli değil, bu kadar önemli olduğu hiç aklınıza geldi mi? Bir büyük şehir çöplüğünü görünceye kadar bunu ben de bilmiyordum. Bir çöplük, bence bir şehir demektir.” s.138
“Herkes kendindeki kazığa bakmadan, saman çöpü arıyor elin gözünde.” s.178
“Kan kanla yıkanmaz, suyla yıkanır…” s.223
“Dul avrat oğulları köyde analarının adıyla anılır.” s.64


24 Ağustos 2019 Cumartesi

YER DEMİR GÖK BAKIR Dağın Öte Yüzü 2



Yazar Adı: Yaşar Kemal
Basım Yılı: 2013
Yayınevi: YKY
Sayfa Sayısı: 383

   Yaşar Kemal (1926-2015) Çukurova’da bir köylü delikanlısıdır. 4 yaşında babası gözleri önünde öldürülmüş, yoksul, okuyamamış birisidir. O kişiden bir mucize doğmuştur, dünya edebiyatının devlerinden biri çıkmıştır. Sırtını büyük bir kültüre yaslamış, arkasında halk şiiri, Karaca oğlan, Dadaloğlu, Toros dağlarının ağıtları vardır. Gerçek adı Kemal Sadık Gökçeli’dir. 1951’den sonra İstanbul'a gider. İstanbul’da Arif Dino bu yetenekli gençle uğraşmaya başlıyor. Ona Faulkner’ın kitaplarını çeviriyor, edebiyat teorilerini anlatıyor. Yaşar Kemal, Anadolu dilinin zenginliğinin farkında, bu dili küçültüp daraltmadan eserlerinde kullanıyor.


   Yaşar Kemal’in Atatürk'e saygısı sonsuzdu.”Millet olarak ne zaman bağımsız olmuşsak, dikkat edelim o zaman yaratıcı olmuşuzdur.” bir röportajından alıntı.
   Değişen sosyal yapı ve arayışlarla beraber bazı modern çağ edebiyatçılarının insafsızca yaklaştığı neredeyse “modası geçmiş bir masalcı” olarak nitelediği Yaşar Kemal, aslında modası hiç geçmeyecek insanlık durumlarını herkesin anlayabileceği kadar sade fakat bir o kadar da derin bir üslupla anlatmıştır.
   Yaşar Kemal, Yer Demir Gök Bakır kitabında, dört duvar arasında sıkışıp kalmışların dışarı çıkma mücadelesini anlatıyor bizlere. İktidar, aile, sosyal baskılar ve beklentiler arasında ezilen kahramanlar yazarın çıkardığı yolculuğa devam ediyorlar. Hepsi dayatılan düzene, tekdüzeliğe, acımasızlığa başkaldırıyor. Adalet arayışı ve bulamadığı adaleti yaratma çabasına giren karakterler, uçsuz bucaksız tarlalar ve verimli topraklarla ateşi yüksek göğün arasında sıkışıyor, dışarı çıkmak için çırpınıyorlar. Her karşı çıkış isyan üzerinden veriliyor. (isyan evrensel bir tema.)
Yer Demir Gök Bakır: çorak ve sıcak bir yeri niteler. Şartların zor, imkanların kısıtlı olduğu durumlarda, hiçbir yardım ve umut olmadığında kullanılan bir deyim.
   Roman, Yalak köylülerinin sıkıntılarını, çaresiz durumlarını, kendi aralarında uydurdukları hikayelerle hayata tutunma çabalarını konu alırken Mehmet Taşbaş adındaki adamın ermişliğe uzanan yolunu ve Muhtar Sefer’in köylüye yaptığı eziyeti anlatır.
“ Gözlerinde kurnaz, kazık atmışların pırıltısı vardı.”
“Köylü milleti ahmak olur… bir çocuk oyununda oyun oynuyorlar. Oyunları içinde ne kadar mutlular.”
   Pek çok karakter olsa da özellikle son bölümler de Taşbaş ve Sefer’in arasındaki olaylara ağırlık verilmiştir. Yaşar Kemal, sosyal gerçeklik bakış açısıyla zamane yöneticilerine ve feodal yapıya bir eleştiri getirmiştir. Paranın yönetiminde, kapitalizmin acımasızlığını Çukurova'nın Yalak köyü insanı ile anlatmaya çalışmıştır
   Zülfü Livaneli’nin senaryolaştırdığı 1988 yapımı filmi de mevcuttur. Kitap, 1963 yılında yayınlanmıştır. Dağın Öte Yüzü adlı üçlemesinin ikinci kitabıdır. Okurken, Yaşar Kemal’in doğal anlatımına ve yerel diline rastlamaktayız. Romanın diğer bir özelliği de Fransa’da “Fransız Eleştirmenler Derneği” tarafından en güzel roman olarak seçilmiştir.
   Ben yatılı okul çocuğuyum, çocukluğum köyde geçti. Okulda, 14 yaşlarımdayken okul bizi tiyatroya götürmüştü. Hayatımdaki seyrettiğim ilk tiyatroydu. Oyunun adı ”Yer Demir Gök Bakır” idi. O yıllarda okul bize büyük bir ödül vermiş. Bendeki anısı da bu oldu. Köylü yaşamı, köylü kurnazlığı, yoksulluk, çaresizlik, korku, korkulardan doğan ermiş miti çok çok güzel anlatılmış. Okuyun mutlaka.


17 Ağustos 2019 Cumartesi

TURGUT REİS



Yazar Adı: Halikarnas Balıkçısı
Basım Yılı: 2011
Yayınevi: Bilgi Yayınevi
Sayfa Sayısı: 328

   Halikarnas Balıkçısı, çeyrek yüzyıl Bodrum’da yaşamıştır. Bu kitabında, Bodrum’un Salavoz yarımadasının ucundaki, Karabağ köyünde doğan, Turgut Reis’in serüvenini romanlaştırırken, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun gelişme ve gerileme dönemlerini de gözler önüne seriyor. Engin deniz bilgisi ve şiirsel bir dille anlatıyor hikayeyi.. Kitap, Turgut Reis’in destanıdır bir bakıma. 22 bölümden oluşuyor.


   Dragut, Güney Avrupalıların Turgut Reise taktığı lakaptır. Dragon: Ejderha demek, Turgut’la arasında ses benzerliğinden yararlanarak Dragut kelimesinin doğmasına yol açmıştır. Ayrıca tecrübeli kaptanın Hıristiyan topraklarına düzenlediği seferleriyle de bu etkiyi yaratmıştır.   Turgut reis, levent, korsan, Osmanlı donanması reisi, kızıl sakallı Hayrettin paşa tarafından Cezayir’de yetiştirilmiş bir kaptandır. Bununla birlikte Preveze’de, Andrea Doria’nın haçlı donanmasını Akdeniz’in lacivert sularına gömen deniz kurdu.
   Kitabın geneline denizcilik terimleri hakim. Kendinizi bir anda korsanların arasında buluveriyorsunuz. Uzun zamandır böylesine bir roman okumamıştım. İlginçmiş, denizle ilgili bir şey okumayı da istiyormuş insan. Yazar gerçekten korsanları, denizi sevdiriyor, korsanlarla savaşmak istiyorsunuz. Bir deniz atmosferi oluşturmuş. Özellikle gençler bu kitabı okumalı, Turgut Reis gibi bir kahramanı, her biri destan tadındaki maceralarına katılarak, gerçek anlamda yiğitliğin, cesaretin, değer bilirliğin, vatan sevgisinin, vatan ve millet için fedakarlığın ne olduğunu görmeliler. Türk tarihinin en büyük denizcilerinden biridir. Turgut Reisin hayatı anlatıldığı için biyografik roman aynı zamanda Osmanlının deniz savaşları ekseninde ilerlediği için de tarihi romandır.
   Kitapta fazla yer ve kişi isimleri olduğundan biraz akıcılığını bozuyor. Yazar olayları anlatırken bir çok bilgiden (coğrafya, deniz, denizcilik terimleri, mitolojik ögeler) yararlanmıştır, bu sebeple romanın didaktik yönü ağır basar. Barbaros, Turgut reis gibi birçok denizcinin ve hatta genelleyecek olursak Osmanlının  en büyük eksikliği o yıllarda yeni dünya denilen yerler keşfedilirken Osmanlının hiç merak etmemesi, oralara keşfe gitmemesi en büyük hatasıdır.İspanyol ve Portekizli gemicilerin gidip çok büyük ganimetler elde ettiği Amerika kıtasına açılma konusunda eksik kalmışlar. Ve 1600'lü yıllarda Avrupa zenginleşmiş, ateşli silahlarını geliştirmiş, Osmanlının gerileme dönemi başlamıştır.
  Aganta Burina Burinata’dan sonra okuduğum ikinci kitabı oldu. Kesinlikle okunmalı, tavsiyemdir.
“2000 yıl önce Salamis deniz savaşından sonraki deniz savaşlarının en önemlisine ve en büyüğüne başlayacaklardı.
Preveze Deniz savaşı, bu zafer bir rastlantı ve tarih eseri değildi. Üstün denizciliğin, sevkin, tabiyenin, orjinalitenin ve cesaretin bir semeresi idi.” s.263
“Görüşüne, özgürlüğüne, gururuna ağır gelen işleri kabul edemediğinden dolayı Kanuni Sultan Süleyman'a arkasını çeviren, pruvasını açık denizlere, dümenini yazgıya bırakmış, engine fırlamış olan, İspanya, Malta, Cenova, Venedik gibi zamanın en güçlü kuvvetli savaş filolarına sahip olanları titretmiş olan Turgut Reis. Şimdi mezarı Trablusgarp’tadır.” s.328


15 Ağustos 2019 Perşembe

AGANTA BURİNA BURİNATA



Yazar Adı: Halikarnas Balıkçısı
Basım Yılı: 2005
Yayınevi: Bilgi
Sayfa Sayısı:185

   Cevat Şakir Kabaağaçlı, 1890 Girit doğumludur. Babası tarihçi, yazar ve Osmanlı komutanlarındandı. Amcası ve babasının aile çevresi yazarın kişiliğini büyük ölçüde etkilemiştir. Robert Kolejinden mezun olduktan sonra Oxford Üniversitesinde ”Yeni Çağlar Tarihi “bölümünü bitirir.1908 yılında İstanbul'a dönerek minyatür sanatıyla ilgilenir.1914 yılında hayatını etkileyen bir olay yaşar. Afyonkarahisar’daki evlerinde babasıyla yaşadığı tartışma sonucunda babasının ölümüne sebep olur. Hayatının 7 yılını hapiste geçirir. Hayatının bir diğer dönüm noktası da 1925 yılında yayınladığı “Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Ölüme Nasıl Giderler.” başlıklı yazısıyla, İstiklal Mahkemeleri tarafından, 3 yıl Bodrum’da kalebentliğe mahkum edilir. Bu arada Bodrum'a aşık olur ve cezasının sona ermesiyle 25 yıl orada yaşar. Bölgenin antik geçmişi yazarın mitoloji tutkusunu kamçılar.”Halikarnas Balıkçısı” takma adıyla yazılar yazmaya başlar.1971 yılında çok yönlü kimliği ile “Devlet Kültür Armağanı” nı kazanır.
   1973 tarihinde İzmir’de vefat eder.


   “Aganta Burina Burinata”  kitabın adı, bir denizcilik terimidir. “Yelkenleri tut” anlamına geliyormuş. Yazarın buram buram deniz kokan eseridir. İnsanlara mutluluk veren denizin, öteki yüzünü can alıcılığını, cimriliğini anlatır. Sahi “Düş Sokağı Sakinleri” grubunun “yaşadıkça” adlı albümünün 10. Parçası..
   Kitabın kahramanı aynı zamanda anlatıcısı Mahmut’un anılarını; kendiliğinden, şiirli diliyle, doğa ve insan sevgisinin etkin anlatımının en güzel örneğini okuruz. Mahmut, bütün engellere karşı koyan, okulu, disiplini, yerleşik hayatı sevmeyen deniz tutkunu bir karakterdir. Bu deniz aşığı Mahmut, seneler sonra geri döner, evlenir, denizden uzak bir köye yerleşir. Fakat yapamaz yine denize döner.
   Mahmut ve ailesi deniz insanıdır. Denize bağlı olarak yaşarlarken güzellik, özgürlük, başkaldırı, insanların arayışları, kayıpları, bunalımları, korkuları bir bir hikaye şeklinde halk diliyle çok güzel ifade edilir. Deniz betimleri şahanedir. Mutlaka okuyun.
“Babamı andıklarında “nur içinde yatsın” ya da “toprağı bol olsun demezler” çünkü babam denizde boğulmuştu.” s:7
“ Bu yaşamak değil uzun ölüm.” s.25
“Huyu suyu aykırı, dilleri başka olanlar, birbirlerine ısınamazlar.’ derler ya. Yalan! Beraber çalışıp beraber çile çeken insanlar birbirlerine öyle bağlanıyorlar ki bir kısmı buz, bir kısmı ateş olsa  birbirine uyup can ciğer kardeş oluyorlar. Ben böyle arkadaşlar edindim ki onların  birisi yanıma gelince, yanıma birisi gelmiş gibi değil yanımdan yabancılar ayrılmış da kendimle baş başa kalmışım gibi oluyordu.” s.101
“Sessiz toprak sesli denize benzemiyordu. Ona verdiğin emeğe bin bir renk, bin bir güzel koku ve çiçekle cevap veriyordu. Sanki kendisine karşı gösterdiğim alakadan dolayı bana şükran duyuyordu…Atılan tohumu bağrına kabul ediyor, nemli tutuyor ve uçar hayvanlardan gizleyerek koruyor ve koynunda yavruyu emziren ana gibi besliyordu…..Toprak tam bir kadındı, okşanmaktan hoşlanıyordu.” s.138
“Duygu, kayığın geçerken bıraktığı, en küçük bir izi bile kıskanarak, onu hemen dümen suyunca örtüp yok eden yüreksiz denizde değil, asıl toprakta vardı. Denizin sularını istediğin kadar karıştır, istediğin kadar öv, okşa, pohpohla, ona şarkılar söyle, onun sana cevabı “Çekil! Defol!” dermiş gibi şamardır.” s.139
   Şu içini burkan yoğun betimlemeyi başka nerede okursunuz? Kitabı okuyun bence.


8 Ağustos 2019 Perşembe

AYAŞLI VE KİRACILARI



Yazar Adı: Memduh Şevket Esendal
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Bilgi
Sayfa Sayısı: 256

   Memduh Şevket Esendal, 1884’te İstanbul’da doğdu. 1906’da İttihat ve terakki Cemiyetinde, 1908’den sonrada müfettiş olarak çalıştı, Anadolu’da birçok yeri dolaştı. TBMM kurulunca Atatürk’ün yanında yer aldı.1952’de Ankara’da öldü. Gerçek Türkçü, milliyetçi, inkılapçı büyük devlet adamı Esendal, daha çok edebi yönü ve usta hikayeciliği ile tanınmıştır.Türk öykücülüğünün önemli yazarlarındandır. Çehov tarzı denilen Durum hikayeciliğinin, edebiyatımızdaki temsilcisidir.Öykülerinde, çok yakından tanıdığı dalgacı, yiyici, sömürücü, zavallı küçük memurları, devlet görevlilerini anlatmıştır.Dil bakımından temiz, berrak, sade hatta Ömer Seyfettin’den daha sade bir Türkçe kullanmıştır. Sait Faik, Esendal’ı en iyi analiz eden hikayecilerimizdendir. Sıradan insanların yaşamları etrafında gezinir, hayattan aldığı konuları temiz bir dil, sadelik ve içtenlikle işler.


   Ayaşlı ve Kiracıları, yazarın önemli yapıtlarındandır. 1934 yılında yayınlandı. 1942’de CHP Roman ödülü aldı. Romanda, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankara’dan bir kesit okuruz.
   Kitap, Ayaşlı İbrahim’in apartmanında yaşayan halkın çeşitli kesimlerinden insanların yaşadığı olayları, sorunları, ahlaksal bozukluklarını karakterler arasındaki diyaloglarla sunar. Erkek karakterlerde; yaptıkların işlerin bozukluklarına, uyuşturucu, cinayet gibi konulara dikkat çeker. Kadın karakterlerde ise sadakatsizlik, kumar, fiziksel şiddet, evlilik dışı çocuk edinme konularını eleştirir. Özellikle kadınların durumları üzerinde durur. Olaylar, odalardan birinde kalan bir banka memurunun gözünden anlatılır. Kitapta gerçekten güzel bir Türkçe kullanılmış. Bazen Ayaşlının kiracılarının  konusu bile yok ama  bu insanların hayatları içiçe geçmiş, gizlenen ve açığa çıkan sırları var. Kitabı sürükleyici yapan da bu sanırım. O dönemin yaşayışını merak edenler için tavsiye ederim.
“Neyi yapamam sanırsa onu yaptırdılar; nelerden korkarsa hepsi başına geldi.” s.68
“Saç, kadının ziynetidir.” s.16
“Hani öküzü döverler ağlamaz da, tutup okşarlar, garipser, ağlar. Benim okşamam da ona öyle geldi. İnsanın her zamanı bir olur mu?” s.134


3 Ağustos 2019 Cumartesi

SON KUŞLAR



Yazar Adı: Sait Faik Abasıyanık
Basım Yılı: 2011
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Sayfa Sayısı: 134

   Sait Faik, durum(kesit) hikayesi yazarıdır. Yani olay hikayeciliğindeki (plan; serim, düğüm ve çözüm) bölümlerine önem vermeyen, olayın herhangi bir yerinden başlayan ve sonuca bağlamayan hikayeler vardır. Başka bir ifadeyle; anlatıcı ile hikaye kişisi, dolayısıyla rüya ile gerçek çoğu zaman birbirine girmiştir. Öyküyü artık bir olay değil, zihinsel bir sıçrama ya da bugünün tabiriyle bilinç akışına benzer ögeler yönetmeye başlamıştır. Kimi zaman duygular, kimi zaman da bir durumun veya olayın duyular yoluyla insan üzerinde bıraktığı etki etrafında kurulması nedeniyle öykülerdeki dağınıklık belli bir noktaya odaklanan bazı temaları tekrar ettiği; anlatıcının ve hikaye kahramanlarının kendisi bizzat yazara dönüştüğü için biz bu savrukluğu son dönem öykülerinde fark edemiyoruz gibi geliyor. Yavuz Türk’ün "Kafka Okur" dergisinden alıntıyla başladım.


   Son kuşlar öykü kitabı, 20 öyküden oluşuyor. Kitabın sonunda da Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Sait hakkındaki yazısı yer alıyor. Beni etkileyen bazı öykülerini özetlemek istiyorum:
   Son Kuşlar hikayesinde, yazar doğanın gittikçe yok olmasından yakınıyor. Gelecek nesillerin ne bu son kuşları ne de doğanın güzelliğini göremeyeceklerini okuyucuya kavratmak istiyor.
   Bulunamayan hikayesinde, Arşimet kanununu bir adama  kanıtlamaya çalışır ve sonunda adam pes eder.
   Yaşayan;  yazar evinden, sahildeki balık tutan adamları gözlemliyor. Onların balık tuttukları andaki sevinçlerini, yüz ifadelerini, iş yaparken ki hallerini betimliyor. Balıkları pay ederken yapılan aç gözlülüklerin den bahsediyor.
   Türk Ülkesi; hikayesindeki rüzgarı tasvirinden bir alıntı:
“Ara sıra çamdan, fundadan, defne ve zeytinden, denizden ve karanlıktan, köşk bahçelerinin havuzundan çıkma, yerli, otlak bir lüfer balığının dibinde gezinişiyle fiske fiske denizden fırlama, öldürürcesine serin, gebertircesine kokulu, kim olursa olsun, ne olursa olsun bir mahluk dudaklarına muhtaç bir insanın ruh halini kamçılayan bir rüzgar…” s.89
   Dondurmacının çırağı; hikayesinde yazar insanların sürekli birbirlerinin kusurlarını aradığını, birbirleriyle küstüklerinde bile üzüntü duymadıklarını hatta mutlu olduklarını söylüyor. Küçükken dondurmacının çırağıyla yaşadığı dostluğu anlatıyor.