25 Mayıs 2020 Pazartesi

AÇIK YAPIT

Yazar Adı: Umberto Eco
Basım Yılı: 1992
Yayı evi: Kabalcı Yayınları
Sayfa Sayısı: 321

   Umberto Eco, (1932- 2016) İtalyan bilim insanı, yazar, edebiyatçı, düşünür. Takma adı, Dedalus'tur. Dünyanın  ilk 100 entelektüeli arasında 2. sırada gelmiştir. Umberto Eco, 1958 yılında Uluslar arası Felsefe Kongresine “Açık Yapıt Sorunu” başlığı taşıyan bir bildiri sunuyor. Konu tartışmaya açılıyor ve daha sonra yazar bu bildirisini geliştirip bir kuram oluşturuyor. 1962’de bir kitap halinde yayınlıyor. Eco kuramını temellendirmek için, çağdaş  felsefe, görüngü bilim, çağdaş müzik, resim, mimarlık vb alanındaki gelişmelerden yararlanmıştır.
Öte yandan kültür ve sanat tarihine de girer. İlk çağdan başlayıp Platon ve orta-çağa Dante ye geçer. James Joyce’un Ulysses’ini ve Kafka’nın yapıtlarını Açık Yapıtın en büyük örneği olarak sunar.
Eco’ya göre, her yapıtın bir bildirisi vardır ve her bildirinin de bir düzgüsü, bu düzgü bilinmeden yorum yapılamaz, yapıt anlaşılmaz.
Türkiye'ye gelmiş, Boğaziçi Üniversitesinde Orhan Pamuk'la söyleşi yapmıştır. Yazarın, "Foucault Sarkacı" (zorlandığım) ve "Gülün Adı" kitaplarını okumuştum.


   Açık Yapıt, bir ders kitabı niteliğinde bir eserdi bence. Kitabın dili zorlayıcı. Bugün artık kültür ve edebiyat teorisinde, özellikle de dilbilimde kabul görmüş şeylerden söz ediyor. Açık yapıt poetikasını, şiirsel dilin yapısının anlatıldığı bölümler daha anlaşılır. Çokluk ve çok anlamlılık kavramlarına vurgu yapar. Benim gibi altyapısı olmayan birisi için çok ağır bir kitaptı.

“Gününü kurtarma, tek kişinin buyruğuna girme, sürü zihniyeti ve kitleleştirme (massification) gibi bilinen sosyal hastalıklar, ahlakta ve politikada, moda alanında olduğu gibi beslenmede de…..Siyasal alanda olduğu gibi ticari reklam alanında da her türden gizli kandırmalar ve bilinçaltı (subluminaires) uyarmalar “iyi biçimlerin” edilgen edinilme tarzına yol açar ve bunların gereksiz bolluğu içinde ortalama insanda hiç çaba göstermeksizin yaşar gider.” s.104
”Bir yerde ketleme varsa eğer, orada beklenti zevki de vardır; ki bu da bilinmeyen karşısında bir güçsüzlük duygusu gibi bir şeydir. Çözüm ne denli beklenmedik olursa zevk de o denli yeğin olur.” s.97
İyi okumalar...

16 Mayıs 2020 Cumartesi

GÖRME BİÇİMLERİ

Yazar Adı: John Berger
Basım Yılı. 1986
Yayınevi: Metis
Sayfa Sayısı.

   John Berger (1926-2017) İngiliz yazar ve sanat eleştirmeni. Cevat Çapan ve Leyla Erbil gibi yazarlarımızla yakın ahbaplık etmiştir.


   Kitap 7 denemeden oluşuyor. Denemelerin dördünde hem sözcükler hem imgeler, üçünde ise yalnız imgeler kullanılmış. Seyirciokurun kafasında soru uyandırmak amacıyla hazırlanmış. Kitabı tamamlamayı okurun kendisine bırakmış. Benim için farklı bir okumaydı, tekrar tekrar okunası bir başucu eseri. 
   Yazar Görme Biçimleri kitabında, geçmişten bugüne kadar ortaya çıkan faklı görsel eserlerin analizini yapıyor. Bize eserlerin farklı yönlerini gösteriyor. Sorulmamış soruları sorduruyor. Ufuk açıcı bir eser. Sadece sanat eserlerinin değil reklamlarda kullanılan görsellerin ve imgelerin de hangi amaçla kullanılmış olabileceği ile ilgili bilgiler veriyor.
"Görme konuşmadan önce gelmiştir. Çocuk konuşmadan önce bakıp tanımayı öğrenir." kitabın giriş cümlesidir. Anlaşıldığı üzere görme yaşadığımız dünyayı algılarken en önemli ve ilk öğrendiğimiz duyulardan birisi. Yazar sistemin bunu nasıl kullandığını da gösteriyor. Özellikle kapitalizmin.
   Berger'e göre çok düşündüğümüz ve inandığımız şeyler görme biçimimizi etkiler. İnanmak istediğimizi görürüz. Yani gördüğümüz şey tamamen kişiseldir. Objektif bir gözle görüp algılamıyoruz. 
   Hepimiz içten içe kıskanılmak, istenilen olmak, arzulanan olmak istemişizdir. İşte tamda reklamlar bize bunu görsel imgelerle veriyor. Reklamın yapmaya çalıştığı şey çok açık. Bizler bunu görmek yerine ürüne odaklanırız. Kapitalizm bize sunulanı almamızı öğütler. Reklamların kullandığı temalardan biride güzel kadınlar ve yakışıklı erkeklerdir. Kusursuzdurlar. Onlar gibi giyinmek onlar gibi davranmak bir tarzdır. Fiyatla çok fazla ilgilenmeyiz. Bizler dış görünüşün birer kölesi, kuklasıyız. Bizim hayatlarımız yerine bize dayatılan hayatları yaşayıp, ölüyoruz.
   Ahlaki değerlerimiz içimizden değil, din ve toplumun doğrularından geliyor. Onlardan güç alıyoruz. Bir şekilde içi boş olsa da onlara sığınıyoruz. Sorgulama, soru sorma, irdeleme yok. Berger bu eserde işte bizi buralara kadar getiriyor. Özellikle at gözlüğü takanlar için çok yararlı eşsiz bir eser. Mutlaka okuyun.
"Nü adlı kitabında Kenneth Clark, çıplak olmak giysisiz olmaktır der; oysa nü bir sanat biçimidir. Ona göre nü, resmin çıkış noktası değil resmin ulaştığı bir görme biçimidir." s. 115
"Reklamın dayandığı temel huzursuzluk şu korkudan doğar: hiçbir şeyin yoksa sen de bir hiç olursun." s.320
"Her türlü ürünü ya da hizmeti satabilmek amacıyla reklamlarda cinselliğe gittikçe daha çok başvuruluyor. Ne var ki bu cinsellik hiçbir zaman kendi başına, özgür bir cinsellik değildir. Cinsellikten daha büyük bir şeyin, yaşarken istediğimiz her şeyi ele geçirebildiğimiz güzel bir yaşamın simgesidir. Satın alabilecek durumda olmak cinsel bakımdan istenir olmakla eşitlenir..... bu ürünü satın alabiliyorsanız sevilen biri olacaksınız." s.323
"İş saatleri anlamsız sonu gelmez, sür gitliği, düşlenen bir gelecekle dengelenir; gelecekte girişilecek düşsel etkinlikler o andaki edilginliğin yerini doldurur. O kadın ya da erkek işçi, düşlerinde gerçek tüketici olur. Çalışan ben tüketen beni kıskanır." s.335
"Erkekler kadınları seyrederler. Kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler." s.47

AVARA KASNAK



Yazar Adı: Ferit Edgü
Basım Yılı: 2015
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 64

   Kitap  3 bölümden oluşuyor. Boşa dönen dingil anlamına gelen Avara Kasnak, yazarın 2002 yılında yazdığı 13 metinden oluşmuş bir eseridir. Kısa bir kitap. Fakat her kelimesi içine işliyor. Derin anlamlar içeriyor.


 Başıboş metinler nereye saldıracağı belli olmuyor. Serseri metinlerde denilebilir. Son bölüm benim en hoşuma giden bölüm oldu. Olumsuz Metinler… Olumsuz cümlenin olumluya dönüşmesinin diyalektik gelişmesi. İlk kez okudum diyebilirim. Çok iyi bir deneyim oldu. Yazar yapıca olumsuzluklar üzerine kurulu bir metinden olumlu bir metin oluşturuyor. Mantık sistemlerindeki gibi, olumsuzun olumsuzu olumludur.
  Metinlerde, yazarın sorgulayan, çatışmalar yaşayan sesini hep duyarız. Ben okurken bu sese çok dikkat ederim. Yazarın sesi esere yansımalı. Okunması kolay yorumlaması zor bir kitap. Okuyun mutlaka.
“Soru: Kaç türlü yolculuk vardır?
  Cevap: Kaç yolcu varsa o kadar.” s.36
“… İçinde bulunduğumuz durumda, ne yasalar geçerli bizim için, ne de yasaklar.” s.27
Arka kapaktan;
“Bazı kitapların adı tarife gerek bırakmaz -“Avara Kasnak”- onlardan biri.

15 Mayıs 2020 Cuma

BİÇİMLER RENKLER SÖZCÜKLER



Yazar Adı: Ferit Edgü
Basım Yılı: 2013
Yayınevi: Sel Yayınları
Sayfa Sayısı: 170

   Ferit Edgü, 1936’da İstanbul’da doğdu. Öykü, şiir, roman, deneme türünde kitapları vardır. Çeşitli edebiyat ödülleri almış, Türkiye’nin sayılı resim koleksiyoncularındandır. Çizer-yazar… Eserlerinde çağdaş insanın yabancılaşmasını, bunalımını, varoluş sorunsalını işler.


 Ferit Edgü bu kitabında, muhteşem ressamlar ve yapıtlarıyla şahane bir yolculuğa çıkarıyor biz okurları. Sanatçıların eserlerinin dillerini çözüyor ve okumasını yapıyor.Yazar ön sözünde “göz dinler” diye bir ifade kullanır. Bu ifadenin karşılığını resimlerde arar. Göz gerçekten de çizgileri, renkleri, istifi, hatta okuyucuyu dinliyor. Renkler; yeşil, kırmızı, mavi, mor, siyah… Her zaman her resimde aynı dilden konuşmuyorlar. Aynı el aynı nesneyi ya da modeli aynı biçimde çizmiş olsa bile.
   Her yazarın, şairin kaleminden çıkan bir kelimenin aynı olmadığı, aynı anlama gelse bile aynı olmadığını düşünmüşsünüzdür. Belki abartılıyor. Ancak abartılarak algılanabilir bir gerçek. Özellikle bir sanat yapıtının gerçeği. Örneğin bir at resmi; ne bir yolda, ne çayırda yalnızca tuvalin üzerinde (kendi dünyasında) yaşama savaşı veren, yorgun, hüzünlü bir at.
 Yazar bize “ne buluyorsun bu resmin önünde?” sorusunu, kendimize sormamızı öğretiyor. Sorunun yanıtını her baktığım resimde bulmaya çalıştım. Evlere astığımız tablolardan başladım. Ne bulduğumu sordum, o resmin bir ruhu vardı her şeyden önce. O yüzden duvarıma asmıştım. Böylece baktığım, kavramak istediğim her resmin önünde onların sesini de dinlemiş oldum.
Bir resim kendi içinde son sözünü söylemiş demektir. Ona bakan, gören ve onu dinleyen en yetkin göz ancak bu son sözü duyabilir, algılayabilir, sezebilir… Bunların hiçbirini sözcüklere aktaramaz. Bir resme baktığımda resmedileni (modeli) görenlerdenim. Resmi ya da ressamı değil. Fakat bu eseri okuduktan sonra o bakar körlerden olmadım. Resim önünde  konuşabilir, bizden önce konuşanlarında seslerine kulak verebiliriz.
 Çarşıdan bir karpuz alıp, bir ressama götürüp bunun resmini yapmasını isteyeceksin. O yalnızca bir resim olacak. Çarşıdan, tarladan, kırlardan değil ressamın atölyesinden geliyor. Onu hiçbir zaman yemeyeceksin, o hiç çürüyüp kokuşmayacak. Bir resim, resim olarak algılanır. O resim üzerinde yazmaya geldiğinde; öyküler, sanatçının yaşamı, dünya görüşü, gelenek içindeki yeri etkiler.
“Resim görünmeyeni görünür kılar” Klee
 Her sanatın kendine özgü dili vardır. Resmin dili de görünür kılmaktır.


30 Nisan 2020 Perşembe

UYKULARIN DOĞUSU



Yazar Adı: Hasan Ali Toptaş
Basım Yılı: 2009
Yayınevi: İletişim
Sayfa Sayısı: 259

   Toptaş, bu kitabında da cümleleriyle içinizde bir yerlere dokunuyor. Yazımı, alıntılarla bırakıyorum...


“Kimi zaman dizginlenemeyen bir hırsın, kimi zaman zararlı olacak kadar derinleşen uçsuz bucaksız bir sevginin, kimi zaman bir şefkatin, kimi zaman da akla hayale sığmayan korkunç bir korkunun güdümündeymiş gibi gözüken, her biri birbirinden değişik hamlelermiş bunlar. “ s.139
“Bir hikaye sonsuzmuş gibi göründüğünde, kendine ulaşmış demektir çünkü. Bu da, az şey değildir hikaye açısından. Bilirsin, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, kendine ulaşamayan bir hikaye başka notalara da ulaşamaz.” S. 149
“Odanın içinde büyüyen sessizliğin nedenini onların uzaklığında ararcasına, alnını kırıştırıp çenesini titreterek bakıyormuş. Dedem de acayip bir yalnızlık duygusuna kapılıyormuş o böyle bakınca.” S. 152
“Sıcak bir hızla genişleyen gülümsemelerin bile aslında o an için anlaşılamayan başka türlü bir kötülük olduğunu düşünmeye başladım hatta. Bu yüzden pek dışarı çıkamadım artık, odama kapanarak kendimi tamamen kitaplara verdim. Çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen ürkek bir fare gibi, azıcık huzur bulayım diye gidip onların arasına sığındım bir bakıma. Sığınınca da tabi, dünyayı ve insanları unutabilmek için aylarca bir kitaptan ötekine soluk soluğa koşturup durdum.” s.170
“… ben de oturduğum yerden uzaklara çekilmiş, efkarlı bir ruhla sessizce bakıyordum bu insanlara.” s. 88
“Bilirsin, insan dert denen şeyin ağırlığı altında ezilip un ufak olunca, dert çoğu kez o insanın şeklini şemalini alır da kimseyi iplemeden, ulu orta konuşmaya başlar.” s. 29
“İnsan denen yaratığın akıl almaz labirentler, ürkütücü dehlizler, zifiri karanlık kuyular ve birbirine açılan meçhul genişliklerle dolu ruhunda, hayatını masala dönüştürmek gibi tuhaf bir eğilim varmış… Bu eğilim…. Günü saati gelince ne yapar eder, bir şekilde nüksedermiş….” s.192
“… insanların büyük kötülüklere yol açan iyilik anlayışlarından korkuyorum. ….bir insanın her şeyi bilebileceğini sanan kıt akıllı adamların, geçmişlerini başkalarının geleceğinden geri almaya çalışan kırkını aşmış çocukların ve hemen her fırsatta yaralı güvercin rolü oynayan kadınların yanı sıra ben uzun ömürlü neşelerle uykulardan da korkuyorum, dedim.” s.230
“Tıpkı insanlar, kuşlar, böcekler ve zamanlar gibi alışkanlıklarında yolculuk ettiğini belirttikten sonra, bir insan acaba ben hangi alışkanlıklar köprü oluyorum, geçmişten alıp geleceğe doğru neleri götürüyorum ya da huyumda tüyümde ne tür pisliklerle ne tür parıltıları barındırıyorum diye arada bir durup kendisine bakmalı,…İşte böyle dönüp taşıdığımız yüklere alıcı gözüyle bakınca, bunların içinden insanlığa hayra dokunmayacak olanları hemen oracıkta bırakmalıyız.” s.237 
Boş yere hamallığını yapmamalıyız…. Gövde dediğimiz şu gövde aynı zamanda mekandır… aynı zamanda uğultulu bir tesadüftür… aynı zamanda başkadır… başkalarıdır…
“… bir kızı öpünce sadece tenini değil aynı zamanda onun gövdesindeki zamanları ve bu zamanların içinde biriken görüntülerle sesleri de öpmem  ve hissetmem gerektiğini söyler,…” s. 239
“İnsan bazı şeyleri kimseye söylememeli… sonsuza dek hep örtülü kalacaktır…” s.250



BİN HÜZÜNLÜ AŞK



Yazar Adı: Hasan Ali Toptaş
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: İletişim Yayınları
Sayfa Sayısı: 215

  Hasan Ali Toptaş’ın 1997 yılında yazdığı,Cevdet Kudret edebiyat ödülü aldığı romanıdır. Post modern bir roman.
  Bin Hüzünlü Aşk, dil ve üslubu, kurgusu, okuyucu-roman ilişkisi açısından ezber bozan bir romandır. Post modern unsurları kullanım şekli, tematik alt yapısı, kurgusundaki helezonik akışı, dilindeki şiirsel ritm ile kendi dönemi içersinde özgün ve özel bir alan yaratıyor kendisine. 


  Yıldız Ecevit’in arka kapak yazısında dediği gibi “…gecikmiş Türk romantizminin başyapıtı” ifadesi yerinde bir tanımlama olur.
  “Hayat nedir diye sorarsan bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum..” Haraptarlı Nafi’ye ait bir epigraftla kitap başlıyor. Haraptarlı Nafi bir hayal kahramanı. Yazar, kendi yarattığı kahramana söylettiği bu cümle ile daha romanın başından, mutlak bir anlam aramamak gerektiğini, anlamın değişebilir ve en önemlisi de kavranmak yerine hissedilebilir olduğu konusunda bize bir tür manifesto veriyor.
   Kitap, 9 bölümden oluşur. Vurucu ve seri cümlelerle meraklı, bir okumaya başlıyorsunuz. Alaaddin, yazar-anlatıcı dışındaki ana karakter. Ancak somut bir varlık olarak değil. Alaaddin o mutlak anlam ile kavranamayacak ancak her bireyin özel ve özgün algısı ile hissedebileceği, kalbinde olup da hiç kimseye anlatmayı başaramadığı, dile getirilmesi imkansız şeye benzemektedir.
  Eser, iki katmanlı bilinmezlik üzerine kurulmuş. İlki, insanın varoluş serüveni, diğeri romanın kurgusu üzerinedir. Toptaş’ın da deyimiyle “gerçek roman kahramanı, her zaman metnin kendisidir.”
   Roman içinde pek çok tanıdık ve yabancı isim geçmektedir. Motel ROM, neden rom denildiği bazı kaynaklarda CD-ROM a gönderme yaparak bir nevi “bellek, zihin, beyin, bilinç dışı” imgesi olduğu söylenir. Bir başka bakış açısı da ileriki bölümlerde karşımıza çıkacak olan “orman”  mekanı ile ilgili. İki ismi birleştirerek ROM orman isminden “roman” kelimesini çağrıştırdığı. Bana ikisi de anlaşılır geldi. Toptaş zaten bize bir romanı değil “romanın romanını” daha doğru ifadeyle “kurgunun romanını” vermektedir.
   Kırmızı Başlıklı Kız, Don Kişot, Hansel ve Gratel gibi masal kahramanlarının, Gregor Samsa, İstanbul’un fethi ile anlatıların çıkması, esere hakim olan bilinmezlik, anlamsızlık, bir dibe veya zirveye varamazlık, imgeler, metaforlar, çoğulculuk, tam metnin içine girerken yazarın önümüze koyduğu engeller, bizi bütünüyle bilinç dışı seyre dönüştürüyor.
   Gösteri dergisinde Aziz Çağlar'ın, Toptaş İçin yazdığı yazının başlığında  “İnsanın Issızlığının romancısı” ifadesi yazarı bize çok güzel ifade eder.
“…genç kızların memelerine bakıp bakıp yutkunan çökük avurtlu ustabaşılarla yönetilen kocaman fabrikaların….” s.14
“Bir bakıma iyilik dediğimiz şey kötülüğe yaklaşma konusunda şiddetle burun kıvırırken, kötülük daha cesur davranıp (belki de korkup) ona yaklaşılmayı göze alabiliyor..” s.16
“bu ilişki bahçıvanı eğiten vahşi bir bahçe gibi kendiliğinden gelişmeli, diyordum kendi kendime.” s.27
“hayallerini elektrikli süpürgelerin gürültülerinde öğütüp öğütüp toz torbalarıyla birlikte her gün çöpe boşaltan donuk bakışlı kadınların…” s.75
“Benimkisi hiçbir zaman hiçbir şeyle açıklanamayacak kadar derin, hiç kimsenin anlayamayacağı ölçüde karmaşık ve acayip bir yorgunluktu.” s.211




KAYIP HAYALLER KİTABI



Yazar Adı: Hasan Ali Toptaş
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 310

   Hasan Ali Toptaş, 1958 Denizli doğumlu, öykü, roman ve şiirsel metinleriyle tanıdığımız yazarımızdır. Kitaplarında kayboluyorsunuz. Eserleri, zamansız ve mekansız başlıyor ve bitiveriyor. Dili kullanmadaki ustalığı ile eşsiz bir ziyafet sunan post modern edebiyatın ender kalemşorlarındandır.


  Taşranın kımıltısızlığında bir insan düşünebilir, ne yazabilir ne üretebilirdi. Ancak hayal kurabilirdi. Kayıp Haller kitabı da aynen böyle bir kitap. Herkesin kendine ait kayıp hayallerini bulacağı bir kitap. Zihnim çok karışık, yazacak bir şey bulamıyorum. Çok çok güzel ve zor bir kitap. Mutlak okuyun..
   Zeynep Erk Emeksiz hocanın katıldığım edebiyat derslerinde, yaptığımız kitap analizlerinden alıntılarla başlamak istedim.
            Hasan Ali Toptaş’ın kitaplarında anlatı yapısı:
-Zaman akışı çizgisel değildir. Yukarı doğru genişleyen bir sarmala benzer.
-Olay anlatmak bir amaç değil araçtır. “Vakayı öldürdük”
  Anlatı kişisi çoğunlukla üst kurmaca bir yazardır. Metin kişiselleştirilmiştir. Metnin sesi anlatıya girer. Kitaptan bir örnek vereyim:
 “…bir yandan da kasaba kırtasiyecilerinden satın alınmış ucuz bir dolmakalemle oturup gecenin bu vaktinde acaba kim yazıyor beni, dedim; sonra bir yandan o vadinin ıslaklığına olanca yalnızlığım, hasretim ve diriliğimle gömülürken bir yandan da, hem kocaman bir bardakla çayını yudumlayıp hem de sigarasını tüttürerek acaba müsveddelerimi kim daktiloya çekiyor şimdi, beni kim diziyor satır satır ya da çoktan dizilip basıldım da şu anda hangi okurun gözünde tekrar yazılıyorum, dedim…” Metnin sesi var, romana dahil oluyor öykü kişisi olarak konuşuyor.
-Mekan alegoriktir.
(Kitabın kendisi mekan olarak alınır. Kayıp Hayaller Kitabında bellekteki mekan)
-Metnin merkezinde yazınsallığın ve romanın kendi varoluşu vardır. Bir tür kurmaca bildungsroman diyebiliriz. 
Bildungsroman: Aydınlanma çağı Almanya’sında ortaya çıkan bir roman türüdür. Türkçede “oluşum romanı” gibi çevirisi vardır. Genelde bireyin oluşum dönemini ve sonunda ulaştığı ideal durumu ele alır.
-Romanın amacı hikaye anlatıcılığından deneysel anlatıya bir serüvendir.
 Toptaş’ın romanları da birer meta-romandır. Roman hakkında romansa bu metaromandır. Bu bir tarz. Üst kurmacayı bütün metinlere yayar. Romanın merkezinde romanın varoluş hikayesi duruyor
 Yazarın romanlarında gerçeklikten sızan anıları var; dayılar, dedeler, anne, çocukluğu… Yani kendi belleğini dönüştürüyor kitapta.
-Anlatı devinimsel, sürekli değişiyor, deneysel. Hareketlilik var. Kevser’in torbasında ne var? Belirsizlik var. Anlatıya “belirsizlik” belirli nesnelerle yansıtılmış.
“Sanat görüneni vermez, onun işlevi görünmeyeni görünür kılmaktır.” Paul Klee
“….kalbinde çocuk korkaklığı taşıyan buruşuk bir dede ya da ancak ve ancak cehennemin çıkış merdivenine kadar ilerleyebilmiş pısırık bir kaçaktım.” s.282
“Hasan’a göre hayat o şaşılası kıvraklığıyla ansızın birkaç kağıt kılığına bürünerek, Nesime’yi onca tokadın ve tekmenin altından çekip aldı yani; kocası kollarını kollarının ötesine uzatıp ona ulaşamasın diye de Almanya denen en uzak cebine sakladı.” s.267