30 Nisan 2020 Perşembe

BİN HÜZÜNLÜ AŞK



Yazar Adı: Hasan Ali Toptaş
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: İletişim Yayınları
Sayfa Sayısı: 215

  Hasan Ali Toptaş’ın 1997 yılında yazdığı,Cevdet Kudret edebiyat ödülü aldığı romanıdır. Post modern bir roman.
  Bin Hüzünlü Aşk, dil ve üslubu, kurgusu, okuyucu-roman ilişkisi açısından ezber bozan bir romandır. Post modern unsurları kullanım şekli, tematik alt yapısı, kurgusundaki helezonik akışı, dilindeki şiirsel ritm ile kendi dönemi içersinde özgün ve özel bir alan yaratıyor kendisine. 


  Yıldız Ecevit’in arka kapak yazısında dediği gibi “…gecikmiş Türk romantizminin başyapıtı” ifadesi yerinde bir tanımlama olur.
  “Hayat nedir diye sorarsan bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum..” Haraptarlı Nafi’ye ait bir epigraftla kitap başlıyor. Haraptarlı Nafi bir hayal kahramanı. Yazar, kendi yarattığı kahramana söylettiği bu cümle ile daha romanın başından, mutlak bir anlam aramamak gerektiğini, anlamın değişebilir ve en önemlisi de kavranmak yerine hissedilebilir olduğu konusunda bize bir tür manifesto veriyor.
   Kitap, 9 bölümden oluşur. Vurucu ve seri cümlelerle meraklı, bir okumaya başlıyorsunuz. Alaaddin, yazar-anlatıcı dışındaki ana karakter. Ancak somut bir varlık olarak değil. Alaaddin o mutlak anlam ile kavranamayacak ancak her bireyin özel ve özgün algısı ile hissedebileceği, kalbinde olup da hiç kimseye anlatmayı başaramadığı, dile getirilmesi imkansız şeye benzemektedir.
  Eser, iki katmanlı bilinmezlik üzerine kurulmuş. İlki, insanın varoluş serüveni, diğeri romanın kurgusu üzerinedir. Toptaş’ın da deyimiyle “gerçek roman kahramanı, her zaman metnin kendisidir.”
   Roman içinde pek çok tanıdık ve yabancı isim geçmektedir. Motel ROM, neden rom denildiği bazı kaynaklarda CD-ROM a gönderme yaparak bir nevi “bellek, zihin, beyin, bilinç dışı” imgesi olduğu söylenir. Bir başka bakış açısı da ileriki bölümlerde karşımıza çıkacak olan “orman”  mekanı ile ilgili. İki ismi birleştirerek ROM orman isminden “roman” kelimesini çağrıştırdığı. Bana ikisi de anlaşılır geldi. Toptaş zaten bize bir romanı değil “romanın romanını” daha doğru ifadeyle “kurgunun romanını” vermektedir.
   Kırmızı Başlıklı Kız, Don Kişot, Hansel ve Gratel gibi masal kahramanlarının, Gregor Samsa, İstanbul’un fethi ile anlatıların çıkması, esere hakim olan bilinmezlik, anlamsızlık, bir dibe veya zirveye varamazlık, imgeler, metaforlar, çoğulculuk, tam metnin içine girerken yazarın önümüze koyduğu engeller, bizi bütünüyle bilinç dışı seyre dönüştürüyor.
   Gösteri dergisinde Aziz Çağlar'ın, Toptaş İçin yazdığı yazının başlığında  “İnsanın Issızlığının romancısı” ifadesi yazarı bize çok güzel ifade eder.
“…genç kızların memelerine bakıp bakıp yutkunan çökük avurtlu ustabaşılarla yönetilen kocaman fabrikaların….” s.14
“Bir bakıma iyilik dediğimiz şey kötülüğe yaklaşma konusunda şiddetle burun kıvırırken, kötülük daha cesur davranıp (belki de korkup) ona yaklaşılmayı göze alabiliyor..” s.16
“bu ilişki bahçıvanı eğiten vahşi bir bahçe gibi kendiliğinden gelişmeli, diyordum kendi kendime.” s.27
“hayallerini elektrikli süpürgelerin gürültülerinde öğütüp öğütüp toz torbalarıyla birlikte her gün çöpe boşaltan donuk bakışlı kadınların…” s.75
“Benimkisi hiçbir zaman hiçbir şeyle açıklanamayacak kadar derin, hiç kimsenin anlayamayacağı ölçüde karmaşık ve acayip bir yorgunluktu.” s.211




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder