Yazar
Adı: Hasan Ali Toptaş
Basım
Yılı: 2016
Yayınevi:
İletişim Yayınları
Sayfa
Sayısı: 215
Hasan
Ali Toptaş’ın 1997 yılında yazdığı,Cevdet Kudret edebiyat ödülü aldığı
romanıdır. Post modern bir roman.
Bin
Hüzünlü Aşk, dil ve üslubu, kurgusu, okuyucu-roman ilişkisi açısından ezber
bozan bir romandır. Post modern unsurları kullanım şekli, tematik alt yapısı,
kurgusundaki helezonik akışı, dilindeki şiirsel ritm ile kendi dönemi
içersinde özgün ve özel bir alan yaratıyor kendisine.
Yıldız Ecevit’in arka
kapak yazısında dediği gibi “…gecikmiş Türk romantizminin başyapıtı” ifadesi
yerinde bir tanımlama olur.
“Hayat
nedir diye sorarsan bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum..” Haraptarlı Nafi’ye
ait bir epigraftla kitap başlıyor. Haraptarlı Nafi bir hayal kahramanı. Yazar,
kendi yarattığı kahramana söylettiği bu cümle ile daha romanın başından, mutlak
bir anlam aramamak gerektiğini, anlamın değişebilir ve en önemlisi de kavranmak
yerine hissedilebilir olduğu konusunda bize bir tür manifesto veriyor.
Kitap,
9 bölümden oluşur. Vurucu ve seri cümlelerle meraklı, bir okumaya
başlıyorsunuz. Alaaddin, yazar-anlatıcı dışındaki ana karakter. Ancak somut bir
varlık olarak değil. Alaaddin o mutlak anlam ile kavranamayacak ancak her
bireyin özel ve özgün algısı ile hissedebileceği, kalbinde olup da hiç kimseye anlatmayı
başaramadığı, dile getirilmesi imkansız şeye benzemektedir.
Eser,
iki katmanlı bilinmezlik üzerine kurulmuş. İlki, insanın varoluş serüveni,
diğeri romanın kurgusu üzerinedir. Toptaş’ın da deyimiyle “gerçek roman
kahramanı, her zaman metnin kendisidir.”
Roman
içinde pek çok tanıdık ve yabancı isim geçmektedir. Motel ROM, neden rom
denildiği bazı kaynaklarda CD-ROM a gönderme yaparak bir nevi “bellek, zihin,
beyin, bilinç dışı” imgesi olduğu söylenir. Bir başka bakış açısı da ileriki
bölümlerde karşımıza çıkacak olan “orman”
mekanı ile ilgili. İki ismi birleştirerek ROM orman isminden “roman”
kelimesini çağrıştırdığı. Bana ikisi de anlaşılır geldi. Toptaş zaten bize bir
romanı değil “romanın romanını” daha doğru ifadeyle “kurgunun romanını”
vermektedir.
Kırmızı
Başlıklı Kız, Don Kişot, Hansel ve Gratel gibi masal kahramanlarının, Gregor
Samsa, İstanbul’un fethi ile anlatıların çıkması, esere hakim olan bilinmezlik,
anlamsızlık, bir dibe veya zirveye varamazlık, imgeler, metaforlar, çoğulculuk,
tam metnin içine girerken yazarın önümüze koyduğu engeller, bizi bütünüyle
bilinç dışı seyre dönüştürüyor.
Gösteri
dergisinde Aziz Çağlar'ın, Toptaş İçin yazdığı yazının başlığında “İnsanın Issızlığının romancısı” ifadesi
yazarı bize çok güzel ifade eder.
“…genç
kızların memelerine bakıp bakıp yutkunan çökük avurtlu ustabaşılarla yönetilen
kocaman fabrikaların….” s.14
“Bir
bakıma iyilik dediğimiz şey kötülüğe yaklaşma konusunda şiddetle burun
kıvırırken, kötülük daha cesur davranıp (belki de korkup) ona yaklaşılmayı göze
alabiliyor..” s.16
“bu
ilişki bahçıvanı eğiten vahşi bir bahçe gibi kendiliğinden gelişmeli, diyordum
kendi kendime.” s.27
“hayallerini
elektrikli süpürgelerin gürültülerinde öğütüp öğütüp toz torbalarıyla birlikte
her gün çöpe boşaltan donuk bakışlı kadınların…” s.75
“Benimkisi
hiçbir zaman hiçbir şeyle açıklanamayacak kadar derin, hiç kimsenin
anlayamayacağı ölçüde karmaşık ve acayip bir yorgunluktu.” s.211
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder