18 Nisan 2019 Perşembe

MUTLULUĞUN MİMARİSİ



Yazar Adı: Alain de Botton
Basım Yılı: 2009
Yayınevi: Sel Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 300

   Alain de Botton, Yahudi asıllı yazar ve televizyon yapımcısı,1969’da İsviçre’de doğdu. Kitaplarında, edebiyat ile hayatı başarıyla yorumlayan ve çeşitli kavramları felsefi tarzda işleyerek onları gündelik yaşamla ilişkilendiren, halen Londra’da yaşayan ve tüm dünyada günümüzün en sevilen yazarlarından biri olmayı sürdüren biridir. Felsefeyi güler yüzlü ve anlaşılır bir hale dönüştüren yazar kitapların da hem kendi deneyimlerine hem de büyük sanatçıların ve filozofların düşüncelerine yer verir.”Günlük yaşamın filozofu” olarak nitelendirilen Botton’un 8 kitabı vardır. Daha önce Statü Endişesi kitabıyla tanımıştım yazarı. “Statü endişe”sinin tarihsel öyküsünü ve tarih boyunca bu endişeyi yenmeye çabalamış hareketleri, incelemiştir.
   Mutluluğun Mimarisi, 2006 yılında yayınlandı. Bu kitabında yazar, farklı yapıda binalar, duvarlar, ev eşyaları ve çevre düzeniyle çevrili olan hayatımızda mimari ve mutluluk arasındaki bağı incelemiş. Kendisi mimar olmamasına karşın öğrendiği genel bilgilerle mimariyle ilgili iyi tespit ve eleştirilerde bulunuyor. İnsanı bilinçlendiren bilgiler sunuyor. Modern sanat eserleri, mimari kitaplardan alıntılar, bazı mimarların çalışmalarından alıntılarla anlatmak istediklerini çok güzel bir üslupla pekiştiriyor. Kitap bir sohbet havasında akıp gidiyor.


  Yazar ilk kısım da mimarinin önemine giriş yapar, sonrasında binalarımızı hangi üsluba göre inşa edeceğiz? 
Le Corbusier’ye göre, bir evin temel işlevleri şunlardı:
1) Sıcağa, soğuğa, yağmura, hırsızlara ve meraklı komşulara karşı koruma sağlamak.
2) Bol miktarda güneş ve ışık almak,
3) İçinde yaşayanlara yemek yiyebilecekleri, çalışabilecekleri ve kişisel işlerinin görebilecekleri odalar sunmak. s.65
   Modernizm akımından etkilenen mimarlar ise yaptıkları binaların bir şeyler anlatmasını istiyorlardı. Fakat 19. Yüzyılı, ayrıcalıkları, aristokratların yaşam biçimlerini, Orta çağı değil geleceği, hızı ve teknolojiyi, demokrasi ve bilimi anlatmak istiyorlardı.
 Konuşan binalar kısmında, “Siyasi ve ahlaki düşüncelerimizi pencere çerçeveleri, kapı kolları aracılığıyla başka insanlara ulaştırabiliriz. Taş bir kaidenin üzerinde duran soyut bir cam kutu, huzurlu bir yaşama ve uygarlığa yazılmış bir methiye olabilir.” s. 104
   İdeal Yuva, bir yere yuva diyebilmemiz için o yerde ille de uzun zaman oturmamız, giysilerimizi, eşyalarımızı orada saklamamız gerekmiyor. Bir hava alanı, bir kütüphane bir bahçe hatta otoyol kenarındaki bir lokantayı bile yuvamız gibi görebiliriz.
 “Çevremize duyduğumuz hassasiyetin temelinde insan ruhunun rahatsız edici bir özelliği yatıyor olabilir: İçimizde bir tek ben değil birçok farklı ben var. Bunlardan bazıları “bize” hiç benzemiyor. Kişiliğimizde gerçek “biz” i temsil ettiğini düşündüğümüz o yaratıcı ve özgür yan öyle her istediğimizde ortaya çıkmıyor. İçinde bulunduğumuz bazı ortamlar, tuğlaların rengi, tavanın yüksekliği, sokakların güzelliği ona ancak belirli oranda yaklaşmamıza olanak veriyor.” s.117
    Esasen beni etkileyen kısım Binaların Erdemleri kısmıydı. Yine alıntılar yapacağım.
   ”Ortaçağ insanına göre katedral, Tanrının yeryüzündeki eviydi. Cennet bahçesinin güzelliği bir katedralin geometrik formlarıyla yeniden hayat buluyordu. Vitraylı camlardan katedralin içine süzülen ışık öte dünyada bizi saracak ışığın habercisiydi. Katedralleri gezerken laiklik anlayışımıza, akılcılığımıza ters düşen hislere kapılabiliriz. Tanrının yüceliği karşısında ne kadar küçük ve aciz olduğumuzu fark edebilir ona secde etmek gibi son derece tuhaf ve utanç verici bir arzu duyabiliriz. Katedral mimarları da katedrali inşa ederken tam da bunu yapmaya çalışıyor, kendi kendimize yetmediğimiz duygusunu uyandırmak istiyorlardı.” s. 126
  ”Mimaride sanatı idealize etme kuramının etkisiyle propaganda diye nitelenebilecek ürünler başladı. Propaganda sözcüğünü duyunca irkiliyoruz çünkü seçkin sanatın tüm ideolojilerden bağımsız olması gerektiğini düşünüyoruz. Fakat propaganda terimi herhangi bir doktrin ya da inançlar bütününün tanıtılması anlamına gelir. İğrenç siyasi ve ticari amaçlara hizmet için kullanılması sözcüğün hatası değildir. Yalnızca talihsizliktir. Bir sanatçı yarattığı yapıtın özelliklerini kullanarak bizi herhangi bir şeye doğru yönlendiriyorsa ( zihnimizi açmaya çalışıyorsa) o yapıt bir propaganda aracıdır diyebiliriz.” s. 160
   ”Bir toplum kendinde ne eksikse sanatında onu görmek istiyordu. Uyum durağanlık, ritm gibi unsurları içinde barındıran soyut sanat; dinginlik arayan, kanun ve düzenden yoksun toplumlara çekici geliyor; ideolojileri sürekli değiştiği, bireylerin fiziksel tehlikelere karşı hep tetikte olduğu dönemlerde, toplumun imdadına soyut sanat koşuyordu.
   Filozoflar insanlarda nelerin erdem olduğunu belirleyebiliyorsa bizde cömertlik, tevazu, dürüstlük ya da nezaket gibi erdemlerin, mimaride hangi kavramlara denk düşeceğini araştırarak binaların erdemlerini belirleyebiliriz. Doğru oranlara ama yanlış malzemeler kullanarak inşa edilmiş bir binanın cesur ama sabırsız, kavrayışı kıt bir insandan farkı yoktur. S. 194
  Düzen arzusu aslında yaşama arzusundan başka bir şey değildir.
  Biz insanlar yarı bilinçli olarak kendi iç dinamiklerimizi binalarda görmek, binaların sunduğu karşıtlıkları kendi kişiliğimizdeki çatışmalarla özdeşleştirmek isteriz. s. 220

   Ulusal mimari kimlikte genel olarak ulusal kimlikte ülkenin toprağından doğar. Fakat bunları toprak zorunlu kılmaz. Bir ülkenin tarihi, kültürü, iklim koşulları ve coğrafyası mimarlara binalarını yaparken kullanabilecekleri tema seçenekleri sunar yalnızca.
   Son Kısım Toprağın Vaat ettikleri, “Bakir topraklar üzerine yaptığımız evler bu toprakların sunduğu güzellikten daha fazlasını sunabilmeli bize. Mutluluğun ne olduğunu en kusursuz biçimde en ustaca anlatabilen binalar inşa etmeliyiz. Hiç değilse bu kadarını borçluyuz üzerine binalar dikerek yok ettiğimiz kırlara ağaçlara, solucanlara…”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder