Yazar
Adı: Mithat Cemal Kuntay
Basım
Yılı:2016
Yayınevi:
Oğlak Klasikleri
Sayfa
Sayısı: 575
Mithat Cemal Kuntay (1885- 1956) İstanbul
doğumlu, Hukuk Mektebini bitirmiş, 2. Meşrutiyet döneminde kahramanlık şiirleri
yazmış, tek romanı Üç İstanbul olan yazarımızdır.
Roman imparatorluğun başkenti İstanbul’un 3
dönemini; 2. Abdülhamit, 2. Meşrutiyet, Mütareke dönemlerini daha çok siyasal
değişimleri, sosyal hayatı, seçkinleri, aydınları, iktidar ile elit tabaka
arasındaki ilişkileri merkeze alarak hikayeleştirmiştir. Romanın baş kahramanı
Adnan’dır. 93 harbiyle muhacir olarak İstanbul'a gelen 8 yaşındaki Adnan,
annesi ve teyzesiyle beraber Saray Müşiri Sait Paşanın yalısına yerleşirler.
“93 harbinde 3 şeyin hududu yoktu.
Hastalığın, açlığın ve vatan toprağının!...” s.9
“Her çocuk bir parça şair biraz romandır.” s.
26
Hikaye Adnan’ın yaşamındaki 3 dönemi kapsar.
Fakir ve idealist Adnan, zengin ve önemli Adnan, hasta ve bedbaht Adnan. Osmanlı
döneminin çöküş sürecini toplumun çürüme emareleriyle, farklı düzlemlerde
birleştiren bir anlatım çalışması olmuş. Epeyce kalabalık roman kadrosu var.
Tüm karakterler kirlenmiş, fakat Süheyla ve şair Raif namuslu kalmayı başaran
kadın ve erkek karakterlerdir. Adnan, yahudi arkadaşı Moiz ve Tevfik Hoca hukuktan
yeni mezun olmuşlar, hayatta ne olacaklarını konuşmak için Galata’da birahaneye
giderler:
“Masonluğu dünyaya İngilizler sokmuştur. Dünyada
iki büyük kuvvet vardır. İngilizler, Masonlar!
-Üçüncü bir kuvvet daha var, hem de
en korkuncu…
Yahudiler.
Müslümanlarda
da masonlar vardır. Mısır’da Şeyh Muhammed Abduh, Sultan Murat, Namık Kemal…”
s.77
“Ağzı bir kütüphane gibi kitap kokan adamdan Hidayet
iki saatte bıkmıştı.” s.79
“İnkılap bir insanın uykusunu tamamen
aldıktan sonra uyanmasıdır. İhtilal birini gece yarısı dürterek uyandırmaktır;
insan birdenbire uyanır.” s. 174
“Yalan söylememek!... Ve doğru söyleyen bütün
seslerdeki sertlik onun da kalın sesini namusunun hırçınlığıyla dolduruyordu.
Bu ses hiçbir zaman yavaş konuşamaz. Yalan söyleyen sesler gibi birçok perdelerden
çıkmaz. Tek notalı ses.” s.291
“Dağıstanlı Hoca ve Adnan'ın konuşmasından:
-Bu
lafıma iyi dikkat et: İnkılâp yaptınız diye bugün boynunuza sarılanlar yarın
boğazınızı sıkacaklar! Sizin en büyük düşmanınız Abdülhamit değil Fatih’teki
yobazlardır. Sarıktan korkun. Hükümet kuvvet değildir, vasıtadır. Bir
memleketle asıl kuvvet, bir fikri temsil edenlerdir. Bizim memlekette hakiki “fikir” yok; biz de 300
seneden beri Taassup (bağnazlık) var!
Menfaat
göster: Vapur bacası gibi bağırarak sana Allah'ı da inkar etsinler , peygamberi
de!.... Sultan Hamit 33 sene sarığa sırma takarak, taassuba maaş vererek
tahtında oturdu efendi!” s.308
“İkinci
düşmanınız sizsiniz. Halk karnıyla düşünür, gözüyle öğrenir, kalbiyle kızar.
Halkın gözünü rahatsız etmemek için; eski ceketinizi çıkarmayacak, eski
evinizden çıkmayacaksınız…
Trablusgarp
meselesi “kükürt” meselesidir!
Bosna-
Hersek’i Avusturya aldı diye Trablusgarp’ı da İtalya almıştı İkisini de veren Abdülhamit’ti.
Esasen bu Trablusgarp meselesinde birçok sebepler vardı. Bir defa Bunco di Roma
İtalya Hariciye Nazırı Son Giuliana! Bu adam Sicilyalıydı. Sicilya kükürt
madenleriyle meşhurdur. Bonco di Roma’da madenleri işleten bir bankaydı.
Trablusgarp’ta kükürt madenleri işletmeye başlayınca bir rekabet çıkmıştı. İşin
esası bu bankaydı.” s.326
“Enver Paşa, Sarıkamış’ta 90 bin ölüye sebep
oldu. Çok az millet Allah'ına bu kadar dinç ölü göndermiştir. Adnan, Enver Paşa’ya
düşmandı. Dağıstanlı Hocanın oğlu da Sarıkamış’ta bir gülleyle darma dağın
ölmüştü. Oğlundan geriye elinde gömecek bir parçası bile yoktu. Adnan'a göre
insanların elemini iki şey söylerdi. Göz ve ses.
Adnan bir anda hem parasını hem karısını kaybetti.
Alman markı dolu kasası, kapısı istimbotlu yalı, abdesthanesi kaloriferli konak,
pahalı metres, Viyana seyahati, Berlin ticareti… Tüm bunları kaybetmişti.” s.406
“Limni’de Mondros Limanında İngilizlerin
Agamemnon zırhlısında, Osmanlı İmparatorluğunun tabutu hazırlandı. 1918
Mütarekesi demek Türk’ten Rum intikam alacak demektir.” s.415
“19 Mayıs 1919(1335) memleketi kurtarmaya Anafartalar’dan
başlayan Mustafa Kemal’in Samsun'a ayak bastığının tarih yaprağıydı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder