18 Şubat 2022 Cuma

ALBERTİNE KAYIP

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 282

    Proust paradigması, hafıza ve unutuş arasındaki diyalektik bir sarmala dönüşür.  Normalde zaman kavramı lineardır. Proust'la beraber "zaman" kavramı altüst oluyor. Proust o yüzden önemlidir. Tarihe yeniden bakmamızı sağlıyor. Küçücük odasında sanal bir hayat var. Bütün epifanisi budur. Kendi yaşamında tanık olduğu durumları kitabında bilinç akışı şeklinde uyarlamış. Bu eseri okumak çok zor. Zamanın doğasında yitik olma durumu var. Kitap boyunca kayıp zamanın peşinden gitmeye çalışıyorsun. Elle tutulur bir konu değil. Çünkü Proust’un hatıraları ve hafızasında olduğu gibi sürekli elimizden kayan, tutuğumuz anda başka bir şeye dönüşen ve zaten tutulamaz bir şeyi anlatıyor. İrade dışı bellek, mutlak zaman tüm konusu bundan oluşuyor. Mutlak zamana ancak iyi bir sanat eseri ile ulaşılabilir olduğunun, sürekli altını çiziyor. Kitap da hep sanat işaretleri var, resimle çok ilgili. Ayrıca duyguları inanılmaz abartıyor. Uyuma sorunu yaşayan bir adam, sürekli Combrey’e gidiyor ve oradan çıkamıyor. Aslında şimdinin olmayışını, geçmişin oldu bitti kapandı değil, anıyla sürekli yeniden kurulması gerektiğini yorumluyor.



   Albertine Kayıp, serinin 6. Kitabı, ölümünden sonra yayınlanmış. Dört bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Albertine’nin veda mektubuyla başlar. Anlatıcı ayrılık inisiyatifini elinde tuttuğunu zannederken Albertine mektup bırakıp gitmiştir. Hiç şüphesiz böyle bir ayrılık epey sarsıcı olur. Marcel, zıtlıklarla yaşadığı için bu ayrılık Albertine’nin dönmesini daha çok arzulamasına sebep olur. Ayrılığa alıştırma işlevini yerine getiren unutuş üzerinden felsefesini çok derin yorumlar. 2. Bölüm sürprizlidir, Albertine’in ölüm haberini alır ve bu acısıyla yüzleşir. 3. Bölüm Venedik’de geçer. 18. ve 19.yy Batı edebiyatı ve kültüründe Venedik, krizin başkenti, dekadansın başkenti gibi bir kimliğe sahiptir. Ölüm, hastalık, gizli arzular, felakete sürükleyen kirli sırlar, Venedik alegorisi üzerinden şekillenir. Venedik dişil bir mekandır, erilliği temsil etmez. Aynı zamanda intiharında başkentidir. 4.bölümde ise telgraf ve mektuplarla öğrendiği iki evlilik haberi Marcel’i epey üzer. Kaderi tarif eden şu betimleme enfesti:

“Geçmişteki hayatımıza ait yanı başımızda demirlemiş olan ve belki de kendimize itiraf etmeden, günler geçtikçe tembelce bir umut bağladığımız iki dönem; gemiler gibi flamaları neşeyle sallayarak yabancı diyarlara doğru temelli uzaklaştığında hissettiğimiz kederi yaşıyordum” s.251

   Anlatıcı alışkanlığı, algılama bilincini ortadan kaldıran yok edici bir güç gibi görürdü hep, şimdiyse korkunç bir tanrıça olarak görüyor. Farkına bile varmadığımız bu tanrıça bizden uzaklaşmaya başladığında bize en dayanılmaz acıları yaşatır, ölüm kadar acımasız olur.

  Serinin en kolay okunan kitabıydı, yazar soru cümleleri kurarak da, okuyucuyla etkileşimini artırmış. “Olacakları değiştirmeyeceksek eğer vaktinin henüz gelmemiş olması ne işe yarar?”

“Uyanır uyanmaz kederim, uykuya dalmadan önce bir ara kapattığım ama akşama kadar önümde açık duracak bir kitap gibi kaldığım yerden devam ediyordu.”s.37

“Arzu ne kadar eksiksiz biçimde gerçekleşmişse, keder de o kadar derin olur; mutluluk doğa yasasına aykırı biçimde biraz uzamış, alışkanlıkla pekişmişse, keder iyice dayanılmaz olur.

“-insan ancak hatırladığı şeyi özleyebilir- uyandığımda açıkça seçebildiğim bir hatıralar filosunu, bilincimin en belirgin sularında seyreder halde buluyordum.”

“Kıskançlık için geçmiş de yoktur gelecek de, onun hayal ettiği şey daima şimdiki zamandır.”

“tensel arzu, zekaya hak ettiği değeri vermek ve manevi hayata sağlam temeller kazandırmak gibi olağan üstü bir güce sahiptir.”

“Fiziksel acılarda hiç değilse acımızı kendimiz seçmek zorunda kalmayız. Hastalık acıyı belirler ve bize dayatır. Ama kıskançlıkta adeta her türden her yoğunlukta çeşitli arzuları dener ve uygun olanda karar kılarız.”

  Ayrıca “Kiralık Aşk” dizisinde geçen, erkek karakterin kız arkadaşına hediye ettiği kitaptır. O dönem çok satan kitaplar listesindeydi.

 

 

 

 

10 Şubat 2022 Perşembe

MAHPUS

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 410

   Serinin 5. Kitabında da Proust’un, zaman kavramını ele alış biçimini; geçmiş ve geleceğin birbirine karışmasını, unuttuğu geçmişin tekrar geri gelmesini yani geçmişin hayaletleriyle yüzleşiyorsunuz. Yine zamanın kafa karıştırıcı halini görüyoruz. Freudyan bakış açısından da,ister istemez semptomun geri gelmesi, travmaların, itilmiş hatıraların beklemediğin zamanlarda tekrar yüzeye çıkması meselesi üzerinden de değerlendirilebilir. Proust, anıların hepsinin uydurma olduğunu, gerçeklikle ilgili olmadığını yani kurgulanmış olduğunu savunur. (Bergson’un zaman felsefesinden etkilenmiştir) 

   Anıyı sürekli kusurlu ve yeniden inşa edilebilir olarak görüyoruz. Herkesin kendi anısındaki yalanına doğru giriş yaptığını biliriz. Anı, kusurlu yalandır.


   Alter ego (bölünmüş kişilik) Proust’un karakterinin bir özelliğidir. Kayıp Zamanın İzinde kitabında; Swan gibi karakterler, aşk karakterleri, ki kitap da binlerce karakter var. Bu karakterler de, bölünmüş zamanın kaybedilişinden, hatıra ile kaybedilen zamanın tekrar yakalanmasından bahseder.

  Mahpus, diğer 4 kitaptan daha akıcı ilerliyor. Anlatıcının; Albertine ile olan aşk macerasına, duygularına, davranışlarının bilinç altında yatan sebeplerine, aşk oyunlarına, yalanlara, kıskandırmalara, acındırma ve terk etme blöflerine tanıklık ederiz. Yazar, 1. Kitap da, annesinin iyi geceler dilemeden yanından ayrılışıyla yaşadığı travmaya benzer bir üzüntüyü, Albertine ile yaşamaktan ölesiye korkuyor.

” Albertine’i aynı anda hem sevgili hem bir kız kardeş hem bir kız evlat hem de iyi geceler öpücüğüne yine çocukça bir ihtiyaç duymaya başladığım bir anne gibi yatağımın yanında tutamama korkusu, bütün duygularıma sinmişti. Hayatımın bir kış günü kadar kısa görünen bu zamansız akşamında yine bütün duygularım bir araya toplanmakta, bütünleşmekteydi sanki.” s.108

 Albertine’nin kendisini sevmediğini anlamasına rağmen ondan ayrılamıyor. Ona fiziksel mahpusluk yaşatırken kendisi de duygularının mahpusu oluyor. Bunu okurla acıkça paylaşıyor. Ve bu kısımda anlatıcı Marcel adını kullanıyor. Sanırım zamanı yakalıyoruz. Ve kitabın sonu Albertine’nin veda mektubuyla bitiyor. Başkahraman Zaman perdeyi kapatıyor.

“Her toplumsal sınıfın bir patolojisi vardır” s.14

“Bizi insanlara bağlayan şey, bir gece öncesine ait hatıraların, ertesi sabah ait beklentilerin oluşturduğu sayısız kök ve zincirdir; kopamadığımız alışkanlıkların kesintisiz örgüsüdür.” s.94

“Belki bende ve benim gibi daha bir çok kişide, sonradan gelişen ikinci kişilik, birincinin bir başka yüzüydü sadece; kişiliğin kendine bakan yüzü coşkulu ve duyarlı, başkalarına bakan yüzüyse bilge bir mentordu.” s.105

“manevi güvensizlik görsel algının doğruluğunu, gözdeki maddi bir kusurdan daha fazla etkiler.”

“Yalan hayattaki en gerekli en çok kullanılan korunma aracıdır.”

“mikroskopla bile görülmeyecek –en azından kalbin mikroskobuyla görülmeyecek çünkü duygusuz hafızanın mikroskobu daha güçlü ve sağlamdır- bir Liliput’luya dönüşeceğini niye düşünmeyiz ki.”

“siyasal tutkular da tıpkı diğer tutkular gibi kalıcı değildir.”

“Bir suç söz konusu olduğunda, suçlu için bir tehlike varsa itirafı belirleyen menfaattir.”

“Vintüel’in Hz. Muhammed olduğunu var sayarsak onun uğruna en sabit dağları yerinden oynattığımızı söyleye biliriz.” s.270

“insanlarla birer “merak nesnesi” olarak ilgilenmiyorsunuz.”

“Aşkta bir duygudan vazgeçmek, bir alışkanlığı kaybetmekten daha kolaydır.”

“hayat değiştikçe bizim yalanlarımızı gerçeğe dönüştürür.”

“İnsan ancak kendi yaşadığı hazdan bir bilgi ve ızdırap çıkarabilir.”

“Gerçeklik düşmanların en kurnazıdır. Saldırılarını, kalbimizin hiç beklemediği, savunma hazırlığı yapmadığı noktalarına yöneltir.”

“Bu da bana olayların meydana geldikleri anla sınırlı olmadığını, o ana sığamayacak kadar muazzam olduklarını düşündürüyor. Her olay, bizde bıraktığı hatırayla geleceğe taşar şüphesiz ama bununla kalmayıp öncesinde de bir zaman işgal eder. Olayları önceden gördüğümüzde meydana geldikleri şekilde görmediğimiz söylenecektir elbette ama aynı dönüşüm hatıramızda da gerçekleşmez mi?” s.396

 

 

8 Ocak 2022 Cumartesi

SODOM VE GOMORRA

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 1997

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 547

    Kayıp Zamanın İzinde; Sodom ve Gomarra, serinin 4. kitabıdır. Adından da anlaşılacağı gibi kutsal kitaplarda adı geçen iki günahkar şehirler. Lut kavminin yaşadığı, ahlaksız yaşamları ve eş cinsellik tabiriyle bütünleşen bir toplumu simgeler. Bir çok yazar için de esin kaynağı olmuştur. Proust’a göre bugünkü eş cinseller, Tanrının gazabından kaçıp kurtulan Sodomistliler, onların soyundan gelenler imiş.



  Proust, bu kitabında baron Charles (bedenine yerleştirdiği kadın) karakteri üzerinden dönemin, aristokrasi ve burjuva çevresini ve bu çevrenin kaotik cinsel eğilimlerini, giyim-kuşamlarını, hareketlerini, bakışlarını, huylarını, alışkanlıklarını kendi gözlemleriyle derinden anlatıyor. Yine dönemin siyasi ortamına -Dreyfus Davasının yarattığı bölünme, Swan’ın yahudi kimliği üzerinden davetlere çağrılıp çağrılmaması ve bu kimlik üzerinden belirlenen kutuplaşma konusuna değinmeden geçmiyor.

 Ayrıca anlatıcının Albertine’ya olan aşkı, kıskançlığı, duygusal iniş çıkışları, zıt kutuplara gidip gelen görüşleri, ölüm sonrası yası (büyük annesine), yoğun bir huzursuzluğu, nefes almasındaki zorluk, mekan betimlemeleri, davetler, ilişkiler, ruh analizleri çok dolu ve yoran kısmıydı. Proust un anıları kusursuz biçimde birbirine eklemlemesi beni hayrete düşüren bir özelliği oldu. Her metin geriye doğru giden derinliğe sahipti. Tüm geçmişi ve geleceği şimdinin uzantısı haline getiriyor. Anlatıcının Balbec'e döndüğünde ayakkabılarını bağlarken, 1 yıl önce ölen büyük annesini hatırlayıp ölümüyle ilgili okuyucuya yaşattığı his yine yüreklere dokunan, etkileyici bir anlatıydı.

“Bir hatanın ortadan kalkması bize fazladan bir duyu kazandırır.” S.19

“aynı mesleği paylaşan insanlar birbirlerini sezgiyle tanırlar; aynı kusuru paylaşanlar da öyle” s.45

“Bekleyişin belirleyici özellikleri olan, pusulayı şaşırma, yön duygusunun tamamen kaybolması, beklenen kişinin gelişinden sonra da devam eder ve içimizde bu gelişi, kafamızda büyük bir haz olarak canlandırmamıza yarayan dinginliğin yerini alarak, herhangi bir haz duymamızı engeller.” s.145

“Sözü en çok dinlenen hekim, hastalıktır; iyiye, bilgiye söz veririz sadece; acıya ise boyun eğeriz.”

“Hafızanın seçtiği görüntüler, hayal gücünün oluşturup gerçeğin yok ettiği görüntüler kadar keyfi, dar ve ele geçmezdi.” s.160

“Kalabalıkları olduğu gibi toplumları da taklit içgüdüsü ve cesaret eksikliği yönetir.”

“Alışkanlık ağına aldığı her şeyi denetler.”

“sosyalliğin sakinleştirici, uyuşturucu sürekli hazları; hayal gücünün kaçak hazlarını bastırırdı.”s.511

 

 

23 Aralık 2021 Perşembe

GUERMANTES TARAFI

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 1997

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 533

     Marcel Proust, Fransa’nın ve Avrupa'nın kültür hayatına ışık tutan bir deniz feneri olarak görülür. Sağlığında ve ölümünden sonra okura ulaşmış tüm yapıtlarında zengin bir imgelem ve yaratım gücü vardır. Bu kitap da dev yapıtın başka bir bölümüdür.

   Kitap, anlatıcının oturduğu Saint Ger-main semtinin Guermentas konağını betimlemesiyle başlar. Düşesi daha yakından tanımayı arzular, ve bir gün düşesin davetiyle o büyülü ortamın içine girer Ancak bu aristokrat çevrenin içine girdiğinde tüm hayranlığı ve adlarının ihtişamı silinmeye başlar. Çevrenin snopluğu, zevksizliği, yapay dünyaları, ikiyüzlülüğü tam anlamıyla hayal kırıklığı yaşatır. “…aristokrasi hantal yapısıyla fazla ışık almayan, az sayıdaki penceresiyle tıpkı romanesk mimari gibi ruhsuz ama aynı zamanda yoğun, gözü kapalı bir güce sahip oluşuyla, tarihin tamamını kapatır, hapseder, karartır.”s.480

 Ve artık bu kitapta, Dreyfus olayı iyice alevlenmeye başlamıştır. Politik güvensizliğin doğurduğu gündelik olaylar aslında kaçışları ifade eder ve madalyanın görülmeyen yüzüdür.

   Dreyfus Davası;1894 yılında haksız yere (Yahudi asıllı olduğu için) vatana ihanet etmekten hüküm giyen ve Şeytan Adasında ömür boyu hapse mahkum edilen Fransız subay Alfred Dreyfus’un, casusluk yapmakla suçlanması. O yıllar Yahudiler için askeri engellerin aşılmasının en zor olduğu yıllar olmuştur.  Emile Zola, yapılan hukuksuzluğun ve antisemitik haksızlığın karşısına dikilir. Bu yüzyıl hem Fransa hem de Avrupa tarihinde devrimle başlayıp, Dreyfus davası ile kapanan dikkate değer bir yüzyıl olmuştur!!!         Kitap boyunca, Proust, toplumun tüm profillerini masaya yatırır, “ayrıcalığı” sorgular, herkesi eleştirir, Swan bile bu sınavı geçemez. Fakat kendisi de siyasi dilin yavanlığı karşısında tepkisiz kalır.



  İlk iki kitabındaki, zengin edebi betimlemeler yoktu, zevk açısından diğer kitaplarındaki tadı vermedi. Okunması daha kolaydı. Çok fazla ünvanlar, isimler, dükler, düşesler, prensesler vardı. Okumayı zor hale getirdi ve akışı bozdu diyebilirim. Kitabın çoğu, yemek davetlerinde geçti. Muhtemelen yine başlangıçtı bu bölüm, bu kalabalıkla diğer kitaplarında karşılaşabiliriz. Zaten,  Swan’la karşılaşınca eski bir tanıdığı görmüş gibi oluyor insan.

 Bu arada bu kitabı okumadan önce Dreyfus ile ilgili filmler izlerseniz, hiç zorlanmadan kitabı takip edebilisiniz. Ben “Subay Ve Casus “ filmini izledim, tavsiye ederim.

“..birkaç dakikalık peşinden koşmadığımız uyku, bize ilahi bir yasa gereği, gökten inmiş gibi bir imparatorun altın topuzu kadar muazzam ve dopdolu gelir.” s.74

“Hatıralarımız, kederlerimiz kendilerini hiç fark edemeyeceğimiz ölçüde bizi terk edebildikleri gibi geri de dönerler ve bazen uzun süre kalırlar.”s.104

“Kimi anılar ortak dostlar gibidir, barıştırmayı bilirler; düğün çiçekleriyle dolu, feodal yıkıntıların üst üste yığıldığı kırların ortasındaki küçük tahta köprünün birleştirdiği gibi Legrandin’le beni de birleştiriyordu.” s.136

“Nefret kötülüğü ilham eder, öfke kızıştırıp harekete geçirir ama bütün bunların pek neşeli bir yanı yoktur; kötülükten zevk almak için sadist olmak gerekir; kötü yürekli insan, kötü birine acı çektirdiğini düşünür.” s.152

“..bu çehre öyle tutkulu, öyle kederli,öyle sevecen kırışıklarla işlenmişti ki, bu kıvrımların oraya bir öpücükle mi, bir hıçkırıkla mı yoksa bir tebessümle mi oyulduğu anlaşılmıyordu.” s.290

“Zola, değindiği her şeyi büyütür. Zaten bir tek uğur getiren şeylere değindiğini söyleyebilirsiniz!

Ama onu muazzam bir şey haline getirir; destan gübresiyle beslenir! Lağımların Homeros’udur o. Büyük abdest kelimesini yazarken büyük harfler yetersiz kalır.” s.445

“Aceleci yakınlığım fazlasıyla erken çiçek açmıştı; tıpkı sizin Balbec de şairane bir şekilde anlattığınız elma ağaçları gibi ilk dona bile direnemedi.” s.500

 

 

 

6 Kasım 2021 Cumartesi

ÇİÇEK AÇMIŞ GENÇ KIZLARIN GÖLGESİNDE

 Yazar Adı: Marcel Proust

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 487

   M. Proust, serinin 2. Kitabında da günlük yaşantısını enfes anlatmış. Her türlü meseleye ciddi çıkarımlar yapmış. Satır aralarına gizlenmiş inanılmaz tespitleri var. Keşfediş sahneleri mükemmel, hayatta yaşadığı  ızdırabı, ona şahane üretim yaptırmış. Nietchze’den ve Balzac’tan etkilenmiş.



  Yine çok fazla karakterle işlenen inişli çıkışlı duygular, aşk, sevgi, arkadaşlık, dostluk, güzellik, alışkanlıklar üzerine tahlilleri,  yazarlar, sanat şehirleri, sanat eserleri, uzun estetik betimlemelerle dolu bir okuma serüveni sunuyor. Ama ilk kitaptan yazarın diline alışmanın ve şahısları az çok tanımanın verdiği rahatlıkla daha akıcı ilerledim.

  Kitap, 2 bölümden oluşuyor: İlk bölüm çocukluğunun geçtiği evde (Swann ve Odetta’nın kızı) Gilberte’ye olan hisleri, meslek seçimindeki tutumu (babası diplomat olmasını isterken anlatıcının yazar olmayı istemesi), hayranı olduğu tiyatro oyuncusu Berna'nın sonunda oyununu izlemesi ve Victor Hugo, Balzac bahsinin geçtiği kısım, 2. Bölüm ise, büyük annesiyle birlikte gittiği Balbec tatili, bir otele yerleşip oradaki gözlemleri, yeni arkadaşları, gençlik aşkı Albertine ve ona hissettiği yoğun duygular var.

Okurken etkilendiğim alıntılarla yazımı sonlandırıyorum.

“Düşüncelerin zihnimizde yaşadığı ortak hayat içersinde, aralarında bizi en mutlu eden bir tanesi var mıdır ki, tam bir parazit gibi gidip başka bir komşu düşünceden, yoksun olduğu gücün büyük bölümünü almamış olsun.”

“Hayatımızın farklı bir anında ne zaman belirli bir çevreyle ilişki kursak veya ilişkimizi tazelesek, üzerimize titrendiğini hissetsek, doğal olarak insani kökler salıp o çevreye bağlanırız.”

“Sesin maddi özelliklerini en çok değiştiren şey, düşünce içermesidir”

“Kesin kararlar daima, süreklilik arz edemeyen ruh halleri yüzünden verilir.”

“Gün içinde sahip olduğumuz zamanın miktarı esnektir; bizim hissettiğimiz tutkular bu zamanı genişletir, hissettirdiğimiz tutkular daraltır, alışkanlıksa doldurur.”

“Alışkanlığın bir biçimi olan feragat, bazı güçlerin sürekli artmasına imkan tanır.”

“Alışkanlık bir yandan zayıflatır, bir yandan sağlamlaştırır, bir yandan da sonsuza dek sürdürür.”

“Beni bilirsin, alışkanlıkların insanıyımdır. En sevdiğim insanlardan ayrıldıktan sonraki ilk günlerde mutsuz olurum. Ama onları hep aynı şekilde sevmeye devam ettiğim halde alışırım, hayatım sakinleşir, yatışır; onlardan aylarca yıllarca ayrı kalmaya dayanabilirim.”

“barışseverlik bazen savaşları artırır, hoşgörüde suç oranını”

“Bu ayrılık ruhuma vücut ağrısı gibi hissettiğim bir acı veriyor.”

“Aşkın etrafına çektiğimiz aşırı dar sınırlar, tamamen hayat hakkındaki muazzam cehaletimizden kaynaklanır.”

“Bir gün öncekiyle aynı olan bu ertesi gün matematiği, problemleriyle daima kıyasıya boğuşacağımız bu matematik, o saatlerde bile bizi yönetir, yalnız biz bunun bilincine varmayız.”

“Bir insan ne kadar bilge olursa olsun “ dedi “gençliğinin bir döneminde mutlaka hatırlamaktan hoşlanmadığı yok olmasını isteyeceği sözler söylemiş hatta bir yaşam tarzı benimsemiştir. Ama bundan ötürü kesinlikle pişmanlık duymamalıdır., çünkü (bilgeliğin mümkün olduğu ölçüde) bilgeliğe ulaştığından emin olabilmesi için bu son safhadan önceki bütün gülünç veya iğrenç aşamalardan geçmiş olması gerekir. Ortaokul çağından itibaren öğretmenlerinden zihin soyluluğunu, manevi zarafeti öğrenen bazı gençler var. seçkin kimselerin çocukları ve torunları var biliyorum. Onların, belki hayatlarından kesip atacakları hiç bir şey yoktur;"

“Zevk de fotoğraf gibidir. Sevdiğimiz insanın yanında alman, negatif bir klişedir sadece; bunu daha sonra evimize döndüğümüzde, insanlarla görüştüğümüz sürece kapısı kapalı olan içimizdeki karanlık odaya girebildiğimizde banyo ederiz.”s.411


16 Ekim 2021 Cumartesi

SWANN’LARIN TARAFI- Kayıp Zamanın İzinde

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2006

Yayınevi: Yapı kredi Yayınları

Sayfa Sayısı: 414

      Marcel Proust (1871- 1922),Fransız romancı, deneme yazarıdır. 

Ahmet Altan'ın, M. Proust için: “ünlü bir doktor olan babası, oğluyla marazi bir aşk yaşayan annesi, züppelikle geçen bir gençlik, edebiyat çevrelerinde verilen ziyafetler, Paris sosyetesinin souperleri, sancılı bir şekilde yaşanan eş cinsellik, astım krizleri, hovardaca yaşanan yıllardan sonra perdeleri sıkı sıkıya örtülü eve kapanıp yazılan binlerce sayfalık nehir roman ve 51 yaşında “artık her şeyi yazdım, ölebilirim” diyerek karşılanan bir ölüm…” yorumu, yazarın hayatını özetlemiş.



   Edebiyatın dehası Proust’un en tanınmış eseri, 7 ciltlik, “Kayıp zamanın İzinde”dir. 20. yüzyılın ses getiren eseri. Yaklaşık 30 yıllık bir süreci anlatıyor. Kitap, 1 milyon 250 bin sözcük ve 3000 sayfadan oluşuyor. 500’ün üzerinde de karakter var. Roza Hakmen çevirisi inanılmaz güzel. Çeviriyi, mükemmel inceliklerle işlemiş, bir cümleden çıkamıyorsunuz. Proust, Türkçe çevirisini okusaydı eminim çok etkilenecekti. İyi ki Tahsin Yücel çevirmemiş, çevirilerindeki kelime tercihleri okuru çok yabancılaştırıyor. Roza hanımı takdir ediyorum.

  Kitabın,anlatımı çok yoğun, edebi olarak çok titiz davranmış, cümleleri çok uzun, sıkıldığınız da oluyor. Gerçek hayatın dışında karakter yok. Fransız olsaydım o eşleşmeyi sayfalarda çok hissederdim herhalde. Yazar, her satırında edebi yüksek seviyeyi düşürmüyor. Tasvirler çok güzel, kibirli, aristokrat insanları okurken o masada onlarla birlikte oluyor insan. Adeta Swann’ın gölgesi oluyorsunuz. İnsanın duygusu üzerine hemen çıkarım yapan bir yazar. İlk kitabı dikkatli okumak gerek çünkü başlangıçlar var.

   Proust, muazzam edebi bir giriş yapmış, beni çok etkiledi. İnsanın, tam uyumadan önceki,  REM e geçiş olan bölgeyi neredeyse 30 sayfa inanılmaz anlatmış. Kısaca kitapta "ıhlamur çayına batırılan  bir madlenle" yeniden yakalanan, belleğin gücüyle yeniden canlandırılan geçmiş... Bir koku, bir tat bir anda bizi de olduğumuz yerden alıp çok derinlere götürüyor. 

  Anlatıcının doğduğu ve çocukluğunun geçtiği Combray, Swann’ın Odette’le yaşadığı destansı aşk, annesiyle kurduğu Freudyen bağ, kişiler, yerler, buluşmalar ve önemsiz gibi duran olaylar, hepsi yerli yerinde kullanılmış. Her karakterin kendi bakış açısı var. Seçtiği anlatıcı, zamanın yıkıcılığına karşı yeniden inşa etmenin yaratma sürecini ve insanın geçmişinin toplamı olduğunu göstermiş. Yazar, insana dair her ögeye girmiş, müziği derinleştiriyor, sanatı içselleştiriyor ve bunları çok incelikle okuyucuya sunuyor.  

   Edebi keyif alarak okudum. Üst düzey edebi zevk yaşadım. Proust’un labirentinde kaybolun. İyi okumalar.

“Benim her yerde dostlarım vardır; yaralanmış ama mağlup olmamış, kendilerine acımayan, mağfiretsiz bir tanrıya acıklı bir inatla birlikte yakarmak üzere birbirine yaklaşmış ağaç kümelerinin bulunduğu her yerde.” s.23

“... konuşanı susturma ve işitene masum görünme isteğini bomboş bakışlarda sabitleyen kıpırtısız suç.”

 

HER ŞEY DARMADAĞIN OLDUĞUNDA Zor zamanlar için öğütler

 Yazar Adı: Pema Chödrön

Basım Yılı: 2007

Yayınevi: Okyanus Yayıncılık

Sayfa Sayısı: 160

     Pema Chödrön, 1936 doğumlu, Amerikalı Budist rahibe. Derrida’nın şimdiki zamanın yokluğu deyişi arasında gidip gelen bir meditasyon ustası. Meditasyon ve farkındalık üzerine pek çok kitabı vardır. Mutlu ve huzurlu, tatmin edici bir hayat sürmek için basit ve etkili önerileri ile tanınır.

   


   Kitabın tanıtımında şöyle diyor: “Bu kitabın içeriğinde bize acı veren duyguları, süreçleri, bilgelik, şefkat ve cesarete dönüştürebilmenin başkaları ile gerçek, içtenlik ve samimiyet kurmanın, olumsuz tutum ve alışkanlıklarımızı tersine çevirmenin, karmaşık ve zor durumlar ile baş etmenin yollarını bulabilirsiniz.”

  Bu kitap; hayata, yaşananlara geri dönüp bir kez daha bakmanın ve yeni bakış açısıyla değerlendirmenin yollarını gösteriyor. “Ayrıldım, üzgünüm ama bununda bir anlamı ve beni taşıyacağı bir nokta var” İlişkilere, aşka dair değil de kederinizi nasıl yaşayabileceğimize ışık tutan bir kitap. Kişisel gelişim kitabı. Kandırılabilir tüketici kesime hitap eden kitap serilerinden. Yaşamın sırrını, hayatın pratikliğini formüle etmeye çalışan, reçeteler sunan kitaplardan biri. Kendinizi bir nebze iyi hissettiren…

“İnsan bazen gerçeği bildiği halde kandırılmak ister” Sebastian Petrycy