23 Aralık 2021 Perşembe

GUERMANTES TARAFI

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 1997

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 533

     Marcel Proust, Fransa’nın ve Avrupa'nın kültür hayatına ışık tutan bir deniz feneri olarak görülür. Sağlığında ve ölümünden sonra okura ulaşmış tüm yapıtlarında zengin bir imgelem ve yaratım gücü vardır. Bu kitap da dev yapıtın başka bir bölümüdür.

   Kitap, anlatıcının oturduğu Saint Ger-main semtinin Guermentas konağını betimlemesiyle başlar. Düşesi daha yakından tanımayı arzular, ve bir gün düşesin davetiyle o büyülü ortamın içine girer Ancak bu aristokrat çevrenin içine girdiğinde tüm hayranlığı ve adlarının ihtişamı silinmeye başlar. Çevrenin snopluğu, zevksizliği, yapay dünyaları, ikiyüzlülüğü tam anlamıyla hayal kırıklığı yaşatır. “…aristokrasi hantal yapısıyla fazla ışık almayan, az sayıdaki penceresiyle tıpkı romanesk mimari gibi ruhsuz ama aynı zamanda yoğun, gözü kapalı bir güce sahip oluşuyla, tarihin tamamını kapatır, hapseder, karartır.”s.480

 Ve artık bu kitapta, Dreyfus olayı iyice alevlenmeye başlamıştır. Politik güvensizliğin doğurduğu gündelik olaylar aslında kaçışları ifade eder ve madalyanın görülmeyen yüzüdür.

   Dreyfus Davası;1894 yılında haksız yere (Yahudi asıllı olduğu için) vatana ihanet etmekten hüküm giyen ve Şeytan Adasında ömür boyu hapse mahkum edilen Fransız subay Alfred Dreyfus’un, casusluk yapmakla suçlanması. O yıllar Yahudiler için askeri engellerin aşılmasının en zor olduğu yıllar olmuştur.  Emile Zola, yapılan hukuksuzluğun ve antisemitik haksızlığın karşısına dikilir. Bu yüzyıl hem Fransa hem de Avrupa tarihinde devrimle başlayıp, Dreyfus davası ile kapanan dikkate değer bir yüzyıl olmuştur!!!         Kitap boyunca, Proust, toplumun tüm profillerini masaya yatırır, “ayrıcalığı” sorgular, herkesi eleştirir, Swan bile bu sınavı geçemez. Fakat kendisi de siyasi dilin yavanlığı karşısında tepkisiz kalır.



  İlk iki kitabındaki, zengin edebi betimlemeler yoktu, zevk açısından diğer kitaplarındaki tadı vermedi. Okunması daha kolaydı. Çok fazla ünvanlar, isimler, dükler, düşesler, prensesler vardı. Okumayı zor hale getirdi ve akışı bozdu diyebilirim. Kitabın çoğu, yemek davetlerinde geçti. Muhtemelen yine başlangıçtı bu bölüm, bu kalabalıkla diğer kitaplarında karşılaşabiliriz. Zaten,  Swan’la karşılaşınca eski bir tanıdığı görmüş gibi oluyor insan.

 Bu arada bu kitabı okumadan önce Dreyfus ile ilgili filmler izlerseniz, hiç zorlanmadan kitabı takip edebilisiniz. Ben “Subay Ve Casus “ filmini izledim, tavsiye ederim.

“..birkaç dakikalık peşinden koşmadığımız uyku, bize ilahi bir yasa gereği, gökten inmiş gibi bir imparatorun altın topuzu kadar muazzam ve dopdolu gelir.” s.74

“Hatıralarımız, kederlerimiz kendilerini hiç fark edemeyeceğimiz ölçüde bizi terk edebildikleri gibi geri de dönerler ve bazen uzun süre kalırlar.”s.104

“Kimi anılar ortak dostlar gibidir, barıştırmayı bilirler; düğün çiçekleriyle dolu, feodal yıkıntıların üst üste yığıldığı kırların ortasındaki küçük tahta köprünün birleştirdiği gibi Legrandin’le beni de birleştiriyordu.” s.136

“Nefret kötülüğü ilham eder, öfke kızıştırıp harekete geçirir ama bütün bunların pek neşeli bir yanı yoktur; kötülükten zevk almak için sadist olmak gerekir; kötü yürekli insan, kötü birine acı çektirdiğini düşünür.” s.152

“..bu çehre öyle tutkulu, öyle kederli,öyle sevecen kırışıklarla işlenmişti ki, bu kıvrımların oraya bir öpücükle mi, bir hıçkırıkla mı yoksa bir tebessümle mi oyulduğu anlaşılmıyordu.” s.290

“Zola, değindiği her şeyi büyütür. Zaten bir tek uğur getiren şeylere değindiğini söyleyebilirsiniz!

Ama onu muazzam bir şey haline getirir; destan gübresiyle beslenir! Lağımların Homeros’udur o. Büyük abdest kelimesini yazarken büyük harfler yetersiz kalır.” s.445

“Aceleci yakınlığım fazlasıyla erken çiçek açmıştı; tıpkı sizin Balbec de şairane bir şekilde anlattığınız elma ağaçları gibi ilk dona bile direnemedi.” s.500

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder