20 Ekim 2020 Salı

ZAHİR

 Yazar Adı: Paulo Coelho

Basım Yılı: 2005

Yayınevi: Can Yayınları

Sayfa Sayısı: 178

 

   Paulo Coelho; 1947 doğumlu, Brezilya’lı söz ve roman yazarı. Türkiye’de Simyacı romanıyla tanınan, benim de okuduğum “ermiş ruhlu” yazardır. ”Veronika Ölmek İstiyor” kitabının ise ben de ayrı bir yeri vardır. Coelho, spritüel kitaplarında, karanlık ve ürkütücü olabiliyor. Fakat okurla bağını iyi kuran bir yazardır.




   Zahir kitabında, kaybolan karısını bulmak için yola çıkan yazar, Fransa’dan Orta Asya’ya uzanan kendi içsel yolculuğunu anlatır. İçsel anlatımı sevenler için müthiş bir roman. Kitap sürükleyici değil, ben sıkıntılı buldum. Kitabın içindeki insanlar arasında sorgulama, tartışma, cevapsız sorulara yanıt arama şeklinde bir anlatım var. Mistisizm, aşırı romantizm kullanımı mevcut, sürprizleri pek yok.       

   Yine de iyi okumalar dilerim.

“Özgürlük, birilerine sözler vermeden yaşamak değil benim için en iyisini seçme yeteneğiydi”.

“Ben serüven ve bilinmeyen peşinde koşarken, kadınlar denge ve sadakat arıyorlardı.”

“O hiç şikayet etmeden, kendisini kurban görmeden tüm zor günlerde ayakta kaldı.”

“Sadakat nedir ki, zaten benim olmayan bir bedene ve ruha sahip olma duygusu mu?”

“Aşk, evcilleşmemiş bir güçtür. Onu kontrol etmeye çalıştığımızda bizi yok eder. Onu hapsetmeye çalıştığımızda o bizi esir alır. Onu anlamak için çabaladığımız da kendimizi kaybolmuş ve şaşkına dönmüş hissetmemizi sağlar.”

“İnsanlar savaşta oldukları zaman mutlular. Onlar için dünyanın anlamı var. Daha önce söylediğim gibi, bir dava uğruna güç toplamak ya da kendilerini kurban etmek yaşamlarına anlam katıyor.”

“Aslında duyduğum aşka tamamıyla inandığıma da emin değilim; sadece yaralı bir gurur da olabilir.”

“Evlilikte kadına en fazla keyif veren şeyin ne olduğunu biliyor musun?

-Sex

-Hayır yemek yapmak. Yemek yiyen erkeğini seyretmek. Bu bir kadının zafer anıdır, çünkü bütün gününü akşam yemeğini düşünerek geçirmiştir. Ve bunun nedeni geçmişteki hikayede saklı olmalı açlıkta, neslin tükenme tehlikesinde ve hayatta kalma çabalarında”

“Modanın bize söylediği gibi giyinmeliyiz, sevsek de sevmesek de sevişmeliyiz, ülkemizin sınırları için öldürmeliyiz, emekliliğin bir an önce gelmesi için zamanın çabuk geçmesini istemeliyiz, politikacıları seçmeli, yaşamın ne kadar pahalı olduğundan şikayet etmeli, saç biçimimizi değiştirmeli, farklı olan herkesi eleştirmeli, dinsel inancımıza bağlı olarak Pazar, Cumartesi, Cuma günleri dini görevlerimizi yerine getirmeli ve orada günahlarımızın bağışlanması için yalvarmalı ve gerçeği bildiğimiz için gurur duyarak kendimizi göklere çıkartıp yanlış tanrıya ibadet eden diğer kabileyi küçümsemeliyiz.”

“Aptal insanlara gerçekten de özel bir kimlik kartı verilmeliydi çünkü kolektif aptallığı besleyen onlardı”

“Neden bazı insanları severiz ve diğerlerinden nefret ederiz? Öldükten sonra nereye gidiyoruz? Sonunda öleceksek neden doğuyoruz? Tanrı ne demek?

 Steplerden rüzgarın değişmeyen sesiyle yanıt geliyor. Ve bu kadar yeter: yaşamın temeline dayalı soruların asla yanıtlanamayacağını ve yine de hala ilerleyebileceğimizi bilmek yeter.”

 

DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ 3

 Yazar Adı: Mircea Eliade

Basım Yılı: 2003

Yayınevi: Kabalcı Yayınevi

Sayfa Sayısı: 328


 Muhammed’den Reform Çağına

   Eliade, bu cildini de 8 bölümde toparlamış. Hıristiyan kiliselerinin tarihini aydınlanma çağına kadar sürdürüp Hinduizm’in gelişmesi, ortaçağ Çin’i ve Japonya dinleri hakkındaki bölümleri bu cilde bırakmış. IV. Yüzyıldan XVII. Yüzyıla kadar Avrupa'daki dinsel inançlar, düşünceler ve kurumlar üzerinde (skolâstik, Reformlar) daha az durmuş. Ders kitaplarında önemsenmeyen veya suskunlukla geçiştirilen olaylara daha geniş yer vermiş gibi. Örneğin Heterodoks akımlar, zındıklıklar, halk mitolojileri, ibadetleri, cadılık, simya, ezoterizm gibi dinsel yaratımlar ilginçti. Sonuçta dinsel inançların ve düşüncelerinde bir tarihi olduğunu ben bu kitap sayesinde çözümledim. Bu cildin en önemli gelen kısmı arkaik ve geleneksel dinlerin tanıtılması oldu.



“Cengiz han, İmam Buhari ile yaptığı tartışma da ona şöyle der: “Tüm evren tanrının evidir, ona ulaşmak için özel bir yer (örn, Mekke) belirlemenin ne faydası var?”

“Tüm evrensel din kurucuları içinde, yaşam öyküsü ana hatlarıyla bilinen tek kişi Muhammed’dir.” s.79

“Tüm mezhepler “söz, söylem” anlamına gelen ama sonunda ilahiyatı ifade etmek için kullanılmaya başlanan Arapça bir terim olan kelam adıyla bilinen akli yöntemi kullanmışlardır. En eski kelamcılar, Hicri II. Yüzyılın ilk yarısında Basra’da örgütlenen düşünürler grubu olan Mu’tezilerdir.” s.13

"İlk imam Ali’ye göre: “Kuran’ın hiçbir ayeti yoktur ki, dört anlamı bulunmasın.

Zahiri anlam (dil ile ikrar içindir.)

Batıni anlam (kalple idrak içindir.)

Hadd (sınır) (caiz olanla olmayanı ayıranı belirler)

Muttala (ilahi tasarı) Allah’ın her ayet ile insanın içinde gerçekleştirmeyi hedeflediğidir.

Bu anlayış Şiiliğe özgüdür. Birçok mutasavvıf ve kelamcı tarafından paylaşılmaktadır.

”Şeriat hakikatin zahiri yönü, hakikat ise Şeriat’ın Batıni yönüdür. Şeriat: simge, Hakikat: simgelenendir. İran’lı filozof N. Hüsrev.” s.138

 

3 Ekim 2020 Cumartesi

DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ 2

 

Yazar Adı: Mircea Eliade

Basım Yılı: 2003

Yayınevi: Kabalcı

Sayfa Sayısı: 480


Gotama Budha’dan Hıristiyanlığın Doğuşuna

   Mircea Eliade, eserinin bu cildinde de dinsel düşünceler tarihini, neredeyse yedi kıtayı ele alarak, haritasını çıkarıyor. Yazarın en büyük ustalığı dinler tarihini anlatırken mitleri, teolojiyi, tarih ve felsefeyi sentezleyerek sunuyor okurlarına. En önemlisi, düşünce tarihini de anlatmayı çok iyi başarıyor. Zihnimizin boşluklarını dolduran bir külliyat niteliğinde. Dinler şöyle gelmiştir, peygamberler böyle gelişmiştir, insanlar bu yüzden inanmıştır gibi beklentiniz varsa okumayın. Çünkü bir tarih kitabı, ders kitabı niteliğinde.



   Yazar kitapta, Eski Çin, Hinduizim, Roma, Kelt, Cermen, korsanlar, baskıncılar, Trak dinleri, Yahudilik, İran ve Hıristiyanlığın doğuşunu, bölümler halinde anlatıyor. Söylemsel ve simgesel tüm temel yapıları ortaya koyar ve dinin bir dünya görüşü olduğunu söyler. Gerçek ve anlamlı bir  dünya bilinci kutsallığın keşfiyle ilgili oluyor.

 Keltler,Cermenler Traklar ve Getler bölümünden:

“Tüm kıyamet edebiyatının iyi bilinen klişelerine burada da rastlanmaktadır.: Ahlak giderek çöker, insanlar birbirini boğazlar, yer sarsılır, güneş kararır, yıldızlar aşağı düşer; zincirlerinden kurtulan canavarlar yeryüzüne saldırır; Büyük Yılan okyanustan dışarı çıkar, büyük su baskını felaketlerine yol açar.” Ama daha özgül ayrıntılarda bulunmaktadır. s.187

İran'ın Yeni Sentezleri bölümünden:

“Yaşayan hükümdarların tanrılaştırılması Helenistik çağa özgü bir olgudur.” s.354

“maddi dünyada yalnızca insan hür iradeye sahiptir. Ama ruh ancak içinde yaşadığı beden aracılığı ile etken olabilir, beden ruhun aracı, giysisidir. Üstelik beden de karanlıklardan değil ruhla aynı tözden yapılmıştır; başlangıçta beden ışıltılı ve güzel kokuluydu ama tensel istekler onun kötü kokmasına neden oldu. Bununla birlikte mahşer gününden sonra, ruh yeniden dirilecek ve şanlı bir bedene kavuşacaktır.” s.365

 

DİNSEL İNANÇLAR VE DÜŞÜNCELER TARİHİ CİLT 1

 


Yazar Adı: Mircea Eliade

Basım Yılı: 2003

Yayınevi: Kabalcı Yayınevi

Sayfa Sayısı: 462


Taş Devrinden Eleusis Mysteria’larına

   Kitap bilgi bombardımanı sunuyor. Yazar kitabı kısa ve özlü hale getirerek 3 ciltte toplamıştır. Meraklısı mutlaka okumalıdır. Okumak benim 3 ayımı aldı. Ki yüzeysel bir okuma yaptım. Hayli kapsamlı kaynakça kullanmış.



   Bu kitabın okuyucusu; paleolitik çağın, Mezopotamya ve Mısır’ın düşünce ve inançlarını gözden geçirdikten sonra Veda ilahileri (sadece Hinduizm’in değil aynı zamanda Ari kültürünün de yazılı kaynağı, kutsal bilgi), Brahmanalar (Hint kozmolojisinde piramidin en tepesindeki insan oğulları, evrensel ruh) ve Upanişadlar’la (Hinduizm’in felsefi ve daha çok mistik yapıdaki kutsal kitapları) karşı karşıya kalacak, Zerdüşt, Gautama Budha ve Taoculuk, Helen mysteria’ları, Hıristiyanlığın yükselişi, Gnostisizm (Tüm dünyevi değerleri hiçe sayan bilgi kaynağının keşif ve ilham olduğunu savunan tasavvufi ve felsefi akım), simya ve Graal (kutsal kase veya felsefe taşı) mitolojisi üzerine düşünecek sonra Sankara’yı (Hindu Tanrısı) Tantracılığı ve Milarepe’yı (Tibet’in ünlü yogilerinden), İslam’ı, Gioacchino da Fiore’yi (İtalyan bir ilahiyatçı) veya Paracelsus’u (16. yy doktor, modern tıbbın kurucularından) keşfedecek, Quetzalcoaltl (Mezoamerika (Kolomb öncesi Amerika kıtasında yaşamış yerliler) panteonu içindeki tüylü yılan ve ağlayan tanrısı) ve Viracocha’yı (İnka’ların gezgin sakallı ihtiyar tanrısı) ve Gregorios Palamas’ı (Ortaçağın ilk papası), ilk Kabalacıları, (Yahudi mistisizminde ezoterik bir disiplin, düşünce okulu) ve İbn-i Sina’yı keşfettikten kısa bir süre sonra Alman illuminatistleri (1776’da kurulmuş batıl inanca, dinin sosyal hayat üzerindeki etkisine karşı koyan mason topluluğu) ve romantikleriyle, Hegel, Max Müller, Freud, Jung ve Bonhoeffer’le karşılaşacaktır.”

 

“Kutsal; insan bilincinin tarihinde bir aşama değil bilincin yapısı içinde bir unsurdur.” s.11

“Avlanma, cinsiyetler arası iş bölümünü belirledi ve böylece “insanlaşmayı” da güçlendirdi.”

“Çatışmalar, yarışmalar, kavgalar hayatın yaratıcı güçlerini uyandırır, kışkırtır veya artırır.”

“Her teknolojik buluşa, her ekonomik ve toplumsal yeniliğe ikinci bir dinsel anlam ve değer katmanı eşlik eder gibidir.”

“Tahıl ekimini yaygınlaşması belirli ritüelleri, mitleri ve dinsel düşünceleri de beraberinde taşıdı.”

“ekili tarlalar kadınların mülkü haline geldi. Koca eşinin evine yerleşiyor ve soy anaya bağlı olarak yürüyordu. Erkekler, av ve balıkçılık dışında, tarla açma, tarıma elverişli hale getirme çalışmalarını üstleniyorlardı.”

“Romalılar tarihsel olarak düşünürken, Hintliler masalsı biçimde düşünmektedir. Romalılar milli, Hintliler evrensel açıdan düşünmektedir. Romalıların ampirik, görelileştirici, siyasi, hukuki düşünme biçimi karşısında, Hintlilerin felsefi, mutlak, dogmatik, ahlaki ve mistik düşüncesi yer almaktadır.”

Argoslar ve Arkadialar yunan mitolojisinin kahramanları, birçok insanlık kurumlarını onlar bulurlar. Site yasaları ve kent yaşamının kuralları, tek eşlilik, madencilik, şarkı, yazı, taktik vs bazı zanaatları onlar uygular. Onlar tam anlamıyla site kurucularıdır ve koloniler kuran tarihsel kişilikler öldükten sonra kahraman olurlar.” s.347

 

29 Ağustos 2020 Cumartesi

DİNLER TARİHİNE GİRİŞ

 Yazar Adı: Mircea Eliade

Basım Yılı: 2003

Yayınevi: Kabalcı Yayınevi

Sayfa Sayısı: 456

   Mircea Eliade, (1907-1986) önde gelen din tarihçilerindendir. Dünyanın çeşitli dinlerindeki, simgelerin, mitlerin, dilin izlerini sürmüş, incelemiş ve çözümlemiştir. Yazar sadece tek tanrılı dinleri ele alıp incelememiştir. İlkel ve gelişmiş tüm dinleri eş zamanlı olarak incelemiş, ortak ögeleri ortaya koymuştur. Kitap da o kadar çok bilgi var ki nerden alıntı yapacağımı şaşırdım. Kitap farkındalık yaratıyor. Bazı geleneklerin ardında ciddi anlamda eski inanışların olduğu bariz bir durum var. Biz farkında değiliz. Bu anlamda harika bir eser olmuş. İnsanı sorgulamaya itiyor. Kafanız karışabilir. Teolojiye bu kitaptan başlanmalı. Anlatımı açık ve anlaşılır. Mutlaka okuyun.

“Anu, en azından tarihin başlangıcında soyut bir tanrıdır.”

“Tabi ki Anu’nun evi göktür.”

“Yıldızlar onun ordusudur. Çünkü Anu evrensel hükümdar olarak savaşçı bir tanrıdır.” s.85

“Daha sonra gök tanrılarının büyük çoğunluğu “özelleşmişler” fırtına ve bereket tanrılarına dönüşmüşlerdir. Ama tanrıların sonradan belli alanlarda özelleşmelerini, din tarihinin oldukça iyi bilinen süreçleriyle açıklamak gereklidir. (somut olana eğilim; ”yaratma”, ”bereket” düşüncesine dönüşmesi vb.) ve her durumda parlak gökyüzü tanrısı düşüncesinde meteorolojik işlevlerinde yer alabileceği olgusu yadsınmamalıdır.”

“Özdeşleştirme- Yüce Varlığın güneşle özdeşleştirilmesine en iyi örnek Hindistan’ın Kolarien kabileleri tarafından verilir.”

“Bu insanların işlerine karışmayan yumuşak tabiatlı bir tanrıdır.”

“Ay ölçer ama aynı zamanda birleştirir.”

“Bu nedenle tarih öncesi çağlardan beri su-ay-kadın üçlüsü hem evrenin hem de insan üretkenliğinin yörüngesini biçimlendirir gibi görünmektedir.”

“İran’lı su tanrısı Ardvisura Anahita’dan ”sürüleri çoğaltan…malları…zenginliği artıran…toprağı bereketlendiren…tüm insanların tohumunu arındıran…kadınların rahmini arı kılan…onlara ihtiyaçları olan sütü veren ermiş” olarak söz edilir.Yıkanmak suçtan arındırır.” Ölülerin varlığından kaynaklanan kötülükleri temizler, deliliği geçirir (Arkadya’daki Clitor çeşmesi) günahları da fiziksel ya da ruhsal bölünmeyi de giderir. En önemli dinsel adetlerin kökenin de yer almaktadır. Ve böylece insanın kutsalın idaresine girmesini sağlamıştır. Tapınaklara girmeden önce ve kurban törenlerinden önce yıkanılır.” s.202

   Kadın, Cinsellik, Tarım-Kadın ve Tarım arasında öteden beri var olan bir özdeşleşme varmış. Örneğin Doğu Prusya’da, yakın zaman kadar çıplak bir kadının tarlaya bezelye ekme adeti varmış. Finlilerde kadınlar; tarlaya, tohumları adet gördükleri dönemlerde giydikleri giysilerle, fahişenin ayakkabısı içinde ya da gayri meşru bir çocuğun çorabında taşırlarmış. Böylece oldukça güçlü bir cinsellik taşıyan insanlar tarafından taşınan eşyalarla temas eden tohumların verimli olacağı düşünülür. Bir kadının ektiği pancarlar tatlı, erkeğin ektikleri acı olurmuş??  Estonyalılarda keten tohumlarını tarlaya genç kızlar taşır, İsveçliler ise keten tohumlarını tarlaya yalnızca kadınların dikmesine izin verirlermiş. Almanlarda, tohumları eken özellikle evli ve gebe kadınlar… Toprağın bereketiyle kadınların yaratıcı güçleri arasındaki mistik bağ ”tarımcı zihniyet” diyebileceğimiz zihniyetin en temel güdülerinden biridir.

İslam metinlerinde de kadın “tarla” olarak imgelenir. Kur’an da “Kadınlarınız sizin tarlanızdır “ denir. s.260

Fin çiftçilerin, tohumları tarlaya ektikten sonra memelerinden akıttıkları bir kaç damla sütle bunları suladığı doğrudur.

   Jan de Vries’in belirttiği gibi, bu geleneğin anlamı, hasadın gerçek “gücüne” özüne zarar gelmemesini sağlamaktır. Aynı nedenle bir ağacın son meyveleri toplanmaz, koyunların sırtında bir tutam yapağı bırakılır, Estonya’da ve Finlandiya’da, buğdayın bulunduğu dolap tamamen boşaltılmaz; çiftçiler, kuyulardaki suyu çektikten sonra bir kaç damla su akıtırlar. Biçilmeyen buğdaylar, bitkilerin ve ekili tarlanın gücünü kendinde toplar. Bu gelenek-tüketilen ama asla tamamen yok olmayan kendi büyüsüyle kendini yenileyen “güç” kavramından türemiştir-bitki güçlerinin mitolojik kişilerine ya da tarlayla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili çeşitli ruhlara sungular vermek olarak yorumlanmıştır.

   Tarihin yönünü belirleyen ne nüfusun artışı ne de yiyecek bolluğu idi; tarihin yönünü belirleyen insanın bu keşifle birlikte geliştirdiği zihniyettir. İnsan tahıllar aracılığı ile gördüklerinden, onunla uğraşırken öğrendiklerinden, tohumun toprağın altında kendi hüviyetini yitirdiğine tanık olarak anladıklarından belirleyici bir ders çıkarmıştır.

“İslam inanışlarına göre, dünyanın en yüksek yeri Kabe’dir. Çünkü kutup yıldızı, onun göğün merkezinin tam altında olduğunu göstermektedir.

   Benzer kavramlar Babil’de “gökle yerin temelinin evi” “gökle yerin arasındaki bağ”, adları sayılabilir. Yer ve yer altındaki bölgeler  arasındaki geçiş de her zaman tapınaklarda mümkündür. Yine İbranilerde rastlanır “Kudüs Kayası”, yerin altındaki suların merkezindedir. Romalılarda “mundus açıldığında , yeraltının ürkütücü tanrılarının kapısı da açılmış demektir” diye yazar. 

"İtalyan tapınakları da göğün, yeryüzünün ve yeraltının kesiştiği yerdi.” s.363

   İranlıların yeni yılı Nevruz, hem Ahura Mazda bayramı hem de insanın ve dünyanın yaratıldığı gündür. Nevruz gecesi sayısız ateş ve ışık yakılır, tanrılara içki sunulur, suyla yıkanarak arınılır ve böylece gelecek yıl bol yağmur yağması sağlanmaya çalışılır.

Tüm bu olguların ortak noktası vardır: evrenin doğumunun simgesel olarak tekrarlanmasıyla zamanın dönem dönem yenilenmesi düşüncesidir.

   Bunların hepsinin açıklaması bütünle örtüşme isteğinden doğar. “Bütünü” bir sisteme dahil etme eğilimi, çok yönlülüğü tek bir “duruma” indirgeyerek onu olabildiğince saydamlaştırma çabası olarak görülmelidir.

“Kutsala direnmek, varoluşçu metafizik için özgünlükten kaçışla aynı anlama gelmektedir.”s.436

 

23 Ağustos 2020 Pazar

TANRI YANILGISI

 

Yazar Adı: Richard Dawkins

Basım Yılı: 2007

Yayınevi: Kuzey Yayınları

Sayfa Sayısı: 360

 

      Richard Dawkins, 1941 doğumlu, Britanyalı evrimsel biyolog ve yazar. “İnsanların hayatlarında, nesnel dünyadan öte bir şeye ihtiyaçları olduğu söylenir, bu nesnel dünyanın dolduramayacağı bir boşluk vardır; insanlarının hayatlarının bir amacı olduğuna inanmaları gerekir.” der. Din ve bilimin birbiriyle çatışmaması gerektiğini söyler. Darwinci bilim adamı, ateizm savunucusu olarak ünlenmiştir. Evrim, yaratılış ve din konularındaki fikirlerini açıklamak için pek çok popüler bilim kitabı yazmıştır.


  Tanrı Yanılgısı kitabında da dini epey sorgulamıştır. Evreni açıklama konusunda aydınlatıcı buldum. Kitap, bu kadar bilimsel olup ancak bu kadar akıcı olabilir. Körü körüne inanmak mı yoksa sorgulamak mı? Din konusunu tabu haline getirmeyen, soru sorma cesareti olan herkesin mutlaka incelemesi gereken bir kitap. Yazar sorular sorup cevaplarını verirken, bizi de kendi cevaplarımızı vermeye itiyor. Özellikle ahlakın, dinden bağımsız olduğunu sarsıcı bir biçimde gösteriyor. Tanrı kavramına getirdiği güçlü savunmaları yok. Üzerinde durduğu argüman “Tanrıyı Kim Yarattı?” sorusu. Olasılıklardan yola çıkarak Tanrı kavramını basitleştirmek yerine daha karmaşık hale getirmiş. Hep bir kaçamak ve alakasız konulara giriş yapmış. Varlık felsefesine yüklenmiş fakat eksik kalmış. Bilim adamları bu konuları filozoflara bırakmalı. Evrim kuramı hakkında bilgisi olmayan için çok sıkıcı olabilir. Bir de "bing bang" öncesi durum için verebileceği bir argüman göremedim. Beklentimi karşılamadı desem yeri. İnsanı güldüren, zihninin boşluklarını dolduran yerleri var. ”Cosmos” ve “İnancın Hikayesi” belgesellerini izlemenizi öneririm.

“Tanrı korkusu bu insanları bu kötülükleri yapmaktan neden alıkoymadı?” s.224

“Her hareketini gözetleyen ve hatta bütün sahte düşüncelerini bile izleyen gökyüzündeki büyük gözetleme kamerasına veya kafanın içine yerleştirilmiş küçük dinleme aletine gerçekten inanıyor musun?” s.222

“Emily Dickinson şöyle demiştir:

 Hiçbir zaman bir daha gelmeyeceğidir

Hayatı bu kadar tatlı yapan.” s.447

“Bütün dinsel inançlar, o inançla yetiştirilmemiş insanlara tuhaf görünür.”

 

 

 

CEHENNEME ÖVGÜ Gündelik Hayatta Totalitarizm

Yazar Adı: Gündüz Vassaf

Basım Yılı: 1997

Yayınevi: İletişim

Sayfa Sayısı: 105

   Gündüz Vassaf, 1946 doğumlu, yazar ve psikolog.12 Eylül’den sonra öğretim görevlisi olduğu Boğaziçi Üniversitesinden uzaklaştırılmış, muhalif bir beyindir. Günümüzdeki bir çok değeri ve kavramları sorgulamış mükemmel bir kalemdir. Radikal gazetesinde de yazılar yazmıştır.


   Kitap gündelik hayattaki her alanda totalitarizmin varlığını çarpıcı bir şekilde yüzümüze vuruyor. İlk bölümde, Geceyi totaliter Gündüzün karşısına koyarak, tespitleriyle içimizdeki bir şeyleri tetikliyor. Elinizden bırakamıyorsunuz. Mutlaka okuyun.

“Sözcükler, aşkı, birbirini dışlayan kategorilere sokar zorla. “Kimi seviyorsun, onu mu, yoksa beni mi?” gibi bir tümceyle, bir aşk durumunun ille de doğrulanması, sınıflandırılması gerektiği için ne çok insan acı çeker, çıldırır, intihar eder ya da başkalarına acı çektirir. Mutlaka birinden biri olmalıdır çünkü. Biri varsa diğeri olamaz. Sırf, söz paradigmasının tutsağı olduğumuz için. Aşkın karşılığı olarak sekiz, on, on beş sözcük olsaydı keşke. Daha az kıskanıp daha az sahiplensek, standartlaştırmanın kısırlaştırıcı baskısına yüz çevirip, benzersizliğe daha çok değer verseydik. Dikey hiyerarşiyi boşlasaydık. Peki ya aşkın karşılığı olan hiç bir sözcük olmasaydı? O zaman aşk olmayacak mıydı yani? Aşk duyulmayacak mıydı o zaman? Aşk sözden önce de vardı.”

“Neyin delilik sayılacağını devlet tarafından tedavi ruhsatı verilen resmi şifacılar, psikiyatristler belirliyor. Deliler deliliklerinin özgürlüğünü yitiriyor.”

“Tüm dünya sistemi, yasaların, tüketici davranışlarının, ekonomi teorilerinin ve dinin rasyonalize ettiği çılgınca varsayımlar üzerine kurulmuştur.”

“Biz gerçeğin kendisiyiz. Bırakın oyunlarını oynasınlar. İktidarların en büyük korkusu muhalefet değil, ciddiye alınmamaktır.”

“Ancak tarihte hiç bir hükümet, o ülkede fuhuş olması nedeniyle iktidardan düşmüş değildir. Cinsel standartlar ancak bireyler üzerinde baskı uygular.”

“Yöneticiler tabi, ama işçiler olmadan bunu yapamazlardı. İşçi sınıfı, top, tüfek ve tank yapımındaki kendi katkılarını protesto etmek için bir kez olsun sesini yükseltmiş, bildiri dağıtmış ya da greve gitmiş değildir. Oğullar ve kızlar, ana babalarının yaptığı silahlarla öldürülüyor. İşçiler daha yüksek ücret, daha az mesai için greve gidiyorlar.”

“Biz totaliteriz, çünkü insan türü olarak yaşam anlayışımız sevgi ve barışa değil güç ve egemenliğe dayalı.”

“Biz Homo Sapiensler, kendi evlerimizde bile her Allah'ın günü, çocuklarımızla birlikte, bütün öteki türleri acımasızca yönetiyoruz.”

“Çocuklar hayata ana babalarını severek başlar, zamanla onları eleştirir ve nadiren affederler.” Oscar Wilde

“Anne babanın görevi çocuğun vahşi ve özgür ruhunu ezmek, okula, topluma ve devlete uysal bir çocuk teslim etmektir.”