31 Mart 2021 Çarşamba

SON AV

 Yazar Adı: Jean-Chritophe Grange

Basım Yılı: 2019

Yayınevi: Doğan Kitap

Sayfa Sayısı: 300

 

   Grange’ın kitaplarını okuduğunuzda bambaşka alemlere gidersiniz. Her kitabı için detaylı araştırmalar yaptırır. Konular farklıdır. Hep vahşet içeren cinayetleri ele alır. Kurguyu ve betimlemeyi çok iyi yapar. Bu kitap biraz masum kalmış. Güzel bir kitap yine de başarılı, fakat diğer kitaplarında daha çok heyecan duyardım…Grange hayranıyım ne yazsa okurum.

   Kitap, yazarın Kızıl Nehirler  romanının kahramanı Niemans ve cinayetler silsilesi ile başlıyor. Bu kez olay yeri Almanya’dır. Niemans, öğrencisi İvana ile birlikte Almanya'nın Alsace bölgesine gönderilir. Ormanda vahşice işlenen bir cinayeti araştırmak için yola koyulurlar. Buldukları ipuçları onları Kara avcıları, Naziler ve İkinci Dünya savaşına kadar gerilere götürür. Kitabın ana konusunu Pirsch avı denilen bir av oluşturuyor. 

Pirsch avı: uzmanlık gerektiren bir av türü, yakın avlanma olarak açıklanan bu türde, avcı avına yavaşça yaklaşır. Onu izler, sindirir. Uygun anı kollamak için saatlerce bekler, bazen günlerce sürer. Doğru vakit geldiğinde de önce avına üstünlük sağlar. Ardından -tercihine göre- hızlı ve acılı bir şekilde onu öldürür. 

Grange göre; belki de cinayete meyilli insanlar, öldürme arzularını savunmasız doğa üzerinden tatmin ediyorlar. Son Av, insan doğasının karanlık yüzlerinden birini – öldürme tutkusunu-açığa çıkarıyor. ”Kan Tutkusu”  avcılığı modern hayatta hobi olarak yaparken, avının kokusundan ve kandan tahrik olmak? KAN, insanın kan görme, kan akıtma tutkusu. Belki güç göstergesi belki de içimizde yaratılışımızdan beri olan bir sapkınlık. Tarih boyunca kölelerin kanıyla yıkanırlarsa genç kalacaklarına inanan kontesler olmuştu…

   Grange öyle bir kurgu oluşturmuş ki, yine şaşırtıyor. İnanılmaz şeyler öğrendim. Pirsch avı, sürek avı, Kara Avcılar, Nazi sempatizanı soykırımcılar, çeşitli işkenceler görmüş Yahudiler ve kadınlar, Heinrick Himmler yaptırımları, Röetken ırkları, Walt Disney’in logosundaki şato…

Şimdi kitaptan birkaç alıntı :

“Kardeşlik ne kan, ne de DNA olayıdır.” s.233

“Şunu unutma: aile zayıflıktır.” s.299

“…öğleden sonranın parlak güneşi altında, bir bitki denizini çağrıştıran tepelerden, vadilerden ve sinüzoidal hatlardan oluşan bu sonsuz zincir yemyeşil görünüyordu. İçinde kaybolacakları yer işte burasıydı. Ereksiyon halindeki bir bitki örtüsünün altına gizlenmiş ve içinde caninin saklandığı, yollardan ve patikalardan oluşan devasa bir labirent.” s.20

“Doğayı koruduğunu sanıyor ama aslında av, popülasyonu azaltarak doğayı korur. Bu duygusallığın olmadığı kör bir mekanizmadır.” s.61

 

 

29 Mart 2021 Pazartesi

AMOK KOŞUCUSU

 

Yazar Adı: Stefan Zweig

Basım Yılı: 2013

Yayınevi: Can

Sayfa Sayısı: 333

   Avusturya’lı yazar Stefan Zweig, Nazi baskısını yakından yaşamış ve 2. Dünya Savaşının etkilerine dayanamayarak karısıyla birlikte intihar etmiştir. İntihar, Zweig’in zihnini gençlik yıllarından beri meşgul eden bir kavramdı. Korkularını roman ve öykülerindeki kahramanlarına yaşatıyor. Amok Koşucusu’nda yer alan öykülerin izleği de intihar. İnsanı en güçsüz savunmasız yönleriyle ele alır ve bunu okura hissettirir. Ruhun en derin katmanlarına kadar inen, olağanüstü bir yazardır.

   Kitap, 7 öyküden oluşuyor. Bir Çöküşün Öyküsü, Madalya, Bezginlik, Amok Koşucusu, Ay Işığı Sokağı, Leporella, Leman Gölü Kıyısındaki Olay.

  İlk hikaye; Bir Çöküşün Öyküsünde, Paris prensesinin saplantılı iktidarının saraydan uzağa sürgün edilmesiyle birlikte çöküşünü anlatıyor. Soyluluğunun günden güne azalması, erkeklerin onu artık arzulamaması prensesin gücünü yitirmesini sağlar. Bu sürgün ona çok ağır gelir. Gün geçtikçe gücü azalan prenses intihar etmeye karar verir. 7 Ekim tarihinde öleceğini söyleyerek efsane olarak hatırlanmak ister fakat ölümü 2 günde unutulur.

 Madalya ise, Fransız bir komutanın çaresiz kalmış halleri anlatılır.Askerleri Alman ordusuna esir düşer, komutan ormanda ölmekten beter günler geçirir. Yiyecek aramak için Alman askerin kıyafetini giyer,bir köy bulur, karnını doyurur. Tekrar ormana, ölen askerlerin yanına döner. Şerefli bir şekilde askerlerinin yanına gidip Ölüme terk eder kendini. Bu arada küçük bir Fransız birliği görür, çılgına döner, birliğe doğru koşmaya başlar. Fransız askerleri ise Alman askeri kıyafet üzerinde olan komutanı, kendilerine saldırı olarak görür ve komutanı vururlar. Fransız komutanın Alman zannedilip öldürülmesi çok acıdır.

  LOPERALLA öyküsü ise Baron’a karşı duygu besleyen bir hizmetçinin çıkar yol kalmayınca intihar etmesini anlatıyor. Aşkın, aşırı tutku halinin nasıl bir ruh hastalığına dönüşebileceğini görüyoruz.

   Ay Işığı Sokağı, “Bu sokaklar Hamburg'da da böyledir.... tıpkı büyük ve lüks bulvarlar gibi her yerde birbirine benzerler, çünkü hayatın görkemi de yoksunluğu da aynı biçimdedir. Dürtülerin henüz ilkelce ve dizginsizce dışa vurulduğu, şehvet konusunda düzen bilmeyen bir dünyanın son fantastik kalıntılarıdır, tutkuların karanlık, balta girmemiş ormanıdır, dürtüleriyle hareket eden hayvanlarla doludur bu izbe sokaklar, açıkça sundukları şey onları heyecanlı kılar, gizledikleri şeyse baştan çıkarır. Ne düşler kurabilir insan.”

 Amok Koşucusu esas hikayeydi.Daha önce Psikanalitik çözümlemesine de katıldığım, günlerce etkisinden kurtulamadığım bir analizdi. Amok ritüel bir sendrom. Bizler içinde sonumuz Amok koşucusu!! Doktoru anlatmak için iyi bir fırsat veriyor kitap. Başlangıçta Psikanalitik bir sahne kuruyor yazar. Felsefi ya da sosyolojik çözümlemelerde yapılabilir fakat ben Psikanalitik çözümleme aktaracağım. Hikaye bir gemi yolculuğu ile başlar ve feed back tekniğiyle doktoru tanırız. Küçük bir kasabada doktorluk yaptığı esnada bir kadın onunla konuşmaya gelir ve Amok orda başlar. Bu yüzleşme çok sarsıcı, içimizdeki yıkıcılıkla karşılaşmak. Vicdani yükümlülük, gururuna yenik düşmek, pişmanlığın pençesi. Öidipal sahne yineleniyor. Dr un hayatına giren kadınlar, ilk nesnesi annesini çağrıştırıyor. Dominant, kibirli ve küstah kadın. Yaşamın ilk döneminde annesine karşı hissettiği… ilkel dönüş mekanizmaları, dr un içsel annesini çağrıştırıyor. Bu yapı, iyi annesini içine yerleştiremediğini gösterir. Bu kadınlar anne ikamesi yerine gelmiş. Dr dan kürtaj yapmasını isteyen bu kadının kendinden emin tavrı, onda sarsılma yaşatıyor. Saldırgan gibi algılıyor, sadistik saldırı, s.19 da bunu çok güzel ifade ediyor. Paranoid şizoid davranışlarda gösterecek. Acaba neler oluyor? Amok koşusu başlıyor. Preödipal yaralarını sarsmış. Yardım ederek itibarını inşa etmek, iyi nesnesini tekrar kazanmak için Amok başlıyor. Narsistik benliği için oldukça koruyucu.

  Aynı hikayede iki farklı söylem var. Zweig bu konuda çok başarılı. Bir anlatıcı var, öykünün sonunda gazete haberlerinden yada günlük olaylardan bahsediyor.

   Mutlaka okuyun. Kurgu efsane, betimlemeler öyle. Yazar söylemek istediği şeyi bir çırpıda söyler, yumruk yemiş gibi olursunuz. Şimdiden iyi okumalar…

 

 

6 Mart 2021 Cumartesi

ÜVERCİNKA

 Yazar Adı: Cemal Süreya

Basım Yılı: 2008

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 52

 

   Cemal Süreya(1931-1990) yazar, şair, çevirmen. Erzincan doğumlu ve Kürt olan şairin, doğduğu coğrafya ve etnik kimliğin kendisinde yarattığı dışlanmışlık hissini şiirlerine yansıtır.(Afrika dahil söylemi). Türk şiirinde modernist bir hareket olan İkinci Yeni şiirinin öncü şairlerinden, kaybettiği iddia sonucu adından bir “y” eksilten adam. Süreya’nın poetik çizgisi, şiir dili, duruşu ve temaları renklidir. İlk şiirlerinde geleneksel şiir izleri görülürken, daha sonra tarz sapmalarının yanında, kelime sapmaları ve metinlerarasılığın derin izleri görülür. Şiirlerinde adeta dille oynar, onu evirip çevirir bambaşka bir hale getirir.



 “Üvercinka”yı, güvercin kelimesinden “g” harfini atarak oluşturmuştur. “ka” ise kadın kelimesinin ilk hecesidir. Yaptığı bu değişiklerin dil sosyolojisinde, dil antropolojisinde bir karşılığı var mı? Dil bilimciler ne diyor bilmiyorum. Ben güzel buluyorum. Cemal Dindar'ın Psikanaliz Estetik Metin Çözümlemeleri dersine katılmıştım. "Cemal Süreya Eros ve Yas" konusuydu, epey bilgilendim. Sizinle de paylaşmak istedim. Sanatı oyunda buluşturma kapasitesi çok yüksek, en oyunbaz adamlardan biri Cemal Süreya. Şiirlerine baktığımızda oyun oynamasını görürüz. Anneden hayata geçişte, oyun ve oyuncaklarla geçiş yaparız. Hayat için değerli bir alan orası. O alandaki yanılsamaya katlanabilme becerisidir: bebeği-hayata, kadını-anneliğe hazırlama. Kadın için sağlıklı mazoşizme katlanabilmesi çok önemlidir! 

Uyanıklık(hayat) Uyku(ölüm).

Bebeğin, uyanıklıktan uykuya geçişi bir nesneyle olur. (neyle tutunduğumuz) Mesela; oyuncak ayı, battaniye, şarkı gibi nesneler. Doğanın içinde türler arasında insanın serüveni en çaresiz tür olarak bilinir. İster toplumsal ister bireysel olsun aciz varlıklarız. Yaşama da bu acizlik yokmuş gibi başlıyoruz. Eros meselesi; bebeğin içine doğduğu temel acizliğe karşı, tümgüçlülük.

TÜMGÜÇLÜLÜK: Sınırsız güç, bebeğin ana rahminde yaşantıladığı her şeyi becerebilme, kendine yetebilme duygusu. Bu duygu, doğumdan sonra da sürer; tümgüçlü (omnipotent) yeni doğan dış gerçeğin kendisinden bağımsız olduğunu fark etmeyerek dış dünyayı kendisinin istediği zaman var ettiğini ve istediği zaman da yok ettiğini zanneder. Örnek: bebek üstü örtüldüğünde iklimi ısıttım, meme emdiğinde kadın bana meme veriyor demez, içimde meme var der. Psikanalitik Kuramda , tümgüçlülük kavramı, paranoid-şizoid konumda geçer.

Ayrıca hepimizin bir cenneti var, anne kucağı bir cennet. Bu deneyimle kayıp cennet… Yeniden yeniden üretiyoruz. Hipnotik bağla bağlanıyoruz. Bir yerde otorite oluyoruz. O cennetin içindeyiz. Kimi dua ile kimi devrim güçleriyle o cenneti yeniden yaratması. Anne rahminden ayrılma, göbeğin kesilmesi, meme, babayı tanıma. Bu kastrasyonla tümgüçlülükten ayrışıyoruz. Yetişkinlik dünyasında bir etik geliştirerek, hayatı kurma aşamasına geçiyoruz. Bu tümgüçlülük zulüm edici bir durum. Kastrasyonun temeli de babayla karşılaşma ..

Bütün bunları Cemal hocanın dersinde pekiştirdim ve Cemal Süreya’yı bunları bilmeden anlayamayız. Cemal Süreya, Karacaoğlan, Neşet Ertaş , erken anne kaybı yaşamış insanlar.

Üvercinka, Türk şiirinde görkemli bir parlamadır. Köklü bir yas var, erken anne kaybına vurgu belirtiyor. Anne kaybı bedensel olmak zorunda değil, düşlemsel kayıp da olur. Özellikle ergenlikte olur. Süreya’nın Üvercinka şiiri anneyi çok temsil ediyor. Baba ölünce kültürel babalar ortaya çıkıyor (Yunus Emre, Pir Sultan) Şiirde çok derin fay hatları var…

ÜVERCİNKA

Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden

En uzun boynun bu senin dayanmıya ya da umudu kesmemeye

Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız

Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun

Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez

Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor

Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Aydınca düşünmeyi biliyorsun eksik olma

Yatakta yatmayı bildiğin kadar

Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah daha neler

Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının

Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde

Her telinin içinde ayrı bir kalb çarpıyor

Bütün kara parçaları Afrika dahil

Senin bir havan var beni asıl saran o

Onunla daha bir değere biniyor soluk almak

Sabahları acıktığı için haklı

Günün kazanıp kurtardı diye güzel

Bir çok çiçek adları gibi güzel

En tanınmış kırmızılarla açan

Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü

Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez

Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek

İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar

Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar

Zaten bizi her gün sabahtan akşama kurşuna diziyorlar

Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası

Kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki

Padişah gibi cesaretti o alımlı değme kadında yok

Aklıma kadeh tutuşların geliyor

Çiçek pasajında akşam üstleri

Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor

Bütün kara parçalarında Afrika dahil.

1956