14 Mart 2020 Cumartesi

KARANLIĞIN GÜNÜ



Yazar Adı: Leyla Erbil
Basım Yılı:2002
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Sayfa Sayısı: 338

   Erbil, yazarlığa hikayeyle başladı. Kendinden önce yerleşmiş olan yazın akımlarına bağlı kalmadı. Ortodoks Marksçıların karşısında yer aldı.  PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat ödülüne ülkemizden ilk kadın yazar adayı olarak gösterildi.
   Edebiyatımızda kadın, geçmişten bu yana her dönem anlatıldı. Anamız, avradımız, namusumuz oldu. Aşık olundu, sevildi, paylaşılamadı. Aşağılandı… Asırlarca böyle devam eden zihniyet modern çağda da kendine bir yer bulamadı. Kadın yazar dendi, şair olamadı, kadınların üzerine dini baskılar eklendi. Kimi zaman kadınların haklarını erkekler düşündü. Erbil, okuyucuya ezber bozdurdu. Kitaplarında yarattığı kadın karakterlerle kadınlığa, kadın sorunlarına, kadın haklarına sık sık değinmiştir. Sadece değinmez sorgular, irdeler, tartışır. Kadınlara, annelere hatta analara yüklenen kutsiyeti yerle bir eder. Kitaplarındaki karakterle kimi zaman sıradan, yalancı, aykırı kimi zaman bu kadınların dişilikleri ve erkeklikleri birbirine karışmıştır.  Yazar Freud’un öğretisini benimsemiş ve kitaplarını bu yapıda kurmuştur. Bu da yeni anlamlar, yeni okumalar keşfetmemizi sağlar.



   İlk baskısı 1985’te yapılan Karanlığın günü, yazar olan Neslihan'ın kocası işe gittikten sonra koltuğa oturup zihninden geçirdiği 12 saatlik zaman dilimini anlatır.  Yazar- anlatıcı Neslihan ve Neslihan'ın bize tanıttığı yazar Asiye ve Şair İkbal 3 farklı karakter olarak karşımıza çıkar. Neslihan evli 2 çocuk annesi, bir yandan da yazarlık yapan bir karakterdir. Sağduyulu, ilkeli, özgün bir yazardır. Düzenli aile hayatı ve evliliğinden sıkılmış, arkadaşının kocası Celil’le birlikte olurken daha sonra arkadaşı Necdet’le de beraber olmuştur. Bu iki erkeğin ortak noktaları “psikoseksüel güvensizlik” nedeniyle kendilerini kanıtlama çabalarıdır. Neslihan mantıklıdır, çünkü egosu baskındır. Neslihan'ın Alzheimer hastası olan annesiyle olan ilişkisini klinikte yaşadıklarını ve annesiyle hesaplaşmalarını yazar geri dönüşlerle anlatır.  Diğer kahraman şair İkbal, yaşamı zorluklar içersinde geçmiştir. Hayatı boyunca insanlarla çıkar ilişkisi kuran İkbal bunu bir süre sonra kişilik haline getirir. Çıkar ilişkisi kurarak amaçlarına daha kolay ulaştığını gören İkbal, artık şair olmanın yolunun da buradan geçeceğini düşünür. Bunun için kadınlığını kullanır. İd’ine göre hareket eden İkbal’de toplumsal ahlak, onur, saygı gibi kavramları göremeyiz. Her değeri amacına ulaşmak için bir basamak, bir araç olarak görmektedir. Neslihan, İkbal’e hem acımakta hem de hak etmediği şöhretini kıskanmaktadır. 3. Karakter yazar Asiye ise çocukluğunda şiddet görmüş, tecavüze uğramış buna rağmen akıllı ve çalışkan bir öğrenci olmuş. Çocukluğundaki yaşadıkları telafi edilmez yaralar açmış, zamanla bu şiddet ve tecavüz onu toplum tarafından kuşatmış; bedenine, ruhuna, beynine her gün tecavüz edilmiş. Kitapta Asiye’nin hayatının anlatıldığı bölümler şiir şeklide verilmiş, olağanüstü güçleri olduğu anlatılmış, masallar, meseller ve halk hikayelerine gönderme yapılmış. Asiye ve İkbal çıkarcılık yönünden birbirlerine benzemektedir. İki karakterinde kötü geçen çocukluk dönemleri ileriki yaşamlarını etkilemiştir.
   Erbil’in bir bellek kitabı  denilir.  Bilinç akışı tekniği ile anlattığı eşsiz bir roman. 80’li yılların aydınlarının bir evde toplanıp tüm ilişkilerini orda yaşamaları, apartman boşluğu metaforu ile vurgulanmış. Güvercinlerde aydınları işaret ediyor. Yalnızca evlerde sesi çıkan aydın tavrı. Güvercinlerden farkları yok. Güvercin ve apartman boşluğu bir şeylerin yerine geçmiş. Demans anne ise toplumun demans olmasını gösteriyor..
Metin analizinde bunlara dikkat çekeyim dedim.
“Şu emperyalizmin işlediği en ağır insanlık suçu nedir, biliyor musunuz dedi, dünyanın insanların hala bağımsızlık, demokrasi, özgürlük gibi kavramlar yüzünden mücadeleye girebileceklerini ve kazanabileceklerini sandırtmasıdır!” s.79


6 Mart 2020 Cuma

ESKİ SEVGİLİ



Yazar Adı: Leyla Erbil
Basım Yılı: 1988
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Sayfa Sayısı: 224

   Leyla Erbil okumalarıma, Eski Sevgili ile başlıyorum. İçinde 2 kısa 3 uzun öykü olmak üzere 5 öykü bulunmaktadır. Kitaba adını veren Eski Sevgili, yazarın ilk novellasıymış. Hikayeler çok güzel okuyun.1973-76 tarihlidir,  mutlaka Leyla Erbil kalemiyle tanışın derim.
   Hikayelerde sol ve devrim, devrim umudu hakim. Konuşmadan Geçen Bir Tren Yolculuğu, Clinton Godson, Biz İki Sosyalist Erkek, Bunak ve Eski Sevgilinin başkahramanı Nigar, banka emeklisi, annesiyle mütevazi bir hayat sürmektedir. Nigar, kendince devrimci düşüncelere sahip ama hiç hareketin içinde bulunmamıştır. Kadınlığını toplumun kurallarına sıkı sıkı boyun eğerek yıllarca bastırmış…Eski sevgilisi –evli ve çocuklu- Salih’in ortaya çıkışıyla kendisini bir iç hesaplamanın ortasında bulur.Yaşanmadan geçmiş yıllar ve pişmanlıklar..


“…duysun işte oğlum bakalım, siz sevmeyi bilmezsiniz, derdi bize, sizler yaşama düzeninizi aksatacak şeye düşman kesilirsiniz, evladınıza bile, derdi. ….analık nedir ne bilirdi o , analık kadının içine tanrı tarafından konmuş bir ateştir, hayvanlarda bile varken o ateş, bizden neden çıksınmış, canavar sanıyordu bizi……sende sevgi var mı anana saygı var mı, derdim. “Asıl sorunumuz bütün ilişkileri, insanca bir düzeye ulaştırmak” derdi.”s. 91
“-Dost biliyorum seni, yanı sıra gelecek duyguları başından yasakladım kendime. Bu da benim ASIL OLANA” tutkum işte!” s. 133
“-Tabii değil, sen kimsin ki beni böyle yapasın! Sen benim tuvalde boyadığım bir noktasın ancak, bütünün içinde gözün göremeyeceği, seçilemeyen bir nokta! Ancak benim seçebileceğim bir nokta!” s.217
“Beriden vuran solgun ışık, yüzünün yarısını yok etmişti… Klan yarısı, esmer, uzun ve katı kesimiyle bir bekleyiş maskıydı sanki. Bu maskı; Doğunun yıllardır, belki de yüzyıllardır sabırla, sevgisiz dokuduğu özlemler, baş eğme, susma ve nefret kalın bir kabuk gibi kaplamıştı; ilk fırsatta bir bıçağın ucuyla dürtüldüğünde hemen düşecek donup kalmış bir kabuk. Evet geç de olsa gelecekti mutluluk, …” s.218
“Ne kadar da kurnaz diye tarttı için için, insanları severek, yücelterek alıyor avcunun içine…. En enez yanından yakalıyor adamı, ama nasıl da sevecen nasıl da candan, hiç yalanı yokmuş gibi söylüyor.
……
Yaşam buydu işte; yaşam, genç kızlığının kitap sayfaları arasında saklayıp kuruttuğu, arada bir açıp baktığı, o ince yerlerinden çoktan beri eriyip dökülmüş ak yasemin değildi, kirlenmeyi, pislenmeyi göze alarak, ayıpları, yasakları, sevinç ve acıları üstlenerek götürülmesi gerekiyordu yaşamın.Geçmişin uğultulu kapıları döne döne vurmaya başladılar, bir saatin saymayı unuttuğu, işlemeyi durdurduğu zaman dilimi canlanıp kımıldadı.” s. 220
“….Haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda sana doğru yolu gösterecek olan tek şey yüreğinde duyacağın o derin öfkedir. Kalıplaşmamış bir öğüttür öfke. Öfkelenmeyi bil oğlum, haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda öfkelenmesini bil.” s.221
“ Konuşmadan Geçen Bir Tren Yolculuğu, “O gitti, büsbütün mutsuz oldum; aradıklarımın tümünü bulmuşum onda meğerse –aradıklarım neydi bilmiyorum ama onda vardı- özellikle beni bırakıp gitmesi onda vardı.” s. 17


1 Mart 2020 Pazar

UZUN SÜRMÜŞ BİR GÜNÜN AKŞAMI



Yazar Adı: Bilge Karasu
Basım Yılı: 2004
Yayınevi: Metis Yayınları
Sayfa Sayısı: 138

     Bilge Karasu, “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı” eserinde 1970 yılında Sait Faik armağanını kazanmıştır. Arkaik bir zaman diliminde geçen kitapta yeni bir inancın topluma baskı ile dayatılmasını anlatır. Bireyin karanlık yanları ile uzlaşarak hesaplaşması ve bu süreç sonrasında aydınlanmasını ele alır. 


   İlk hikaye Ada, kahramanı Andronikos Bizans imparatorluğunun başkentinde bir keşiştir. İmparatorun buyruğu ile inancını değiştirmesi gerekiyordur Bunu kabul etmeyerek adaya kaçar. Orada leylekleri izler ve Tanrı inancını sorgular, İoakim’i düşünürken ilk hikaye biter. 
   İkinci hikaye olan Tepenin ana karakteri İoakim, Aventinus’un eteğine tırmanırken bazı olayları hatırlar, zamanında ertelemiş olduğu tüm düşünceleri ve hesapları bu akşam yapar. Eski Roma’dan kalan kalıntıları görür ve tapınağa girer. Bütün geceyi düşünerek geçirir. Andronikos’un hikayesinde öğrenemediğimiz bazı ayrıntıları İoakim anlatır. 
   Dutlar bölümünde Gıulia Pozzi’nin başından geçenleri karmaşık bir sırayla anlatır. 
   Yazar, eserine yerleştirdiği bazı kavram ve imgelerle yoğun bir anlam zenginliği yaratmıştır. Şiir tadında bir düz yazı. İlk iki hikayede dini inancın geçirdiği sarsıntılar, 3. Hikayede ise demokratik ve siyasal bir ümit ve inancın zaferi vurgulanıyor. Karasu’nun kitaplarında zaman düz bir çizgide ilerlemez, ani geçişlerle ve geriye ileriye bakışlarla şimdiden geçmişe veya olaydan düşünceye geçer. Başlangıçta bu anlatım okuru zorlayabilir. Fakat bu anlatıma alıştığınızda Karasu okumak tatlı bir duygu verecektir. İyi okumalar.
“Hep başkalarının varlığı gerek bu yalnızlığa “ s. 45
“İpi koptuğu yerden bağlamaya çalışmalı.
Denemeli, hiç değilse.” s.109
“Oysa bir şeyler kurmak için inanmalı insan. Her şeyden önce inanmalı.” s.10


KILAVUZ



Yazar Adı: Bilge Karasu
Basım Yılı: 1995
Yayınevi: Metis Yayınları
Sayfa Sayısı: 120

  Düşle gerçek arasında kısacık bir Karasu kitabı. Kafa karıştıran, Ee şimdi ne oldu dedirten bir eser. Küçük bir sahil kasabasında geçen uzun bir cümle yolculuğu. Anlamaktan çok dilin güzelliğine kendimi kaptırdım. Okuyun mutlaka.


“Bir yeri ağrıyanın karşısındaki çaresizliğimizi, anlamsızlığımızı hep biliriz. O kişi sevdiğimiz bir insansa büsbütün işe yaramaz görünür ellerimiz, sözlerimiz; çırpınıp dursak da…” s. 108
“Yaşlanmış olmanın iyi bir yanı var. İnsanın bir yaşam boyu gözettiği, o insanı bir yaşam boyu tanımlamış olan bir takım sınırlar, gerileyiverir, siliniverir… Önemsizleşiverir… O yaşlıya bakan gençler bu durumu “düşkünleşmek”, sırasında “kendini rezil etmek” diye nitelerler çoğu zaman… Oysa öyle değildir pek… “Düşmemek” belki bir süre daha önemli görünür yaşlıya. Sonra bu önemde yiter…Yitebilir…” s.104
“…. İnsan bulmuşken yitirmek istemez.” s.105
“…. Hastalığım olsa olsa bu duygunun nesneleşmesi.” s.87
“Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır.” s.87
“Goya “El suefio de la razon…” yazısını taşıyan resim bu… "usun uykuya dalması canavarlar üretir” diyordu resmin altında Goya,” s.79
“Sevgi-sevgisizlik diyerek kendi kendine sorduğun soruları bana açtığında, kendini yeterince sevgi gösterememekle, sevdiğini sandığın, düşündüğün halde bu sevginin gereğini, sırası geldiğinde yerine getirmekle suçlamıştın…..
  Kişilere, nesnelere, kendine bağlanırsın, bir gün bunlardan da koparsın da. Gerekeni yapmadığını düşündüğünde haklısındır, değilsindir, bilinemez ama o anda kopmuşluğunu yaşıyorsundur belki. Kopmuşluk ölümde demektir. Bir ölümü yaşarken –ya da beklerken- bağını öldürmen, duyacağın acıyı azaltmak istediğinden ileri geliyor da olabilir. “İkimizle ilişkili kararlarını kendi kendine veren bir sevgili karşısında; çekilmekten de başka çıkar yol bulamadım” Kırıldığın gücendiğin için yaptığını sanmış olabilirsin bunu. Bana sorarsan kendini savunuyordun daha çok acıyı daha çok duymamak için; sevgiyi kendi elinle azaltmaya, koparıp yolmaya  kalkıyordun…Bir şeyleri silerek bir geçmişin yükünü yeğnileştirmek, azaltmak… O ölçüde de kim bilir geleceğini biraz olsun özgürleştirmek …Öyle kopuşlar güçtür, izi kalır; kopmaya kalkmak kendini de parçalamaktır. Bir yanıyla…” s.48