Yazar
Adı: Ahmet Hamdi Tanpınar
Basım
Yılı: 2000
Yayınevi:
Dergah
Sayfa
Sayısı: 391
Ahmet Hamdi Tanpınar, 1901 doğumludur.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesini 1923 yılında bitirdikten sonra lise
ve Yüksek okullarda öğretmenlik yapar. 1942-46 yıllarında Maraş Milletvekili
olarak görev yapmıştır. Yazınlarında Fransız edebiyatından etkilenmiş, müzik ve
resim sanatlarını kullanarak şiirsel “rüya estetiği” kavramını eserlerine
yansıtmıştır. “Bursa’da Zaman” adlı ünlü şiiriyle geniş kitlelere ulaşmış
şairimizdir. Düz yazılarında psikanaliz, bilinçaltı, zaman kavramı ve an teması
üzerine yoğunlaşır.
Eserlerini analiz edebilmek için Edebiyat
fakültesini bitirmek isterdim. Türk edebiyatının en büyük ustasıdır.
Edebiyatımızın Dostoyevski’si, Balzac’ı dır. Tanpınar, sanki hep çile çekmiş,
hayatı boyunca hiç anlaşılmamış, Baudelaire, Rimbaud, Valery okumuştur. Ömer Seyfettin
gibi kim olduğu bilinmeden cesedi kadavra olarak kullanılmış biri değildir. Hayattayken
ilgi ve takdir görmüş, hocalık dönemlerinde de çapkınlık yapmış biridir.1962’de
geçirdiği kalp krizi nedeniyle vefat etmiş, Aşiyan Mezarlığında Yahya Kemal’in
yanı başına defnedilmiştir. Mezar taşında, kendi dizeleri olan “Ne içindeyim
zamanın / Ne de büsbütün dışında” ifadeleri yer alır.
Huzur kitabı, huzurdan çok huzursuzluk veren
biraz da Tanpınar’ın romanda kahraman
olarak gezdiği kitabıdır. Orhan Pamuk’un Kara Kitap, Oğuz Atay’ın
Tutunamayanlar, Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytanında kokusunu
duyabileceğiniz muhteşem kitap. Ben romanla ikinci kez buluşmak istedim. Tekrar
tekrar okundukça insanı başka türlü etkileyen bir roman, her karakteri başka
güzel.
“Her
düşüşün altında bir başkası vardır ve herkes kendinin mezarıdır.” der romanın
nihilist karakterlerinden Suat.
Roman, İkinci Dünya Savaşının başlamasından
1 gün önce başlayıp savaşın başladığı gün sona erer. 1 günlük zaman dilimini, kitabın
1. Ve 4. Bölümlerinde anlatılır. 2. Ve 3. Bölümlerde ise yazar 1 yıl öncesine
gider, geçmişteki olayları o güne bağlayan gelişmelere yer vermiştir.
Karakterlerin çoğu yaşamda aradığını bulamamış, bunalım içinde olan, hastalıklı
insanlardır. Huzursuzluğun içinde huzuru
arayanlar, ızdırap, mutsuzluk, hüzün, aşk gibi temalar işlenmiştir. Bu yüzden
Tanpınar’ın düşünce dünyasını anlamak bakımından temel bir eserdir.
Öykü, Mümtaz ve Suat’ın, Nuran'a olan
aşklarını merkez alır. Mümtaz ve Nuran birbirlerini severler ve evlenmeyi
düşünmektedirler. Ümitsizliğe düşen Suat ise kendini asarak intihar eder. Bu olay sevenleri ayırır. Mümtaz’ın iç
dünyası yıkılır. Mümtaz’ın hayatı varoluş sorununa çare arayarak geçer. Mümtaz zayıftır,
duygusaldır, fiziksel açıdan özgür bir birey fakat eylemsel açıdan toplumun
kölesidir. Mümtaz karakterinin Türkiye’yi temsil ettiği söylenir. Doğu-Batı,
Duygu-Mantık arasında bocalayan bir karakter. Nuran, özlemleri ve sorumlulukları
arasında kalmış bir yandan aşkı yaşamak ister, diğer yandan içindeki ebeveynlik
arasında kalır. Hepimizi temsil eder. Suat, nihilisttir, batıyı temsil eder,
varoluş arayışındadır. İhsan, toplumcudur, milliyetçidir. Doğuyu temsil eder.
Doğu-Batı çatışması karakterler üzerinden
anlatılır. Cumhuriyet dönemi ile 2. Dünya savaşı öncesinde yaşadığımız
toplumsal buhranlar çok iyi analiz edilmiştir. Aydınların içsel çatışmaları,
huzuru aramaları, kendi içlerindeki çelişkiler, inanç ve tanrısızlık anlatılır.
Huzur bir aşk romanı değildir. Psikoloji ve
fikir romanıdır. Ayrıca Türk musikisinin bir ağırlığı vardır. Çok derin ve
anlamak için donanım gerekiyor. Dili ağır, okunması güçtür. Derinliğini fark
ettiğinizde ona hayran oluyorsunuz. Müziği, resmi, rüyaları ve nesneleri
romanın içine metafizik olarak katan Tanpınar çok kıymetli bir hazine
bırakmıştır. Mutlaka okunmalı.
Ahhh!
İstanbul kutsal şehir, romanda bir karakter olarak karşımıza çıkar. Nefis İstanbul
tasvirleri mevcut.
“Hayat,
ölümün şerefine yazılmış bir kasideden başka bir şey değildir.”
“Fakat
Mümtaz o yaz, insan ruhunu olduğundan çok hür sanıyordu. Her an kendimize sahip
olabileceğimize inanıyordu. Bu demektir ki hayatın gafiliydi.”
“Vücutlarımız,
birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir.
Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek
bir ruh olarak çıkmaktır.”
“Halk
hayatın kendisidir. Hem manzarası hem tek kaynağıdır. Halkı hem sever hem
tadarım. Bazen bir fikir kadar güzel bazen tabiat kadar haşindir. Orada her şey
büyük ölçüdedir. Çok defa büyük denizler gibi susar. Fakat konuşacağı ağzı
bulunca da…”
“Onların
meseleleri için kan dökmek hoşuma gitmiyor. Avrupa tehlikede imiş. Bana ne! Biz
tehlikedeyken o düşündü mü? Balkan harbinde bir kere felaketi önlemeyi aklına
getirdi mi? Asırlardır bize soğukkanlılıkla ameliyat yaptılar. Kestiler,
biçtiler. Birkaç asırlık topraklarımızdan ot gibi söktüler. Sonra pirinç tarlasına
havuç eker gibi yerimize başka milletler ekildi. Bunları yapan Avrupa değil
miydi? Hitler’i bugünün meselelerini Avrupa beslemedi mi?” s.350
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder