28 Eylül 2018 Cuma

BEYOĞLU’NUN EN GÜZEL ABİSİ



Yazar Adı: Ahmet Ümit
Basım Yılı: 2013
Yayınevi: Everest
Sayfa Sayısı: 412

   “Karanlık sokağın, bu yıllanmış semtin, şehrin debdebeli günlerinden kalma bu yaşlı mahallenin, ömürlerini çoktan  doldurmuş bu evlerin, çürümüş mezar taşlarını andıran duvarlarında yankılanan ayak sesleri…” s:2


   Ahmet Ümit’in Beyoğlu tasviriyle başladım. Betimlemelerini çok beğendiğim bir yazar oldu.
 Kitabımız, bir zamanlar İstanbul’un en gözde yeri olan Beyoğlu’nun hazin hikayesi. Olay, yılbaşı gecesi işlenen bir cinayetle başlar. Ana karakterimiz Baş komiser Nevzat ve ekibi Ali ve Zeynep görev başındadır. Tarlabaşı’nın arka sokaklarında bulunan yakışıklı bir erkek cesedi ve arkasındaki karanlık sırlarla devam eder.
   Bir cinayet soruşturmasının yanı sıra Gezi parkı olayları,tinerci çocuklar da kitapta güzel bir kurgu ile bahsedilir. Bu da hikayeye ayrı bir inandırıcılık katıyor. Yazıldığı dönemle yakın ilişkili bir roman.
 Yazar, Beyoğlu’nun arka sokakları olarak bildiğimiz Tarlabaşı’ndaki hayatı ve burada yaşanan gerçekleri, kentsel dönüşüm, rant kavgaları, travestilerin hayatı, kadına şiddet, doğa savunucuları, töre gibi konulara da değinerek sosyal bir kitap yazmış. Yelpazeyi geniş tutmuş fakat konudan konuya hızlı geçişler olmuş. Cinayet beklenen heyecandan uzaklaşmış gibi olmuş.
  Ayrıca Ahmet Ümit, kendisine “meraklı yazar komşu” karakteriyle ve kitaplarıyla yer vermiş. Kitaba hoşluk katmış. Burada kendini de tatlı tatlı eleştirmiş.
  “Ne yazmış olabilir ki? Cinayetleri allayıp pullayıp kelimelere döküyor işte.” s:229
  Romanın akıcı bir dili var. Yabancı kelime ve kavram fazla kullanmamış. Sade bir dil kullanmış, süslü ve sanatlı bir anlatım yoktu. Gösterişli cümleler yerine kısa anlaşılır cümleler tercih edilmiş. Hem sizi sürükleyecek, hem de hikayenin bir parçası haline geleceksiniz.
  İyi okumalar.


23 Eylül 2018 Pazar

KIRLANGIÇ ÇIĞLIĞI



Yazar Adı: Ahmet Ümit
Basım Yılı: 2018
Yayınevi: Everest
Sayfa Sayısı: 398

   Ahmet Ümit’in yazdığı son kitabı benim de okuduğum ilk kitabı. Ahmet Ümit, önde gelen polisiye yazarlarındandır. Ben ilk kez bu romanını okudum. Polisiye, gerilim ve macera romanlarında Grange’nin üzerine kimseyi tanımam.


   Romanda sağlam bir polisiye kurgunun yanında derin sosyolojik ve psikolojik çözümlemeleri var. Çok araştırıyor sanırım, akıcı yazıyor ve yazdığını da okutmayı biliyor. Polisiyede Türkiye’nin en iyi yazarıdır.
   Kırlangıç Çığlığı kitabında Suriyeli mültecileri ve çocuk tacizi konularını ele almış. Şu an ki gündeme oldukça paralel bir kitaptır. Kitabımızın başkarakteri yazarın diğer kitaplarında olduğu gibi baş komiser Nevzat’tır. Bir gün bir cinayet ihbarıyla gittiği olay yerinde eski bir hatırayı anımsar. Bu hatıraya göre 2012 yılında bir seri katilin işlediği cinayetlere benzer bir cinayet vardır. Baş komiser Nevzat ve ekibi şimdi yeniden ortaya çıkan katilimizin peşine düşerler. Bir yandan da Suriyeli göçmenlerle ilgili yeni gerçekleri öğrenmeye başlamışlardır. Bu iki olayın peşinden giderken benzer pek çok cinayetler karşılarına çıkar.
   Yazar, ülkemizin kanayan yaralarına dokunuyor. Okurken bir yanınız suçu işleyenlere öfkelenirken bir yanınız onları anlamaya çalışıyor. Kitabı okurken bu iki duyguyla savaşmaya başlıyorsunuz. Kitap bitince size sadece öfke kalıyor.
   Ahmet Ümit suçu dünyaya atıyor. Hepimizin birbirimizin cehennemi olabileceğini söylüyor. Bir çocuğun cehennemi, kendini istismar eden adam olabilir mi?
  ”Kimsesizlik, korkunç bir şey baş komiserim. Annen baban yoksa çocukluk korkunç bir şey. Birileri sana ilgi göstersin istiyorsun, birileri seni sevsin, birileri seni takdir etsin istiyorsun. Bir insanın sana neden sevgi gösterdiğini anlayacak tecrüben yok. O gülen gözlerin, o tatlı sözlerin, şefkatli dokunuşların arkasında nasıl pis bir arzu yatıyor bunu fark edecek tecrübeye sahip değilsin. Sana iyi davranan bir yetişkin hemencecik kazanıyor kalbini. Üstelik bu kişi kaldığın yurdun müdürüyse…” s. 183
   İç savaştan kaçan insanların cehennemi onların organlarını çalanlardan başka kim olabilir?
   Tam bu noktada kitap kapağındaki soruyu da sormak gerekiyor.
   “Vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem?”
   Kitap sadece bir cinayeti anlatmıyor. Her karakterin bu ülkeye bir mesajı var. Birbirimizin cehennemi olmaktan vazgeçmeliyiz.
   Suriyeli mülteciler, göç sırasında kendilerini kırlangıçlara benzetirler. Kitabın adı o yüzden Kırlangıç Çığlığı sanırım.
  ”Sevinç çığlığı değil bunlar acı dolu haykırışlar. Kırlangıçlar göçmen kuşlardır. Çok hızlı uçarlar. İşte o göç sırasında yüzlerce kırlangıç fırtınaya yakalanıp ölürlermiş. Göçü başarıyla tamamlayan kırlangıçlar, geldikleri ülkenin sıcak gökyüzünde uçarken, yollarda kaybettikleri arkadaşlarını anımsar acıyla ve öfkeyle böyle çığlıklar atarlarmış.” s.289
   Kitabın kapak tasarımı da romanın bir yansıması gibi olmuş Diyalogları biraz sıkıntılı. Karakterler fazlasıyla kendilerini tekrar ediyorlar. Sürükleyici bir cinayet romanı okumak isteyenlere tavsiyemdir. Hayatta kalabilmek için insanların neler yapabileceğini okuyorsunuz. İnsana dair bir roman olmuş.


12 Eylül 2018 Çarşamba

BEN ROBOT



Yazar Adı: Isaac Asimov
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: İthaki
Sayfa Sayısı: 238
   Isaac Asimov, 1920 Rusya doğumlu Amerikan vatandaşı, bir kimya profesörü ya da bilim adamıdır. Aynı zamanda bilim kurgunun üç büyük ustasından biri. Orjinal adı “I Robot “ olan ve “Ben Robot” olarak Türkçeye çevrilen kitap bildiğimiz robot öykülerinden oluşan antoloji kitabıdır. 1950 yılından yayınlanmıştır.


   Yazar,1939‘da robot hikayelerini yazmaya başlamıştır. Elektronik bilgisayarlar o zamanlarda henüz icat edilmemişti. Yani “elektronik” kulağa fütürist gelmiyordu. Atom altı parçacığı olan “pozitron” dört sene önce keşfedilmişti. O yüzden robotlarını pozitron beyinlerle donatmıştı. Hikayelerine de “pozitron robot serisi” adını verdi.
   Asimov, robotlarından metafor yaratmayı reddetmişti. Robotlar insanlığın kibrini, azınlık grupları temsil etmiyor. Onlar üzerinden Yahudiler, Siyahîler ve toplumun mağdur bireylerine dair Ezopvari çıkarımlar yapmaya niyetli değildi. Sadece bir robot kitabı olsun istedi.
   Örneğin, kitabın ilk öyküsünde adı geçen Robbie yani çocuk bakıcısı olarak dizayn edilmiş bir insansı robot. Bir çocuğun arkadaş olarak ihtiyaç duyacağı her özelliğe sahip koruma içgüdüsü, insan duygularını tespit etme yeteneği, tükenmez bir oyun oynama isteği ve daha fazlası özelliklere sahip. Tabiki küçük kız robotu çok sever çevresindeki diğer çocukları tanımak ve insani ilişkiler, artık onun için önemli olmamaya başlar. Bu hikaye çok ilgimi çekti. Ve yazar bu hikayeyi 9 yaşında yazmış.
   Kitaptaki diğer; Mantık, Kaçış, Tavşanı Yakalamak, Kovalamaca hikayelerinde Michael Donowan ve Gregory Powell adlı iki mühendis karakter vardır. Karmaşık robot dünyasının arka planlarını tasvir ederler.
   Mantık hikayesinde Cutie adlı robot bu iki mühendisi odaya hapseder ve istasyonun tüm kontrolünü ele geçirir. Burada müthiş bir gerilim hissediyorsunuz.İstasyonun görevi, dünyaya doğru yola çıkan dev elektron fırtınalarını durdurmaktır. Burada Asimov’un zeka manevrasıyla ters köşe oluveriyor okuyucu.
   Vahim sonuçlarda çıkabiliyor. Cutie (robot) onu dönüştüren sahibinden “Efendimiz” olarak bahsediyordu. Diğer robotlarda “Efendimizden başka bir efendi yoktur ve QT-1 onun elçisidir.” diyordu. Mühendisler bu durumu çözemiyorlardı. Dünyanın en yüksek bütçeli robot projesi kaçık peygamber oluşturmuştu.
   Fakat neye inandığının ne önemi vardı ki? Robot yeterince fonksiyoneldi. Çarpık inanışları bir sorun teşkil etmiyordu. Hatta orada otonom bir yönetim olması Dünyanın çıkarına bir durumdu. QT-1 montajı yapıp şu “Efendi Kültlerini” orada da yayabilirlerdi.
   Böylesine karmaşık bu kadar zor bir konuyu edebi şekilde, ilgi çekici bir atmosferle ancak zeka ve ustalığı sayesinde Asimov anlatabilirdi.
   Susan Calvin, robot psikoloğudur. “Ben Robot” esasen emekli olmuş 75 yaşındaki Calvin’in anılarından ibarettir. Kimi öykülerde fiziksel olarak karşımıza çıkar. Öykünün anlatıcısı olarak başlıyor sonrasında tüm bu olaylara şahit olan bir psikolog karakterinde kitaba giriyor.
   Bilim kurguyla ilgilenen herkes tarafından rahatça ve keyifle okunabilecek bir kitaptır. Akıcı bir anlatımı var. Dili sade ve anlaşılır. Acilen alınıp olunması gerekir.
  ”Eğer günün birinde Kamu idareciliği yapabilecek bir robot üretilse, Robotbilim Kanunlarına göre, insanlara zarar veremez, tiranlık edemez, rüşvet almaz, ön yargılı davranmaz, saçma sapan kararlar çıkartamaz. Ölümsüz olsa bile, dönemini başarıyla tamamlar, görevini başkasına teslim eder.” s.205


7 Eylül 2018 Cuma

GÖLGELER



Yazar Adı: Zülfü Livaneli
Basım Yılı: 2018
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 106

  Zülfü Livaneli; romanları, fikirleri ve müziğiyle dünyada övgülerle karşılanan bir sanatçımızdır. Edebiyat ve sinema alanlarında da ödülleri olan büyük usta. Eskiden beri Livaneli okurum. Kitaplarının çoğunu okudum. Gölgeler kitabı, yazarın Konstantiniyye Oteli adlı kitabının bir parçasıymış.


    Livaneli, Gölgeleri şehrengiz tarzını okuyuculara hatırlatmak için yazmış.
    Şehrengiz: Divan yazınında bir kentin güzelliklerinin, kadın ve erkek güzellerinin anlatıldığı koşuk yapıt. (TDK)
   Kitap, İstanbul’la ilgili 15 kişinin yazılarında kullandıkları müstear isimleri ile yazdıkları yazılardan örnekler veriyor. En değerli şairler, yazarlar ve düşünürleri bir araya toplayıp buluşturuyor. Akademik bir makale değil. Müstear isimleriyle konuşturup, öyküleştirmiş. Yani asılları değil, gölgeleri var. Hem varlar, hem yoklar. Fotoğraflarla da içerik çok güzel betimlenmiş. Şiirler de büyüleyici. Halide’yle, Cemal Süreya’nın dans ettikleri resim şahaneydi. Resimli bir kitap (Aykut Aydoğdu’nun resimleri)
   Yaşar Kemal’in dediği; “kimi polis korkusundan, kimi geçim derdinden kimi de utangaçlıktan kendine gölgeler yaratıyor.” S.61 Kitabı okuduktan sonra bizimde bıraktığımız gölgeler olduğunu düşündüm.
    Mustafa Kemal Atatürk kitaba ilk Halide Edip Adıvar’la konuşarak karşımıza çıkıyor. Sonrada Orhan Kemal’in konuşmasından sonra çıkıyor. Asım Us müstearını, hükümete muhalefet yazılarını yayınlarken kullandığını öğreniyoruz. O dönem fikir ayrılığına düştüğü İsmet İnönü’ye yazılar yazmış. O sırada sözü Avni Mahlasıyla bilinen Fatih Sultan Mehmet’e bırakıyor.
   Nazım Hikmet’te gölge kalabalığına Orhan Selim ile katkıda bulunmuş. Orhan Kemal’i “Mavi Gözlü Dev” şiiriyle duygulandırmış.
 Mehmet Ali Sel (Orhan Veli Kanık) kendi kendine mırıldanır.”Gölgeler “kral çıplak” diye bağıran cesur yüreklerdir.” s.73
   Cemasef, edebiyatımızın çapkın abisi olarak bilinen Cemal Süreya, soyadından nasıl “y” harfinin silindiğini anlatıyor kalabalığa.
   Ve Ülkü Tamer çıkıyor son olarak karşımıza 1 Nisan 2018 de kaybettiğimiz yazar! Dağılmak üzere olan kalabalığa koşarak yetişiyor. Reşat Nuri Güntekin (saksağan) ona kendi müstearının hikayesini anlattırıyor.
    Kitabın genelinde hüzün hakimdi. Livaneli, büyük ustalara saygı duruşunda bulunmuş. Bize kaybettiğimiz değerlerimizi hatırlatıyor. Keşke daha çok değerli üstatlar girseydi kitaba. Tadından yenmezdi.
   ”Hem varsınız hem yoksunuz gerçekte yoksunuz ama üzülmeyin, edebiyat tarihinde varsınız.”