23 Nisan 2018 Pazartesi

SİNEKLERİN TANRISI



Yazar Adı: William Golding
Basım Yılı: 2001
Yayınevi: Türkiye İş Bankası
Sayfa Sayısı: 261

   William Golding’in 1983 yılında Nobel Edebiyat Ödülü alan, filmi de çekilen modern klasiklerdendir. Golding 2. Dünya savaşından önce ve sonra öğretmen olarak çalışmıştır. Savaş sırasında da Normandiya Çıkartmasında subay olarak görev yapmıştır.


   Sineklerin Tanrısı, ıssız bir adada kalan çocukların serüvenini anlatan, küçükler için yazılmış bir roman gibidir. Çevirisini yapan Mina Urgan “roman demek yersizdir çünkü bu kitap bir roman değil bir alegoridir. Yani simgesel anlamları olan bir öyküdür.” der.
  Savaş zamanında, çocukları korumak için uzakta bir yere gönderirler. Fakat çocukları götüren uçak düşer, çocuklar ıssız bir adada mahzur kalırlar. Başlıca 4 çocuk vardır. Kitapta, çocukların adaya uyum sağlamaları ve birbirleri ile olan iletişimleri anlatılır.
 “Oynamak hoştu ve yaşamları öylesine dopdoluydu ki, umuda gerek duymuyorlar, umudun ne olduğunu unutuyorlardı, o sırada.”say:35
   Ralph, umudu olan, güçlü, güzel ve zekidir. Domuzcuk, kitap boyunca gerçek adının ne olduğunu öğrenemeyiz, şişman, kör denecek kadar miyoptur. Bundan dolayı diğerlerinden ayrılır. Çok zekidir, aklın ve sağduyunun sesidir. Çocukların durumunun korkunçluğunu gerçekçi bir gözle görür. Simon, daha barışçıl ve insaflı bir çocuktur. Jack, doğuştan lider havası olan, kendinden başkasını hor gören, zorbaca baskıya inanan, küçük bir faşisttir.
  Burası bir adadır. Kimse çocukların burada olduklarını bilmemektedir. Bir çaresini bulmaları için örgütlenmeleri gerekir. Domuzcuk’un önerisi üzerine Ralph, bir deniz kabuğunu boru gibi öttürerek çocukları toplantıya çağırır. Bunu elinde tutana söz hakkı verilir yani düşünce özgürlüğünün bir simgesi olur. İdeal bir lider özellikte olan Ralph’i oy birliğiyle lider seçerler. Bu karara Jack karşı çıkar. Aralarında rekabet ve iktidarı ele geçirme savaşı başlar. İlk toplantılarında önemli kararlar alınır. Gene Domuzcuk’un önerisiyle barınaklar yapılır, açıktan geçen gemilere işaret vermek üzere dağın tepesine ateş yakılır. Ateş kurtuluşun ve umudun sembolüdür. Simon ve Ralph barınak yapmak için uğraşır, Jack et yiyebilmek için ava çıkar. Avcıların lideri olur. Farkında olmadığı halde gerçek amacı bir canlının kanını dökmektir. Ona hizmet etmedikleri sadece meyve yeyip oyun oynadıkları, geceleri korkudan ağladıkları için 6-7 yaşındaki küçükleri yaşamaları gereksiz yaratıklar olarak sayar..
    Domuzcuk Jack’e beni Domuzcuk olarak çağırmasınlar der. Jack arkadaşlarına onu Domuzcuk olarak tanıtır. İlk güvensizlik ortamı bu noktada oluşur. Günümüz dünyasında da “akran zorbalığı” kavramı bunu devam ettirir.
    Jack’in zorbalığı öylesine korkunç boyutlara varır ki Sineklerin Tanrısı egemen olmuş gibidir. Mina Urgan bu durumu faşistlerin aydınlık kafalara duydukları kinin belirtisi olarak ifade eder. Fakat Simon’un akıl yolundan hiç şaşmayan mistikliği, Domuzcuk’un ölmeden önce kabileye meydan okurcasına uygarlığı savunması, karanlık güçlere karşı sonuna kadar direnen Ralph’in yiğitliği, bize kötülüğü yenmenin yolları olduğunu anlatır.
  Ralph, mantığı temsil ederken Jack,vahşi dürtüleri temsil etmektedir. Mantık mı, vahşi dürtüler mi? Demokrasi mi, Diktatörlük mü? Hangisi kazanır.
   Başlangıçta bir cennet olan bu ada bir yangın yerine döner. 6-12 yaş arasındaki çocuklar, uygar dünyanın baskısından kurtulunca nasıl böylesine vahşileşebilir, kan dökecek kadar acımasız olabilir. Kitapta, çocukların bir melek olmadığını onlarından insan olduğunu görüyoruz. Bu yüzden aileler ve eğitim kurumları iyiliği geliştirmeyi öğretirler. Uygarlığın amacıda budur. Keyifli okumalar…


20 Nisan 2018 Cuma

Sevgili Arkadaşlar
Felsefe okumalarıma ara verip,modern klasikler dizisine başlıyorum.Haftaya "Sineklerin Tanrısında" buluşmak üzere...

13 Nisan 2018 Cuma

CAHİL HOCA



Yazar Adı: Jacques Ranciere
Basım Yılı: 2014
Yayınevi: Metis
Sayfa Sayısı: 137

   “Bütün insanların zekası eşittir” diyen Cahil Hoca, 1830’larda Hollanda ve Fransa’da skandal yaratan Joseph Jacotot’un hikayesini anlatır. Hocanın meziyeti cehaletidir.

  Jacotot insanın bilmediğini de öğrenebileceğini kanıtladı. Öğrenciler Fransızca konuşmayı ve yazmayı kendisinin yardımı olmaksızın öğrenmişlerdi, olgu buydu. Her türlü akıl yürütmenin olgulardan yola çıkması, onlara teslim olması gerektiğini düşünürdü. Yürüyerek, hareketi kanıtlayan Descartes.
   Öğrencileri bilgiye boğmamak, papağan gibi tekrarlatmamak gerektiğini biliyordu. Bu tekrar bir tek yetilerini geliştiriyordu. Hafıza. Günümüz sınav sistemi de ezber ve hafıza üzerinedir.Halkı aptallaştıran asıl unsur öğrenimsizlik değil zekasının aşağı olduğuna duyduğu inançtır., der yazar. İnsan daha az zeki olduğu için başarısız değildir, bu daha az çalıştığı daha az dikkat ve özen gösterdiği anlamına gelir. Demek ki başarmak için tek gereken istemektir. Pedagojinin miti dünyayı ikiye böler. Aşağı zeka, üstün zeka. Küçük çocuğun ve halktan insanın zekası aşağı zekadır!
   Şaşırtıcı bir hikaye, eğitim üzerine özgün bir hikaye hem de zekaların eşitsizliğini ve bilgi hiyerarşisini bahane eden toplumsal eşitsizlik tasavvurlarına önemli eleştiriler getiriyor. Okunabilecek en muhteşem kitaplardan biri. Her paragrafı bir kitap değerinde. Dil biraz felsefi gelebilir, akıcı değil. Çeviriden kaynaklı bazı sözcükler karmaşa yaratabiliyor. Başta sıkıldım fakat kitabın sonlarına doğru düşünceler kafamda oturdu. Hatta kitabı iki kez okudum.
 “Zihnin, irade ve zekanın birleşmesinden iki temel kip tanıdığını görmüştük: Dikkat ve dikkatsizlik. Nitekim kimi filozof ve teologlarda ilk günahı bir dikkatsizlik olarak açıklıyorlardı. Kötülük namevcudiyetten başka bir şey değildir. Dikkatsiz niçin dikkat edeceğini anlamaz. Dikkatsizlik öncelikle tembelliktir, çabadan geri durma arzusudur. Tembelliğin ilkesi küçümsemedir. Bu küçümseme kendini alçak gönüllük gibi sunmak için uğraşır. Yok yapamam der, öğrenme işinden kaytarmak isteyen cahil. Kendini küçümseme her zaman için aynı zamanda başkalarını küçümsemedir. Devam etmesine izin verirseniz, başkalaşım sonunda gerçekleşir, alçak gönüllülük kaşla göz arasında kibre dönüşmüş olur.” Say:81
  “Takipçileri, zihinsel özgürleşmenin amentüsünü yazdırmıştı: “İman ettim, Tanrı insan ruhunu, kendi kendini hocasız olarak eğitmeye kadir olarak yaratmıştır.” Tabi mezar taşına bile böyle şeyler yazılamazdı. Birkaç ay sonra mezar taşı saldırıya uğradı.”say:136
“İnsanlar birbirlerini eşit görseydiler eğer anayasa kısa sürede yapılırdı.” Say:76
  Kitap içinde o kadar çok bilgi var ki, yüzlerce alıntı yapabilirim.
   Öğrenme ve öğretme sistemiyle ilgili sorgulamalara gidebilirsiniz, toplumun eğitimi dayatma sürecini, devletlerin maniplasyonlarını çok net biçimde görebilirsiniz. Zihin açıcı cümleleri var.
Okuyun diyorum. Özellikle öğretmenlerin ve eğitimcilerin mutlaka okumasını isterim. “Ölü Ozanlar Derneği” filmini de tavsiye ederim.


6 Nisan 2018 Cuma

SİMÜLAKRLAR VE SİMÜLASYON



Yazar Adı: Jean Baudrillard
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Doğubatı
Sayfa Sayısı: 212

     SİMÜLAKR: Bir gerçeklik olarak algılanmak isteyen görünüm.
   Baudrillard, radikal ve ayrıksı düşünceleriyle Batı toplumundan yayılan krizi haber verir. İncelediği konu olağanüstü çekici bir konu. Bilgisayar simülasyonları bana hep büyüleyici gelmiştir.



   20. Yüzyılda gazete, dergi, radyo, TV nin hızla yayılmasıyla görsel medya günlük hayatımıza hakim olmuştur. Daha sonra bilgisayar oyunları, internet, akıllı telefonlar toplumlar üzerinde değişimlere yol açmıştır. Kitle iletişim araçları ve eğlence ürünleri vasıtasıyla insanlar gerçeklikten koparak sanalın içinde kaybolmuştur. İnsanlığın içinde bulunduğu bu duruma kafa yoran fikir adamlarından biridir. Jean Baudrillard’dır
   1970’li yılların başlarında teknolojinin etkisi altına giren modern dünyada; politikanın, ekonominin, kültürün ve gündelik hayatın yapısının tamamen değiştiğini ifade eder. Batı uygarlıklarını eleştirmek modern dünyanın değişimlerini anlatabilmek için “simülasyon” kavramını ortaya atar. Bu kavram sonraları kurama dönüşür. Baudrillard, gerçekliğin, kapitalizm ve teknoloji tarafından emilerek başka bir gerçekliğe “hipergerçek”liğe dönüştüğünü savunur. Bu durumda gerçek olanla olmayan arasındaki fark kalkmıştır. Bunun yerini “simülasyon” ve “simülakr” almıştır. Simülakr taklit değildir, gerçeğin kendisidir.
Günümüzde teknolojik bir terim olarak kullanılan simülasyon, Baudrillard düşünce dünyasında toplumsal, politik, kültürel ve ekonomik alanı kapsar.
TV ekranlarında yapılan bunca konuşma, açık oturum, tartışma programları vb birer demokrasi simülakrlarıdır. Körfez Savaşı ve Vietnam Savaşının gerçekte yaşanmadığı bir simülakr olduğu tezini de ortaya atmıştır. Simülasyonun ulaşabileceği en üst aşamanın adı, nükleer tehlikedir. Paradoks yani bombalar tertemiz nesnelerdir. Sahip oldukları tek kirletici özellik patlamadıkları zaman çevreye saçtıkları bir güvenlik ve denetleme sistemidir.
   Tarihte caydırma, soyutlama, insanları birbirinden kopartma ve yerlerinden yurtlarından etme rolünü üstlenen ilk düzen kapitalizmdir. Kapitalizm sayesinde insanlar bir özgürlük simülasyonu içersine girdiler. Bu duruma da postmodernizm bir öneri getiremedi. Sadece eleştiride durdu. Evrensel ilkelerde buluşma olmadı. Herkesin kafasına göre bir şey ifade ettiği ama bir şey söylenmeyen bir dönem oluştu.
   Bilim kurgu tarzında sosyolojik bir kitap. Okuyup geçilecek bir kitap değil, altını çizerek üzerinde düşünerek ilerlenmesi gerekiyor. Sağlam vakit ayırıp derinlemesine inceleme istiyor. Orijinal, kendine has üslubuyla günümüze eleştirel bakan bir kitap. Modern felsefenin önemli eserleri arasında geçer. Okunması zor bir yazar. Kendine özgü kavramlar üretmiş, gerçekten güzel tespitleri var. Hayata bakış açınızı değiştirecek bir kitap. İyi okumalar.