27 Aralık 2017 Çarşamba

İSTANBUL'UN BİR YÜZÜ

İSTANBUL’UN BİR YÜZÜ

Yazar Adı: Refik Halid Karay
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: İnkılap Yayınevi
Sayfa Sayısı: 197

            Cumhuriyet, öncesi ve sonrasında insanların değişimleri kısa hikayeler ve faklı karakterlerle anlatılmıştır.



      Kitaptan birbirinden bağımsız birçok olaydan bahsedilmektedir. İsmet (romanın anlatıcısı ) çocukluk arkadaşı Kani'nin nasıl zengin olduğunu feedbacklerle bize anlatır. ( Kitabın karakterleri savaş zenginidir. Her türlü zorbalığı yaparak çok ciddi makamlara gelmiş, servet edinmiş insanları anlatır.)
        Abdulhamit Dönemi paşalarından Fikri Paşanın konağında bir hizmetçi olan İsmet’in yazdıklarını okuruz. Konakta sade, huzurlu, asil bir hayat sürerken, savaşlar patlak verir. Savaşla birlikte vurgunculuk, talan, şatafat düşkünü insanlar, ayağa düşenler, kalkanlar, değişen eğlence anlayışları, konak yaşamlarındaki artan ahlaksızlıklar… Zengin olmak, önemli bir mevkiye gelmek için, her türlü yola başvurulabileceğini anlatır. Kitapta daha çok ekonomik ve sosyal değişimin toplumun değişik kesimleri üzerindeki etkilerinin tasvirlerini okuruz. Savaş zenginleri, karaborsacılar, vurguncular, İttihat ve Terakki'nin adamları yani İstanbul’un bir yüzünü anlatır. Tasvirlerinde halk yoktur.
        Yazar eski İstanbul’a olan özlemini yani 1908 öncesini, son satırlarında anlatır:
       “Ben İstanbul’un , eski İstanbul’un, o şahsiyetli ve güzel İstanbul’un iç yüzünü afacancasına tanıyan bir evladıydım; onu ben ne iyi anlardım…Sanki o da bana ayrıca , herkese yaptığından fazla yüreğini açardı.
        İşte ben bu pek iyi tanıdığım ve pek çok sevdiğim vücudu kaybettim. Ona yanıyorum, onun hasretini çekiyorum !
                                                       Bebek 15 Eylül – 15 Ekim 1918



10 Aralık 2017 Pazar

BUGÜNÜN SARAYLISI

BUGÜNÜN SARAYLISI

Yazar Adı: Refik Halid Karay
Basım Yılı: 2015
Yayınevi: İnkılap
Sayfa Sayısı: 310

     Bugünün Saraylısı 1940 yılları İstanbul’unda geçer. Kendi halinde ve orta yaşını geçmiş olan Ata Efendinin Gedik paşa'daki mütevazı evine, ilk defa göreceği yeğeninin gelmesiyle başlayan, saklı bir aşkın hikâyesini anlatıyor.



     Ata Efendi ve ailesi, Düzce’den küçük bir kız çocuğu beklerken, bir genç kız çıkagelir, Yaşar'ın kızı Ayşen'in çok zengin olduğunu görürler. Bir anda Ata Efendinin ve ailesinin hayatı değişiyor, lüks restoranlarda yemek yiyorlar, ünlü terzilerden giyiniyorlar, zevk ve eğlence içinde yaşıyorlar. Ayşen lüks ve zenginliğe düşkün, kendini beğenmekten haz duyan, alımlı, güzel bir kızdır. Her gören kıza vuruluyor. Zengin, hayırlı kısmetleri çıkıyor.
     Roman, Ayşen’in adım adım sınıf değiştirmesi ve mutsuzluk macerasıdır. Ne olursa olsun asla hayatından memnun olmayan, sürekli mutsuz, alışılmış yaşamdan, alışılmış yerlerden, tanıdık insanlardan, birbirine benzer hareket ve düşüncelerden uzaklaşmak isteyen bir karakterdir. Ayrıca morfin bağımlısıdır.
      Dayıyla Ayşen arasında bir diyalog:
     ”Bu nasıl laf yavrum? Senin sevmek hakkında bir fikrin, bir sezişin yok mu? Yatağına girdiğin zaman neler düşünüyorsun? Model terzi, kumaş, krem, vitrinde gördüklerin mi yalnız? Bir erkeğin hayali seni oyalamıyor, heyecanlandırmıyor mu? Yüreğinde pek tatlı tadına doyulmaz bir ezginlik duymuyor musun? Yanımda olsa, kendimi kollarımın arasında bulsam! Gibi bir arzuya kapılmıyor musun?
      Bilemiyordu tabi!”Ferhat ile Şirin” gibi masallardan, Fuzuli divanındaki ”Leyla ile Mecnun”dan, Manukyan kumpanyasının oynadığı “La Dame aux Camelias ”dan aldığı fikirlerle aşk tanınmış olamazdı. Sayfa:247
    Dayı Ata Efendinin aşkının derinliklerini ise: “ Severmişim meğerse” derdi. “Delisi, divanesi olmuşum?  Evet benim romanımda büyük vakalar, ihtiras sahneleri, visal zevki, hatta aşkını itiraf bile yok. Yaşlı bir dayının yeğenine tutulduğundan ibaret, gizli kalmış, gizlenmesi lazım ve gizliliği tabi olan bir gönül faciası! Mezarıma götüreceğim bir sır…” sayfa:301
.....yüzlerce tekerleğin fırıl fırıl dönerek  koşuştuğu tarafa-artık kendinin olmayan adımlarla-dosdoğru yürüdü. Bunlar basit ömrünün son adımları olmuştu. Sayfa:310
    Zenginlik insanların yaşamlarını, ilişkilerini hatta kişiliklerini değiştirebilir. Çıkarlar ne olursa olsun ahlaki değerlerden taviz vermemek gerekir.



19 Kasım 2017 Pazar

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

KUYRUKLU YILDIZ ALTINDA BİR İZDİVAÇ

Yazar Adı: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Basım Yılı: 2011
Yayınevi: Everest
Sayfa Sayısı: 232

     1910 yılının mayıs ayında Halley Kuyruklu Yıldızının dünyaya çarpacağı söylentisi, İstanbul'u da kasıp kavuran bir panik havasına sokmuştur. Kenar mahalleler bu haberi kendi anlayışlarına göre yorumlarlar. Kitabın kahramanı İrfan Galib Aksaray’da oturmaktadır. İrfan zengin bir ailenin oğlu, batı ilimlerini okumuş, geniş fikirli, aydın bir gençtir. Evlenme çağı gelmiş, kendisi gibi eğitimli bir kadınla evlenme hayalleri kurmaya başlar. Bir gün yolda gördüğü peçeli bir kadının peşine takılır, güzel ve eğitimli olduğunu düşler. Girişimde bulunur. Fakat acemice yaptığı tanışma teşebbüsü onu kadın düşmanı yapar. Kadınlardan intikamını almaya, sürekli onları kışkırtmaya karar verir. Kadınların zayıflığı ile ilgili makaleler yazar. Halley Kuyruklu Yıldızıyla ilgili konferanslar düzenler. Anatomi, astronomi, fizik karışımı kuyruklu yıldızın çarpmasıyla kopacak kıyameti tasvir eder. Amacı kadınları korkutmak, zayıflıklarıyla ilgili alay etmektir. Bu konferanslarını ve yazılarını bir kadın ilgiyle takip etmektedir.Bir süre sonra maceraperest bir kadından mektuplar alır. İrfan henüz yüzünü hiç görmediği bu kadının hayaline aşık olmuştur.
     Ev halkını, mahalle esnafını kıyametin kopacağına inandırmıştır. Herkes birbirine itirafta bulunarak helalleşir. Bu sırada tanımadığı hayranıyla mektuplaşması sürmektedir. Kadına evlenme teklif eder. Kadın da Kuyruklu Yıldızın çarpacağı ana kadar yüzünü göstermeyecektir. Halley’in görüneceği gün düğün yapılır. Evin damında, dürbünle gökyüzünü araştıran gelin ve güvey arasında bilimsel, felsefi uzun konuşmalar geçer. Sonunda bu hayali sevgilinin, eğitimli, kibar bir genç kız olduğu ortaya çıkar. Lütfiye, kadınların öcünü almak için İrfan’a bir oyun yapmış ve oyunun sonunda İrfan’ın iyi bir koca olacağını anlamıştır. Halley dünyaya çarpmaz. Ama bu iki oyundan bir evlilik çıkar.


     Kısa bilgi: Halley çıplak gözle görülen tek kuyruklu yıldızdır. 75 yılda bir görülen, en son 1986 da güneş sistemine girmiş, hesaplara göre de 2061 yılında tekrar görülecektir.
     Kitaptan çıkarılacak sonuç: Cahil insanların erkek veya kadın olsun hurafe ve söylentilere çabuk inanmaları. Erkek veya kadının eşit zeka ve muhakeme gücüne sahip olmaları. Zeki ve kurnazların, saf ve cahilleri kandırarak işlerini yürüttükleri çarpık bir düzenden kurtulmanın yolu ise akılcı düşüncenin gelişmesi fikrini işleyen bir tutum geliştirmektir. Ayrıca Osmanlıdaki evlilik anlayışını da eleştirir.
     Kitapta, toplumun çeşitli alanlarındaki günlük yaşayışı, değer yargılarını eleştirmiştir. Söylentilere kapılan ve hemen inanan cahilce tepkiler ve buna sebep olan cehaletle ustaca alay edilmiştir. Ayrıca batı özenticiliğini yine görürüz..Mizahi boyutuyla düşündüren, okurken değişik dünyalara götüren, karakterleri canlı, güzel ve faklı bir roman. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kalemine hayran oldum. Bu romanında da yine temiz mizahını kullanmış. Günümüzde argo ve küfürden oluşan bir mizah anlayışı hüküm sürerken herkesin okumasını tavsiye ederim. Mizah küfür değildir.
“İnsanlar her felakete cehaletleri sebebiyle uğramışlar, hala da uğramaktadırlar. İnsanlık daha çocukluk devresinde akıl erdiremediği durumlarda daima batıl inançlara düşmüş, işte bundan dolayı gelişme yolunda gecikmiştir. Her gün gökyüzünün önünde durup da çoğumuzun ona dair olan bilgisi pek az olan bir şey varsa o da gökyüzüdür. Syf:32
“Hayat hesapsız can düşmanlarına durmadan karşı koymakla devam ettirilen pek nazik bir geçittir. Hayat, hayatı yiyerek, yok ederek kalıcı oluyor” syf.45
     Bu romanla servet-i Fünun dönemini bitirip, Fecr-i Ati dönemine başlayacağım. İYİ OKUMALAR


12 Kasım 2017 Pazar

ŞIPSEVDİ

ŞIPSEVDİ

Yazar Adı: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Basım Yılı: 2009
Yayınevi: Everest
Sayfa Sayısı: 474

      Roman, Tanzimat Yıllarından beri Osmanlı-Türk toplumunun temel problemi haline gelen Batılılaşma (Alafranga) kavramının en somut örneğidir. Felatun Bey ve Rakım Efendi romanıyla başlayan, Araba Sevdası, Zehra, Şık romanlarıyla devam eden Batılılaşma sürecimizdeki değişimi ele alır.


    Atadan kalma mirası, lüks eğlence  mekanlarında yabancı kadınlarla tüketmeye dayalı yanlış bir Batılılaşma anlayışına vurgu yapılır.
       Roman, Meftun ve ailesi içinde geçen olayları anlatır. Meftun okumak için gittiği Paris’te yıllarca kalır, okumaz. Paris’ten dönüşte Erenköy’de babadan kalma köşkünde alafranga bir hayat sürme hevesine kapılır. Komşusu Kasım Efendi çok zengin bir cimridir. Meftun’un yaşamak istediği hayat, çok para gerektirir. Kasım Efendini görgüsüz, bağnaz kızı Edibe ile evlenmeyi planlar. Kasım Efendiyi razı etmek için planlar yapar. Kendisine piyangodan büyük ikramiye çıktığı, söylentisini yayar. Kasım Efendi parayla avlanır. Kızını Meftun’la evlendirir. Meftun boğazına kadar borca girer, kayın biraderi Mahir’i kandırarak, babasının parasını çaldırtır. Dram orada başlar.
      Roman; değerlerini kaybetmeye başlayan toplumun trajedisidir. Para hırsı ile aileler kurmak, insanların hayatını yalan ve hilelerle yıkmak mutluluk getirmediği gibi yıkıcıdır.
  Yazar, öz-benliğini yitirmeden, örf, adet, gelenek ve göreneklerimize uygun yaşamak gerektiğini vurgular. Romanın dili son derece sadedir. Hüseyin Rahmi Gürpınar ilginç tipleri mizahi bir üslupla anlatır. Bu romanında halk dilini kullanmıştır. Halk diline ait sözcük ve deyimler göze çarpar. “fanfan, finfon, zıkkım, pisboğazlığın lüzumu yoh” gibi.
      ”Cenab-ı Hak sevdiği kulunu sakat yaratır. Bu dünyadaki maluliyetin öbür dünyada ecri büyük olur” Kasım Efendinin felsefesidir. (sayfa:163)


2 Kasım 2017 Perşembe

MÜREBBİYE

MÜREBBİYE

Yazar Adı: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Basım Yılı: 2015
Yayınevi: Everest Yayınları
Sayfa Sayısı: 192

       Mürebbiye; bir evde yatılı olarak ve aylıkla çalışan, evin çocuğunun ya da çocuklarının bakımı ve eğitimiyle özel olarak görevlendirilmiş, görgülü, bilgili kadın demektir.


        Bu kitapta da Tanzimat’tan beri işlenen “yanlış batılılaşmayı” anlatan bir romandır. Romanın önemli kişisi Dehri Efendi, yaşlı, devlet memurluklarında bulunmuş zengin biridir. Kendi yalısında, o zamanın geleneğine uygun kızıyla, damadıyla, kardeşleri ve oğluyla birlikte oturmaktadır. Emekliye ayrıldıktan sonra kendini okumaya, bilime vermiştir. Kitaplarla dolu özel odasında, sayılan ve korkulan bir aile büyüğü olarak yaşamaktadır. Bir gün konağa, gösterişli ailelerin yaptığı gibi Mürebbiye alınır. Fransa’da tutunamayan, başından türlü olaylar geçmiş Angel’in konağa mürebbiye olarak girmesi sonucu, aile içinde meydana gelen trajikomik olayları anlatır. Acı bir ibret romanıdır.
         Kitabın ana fikri: Çocuklarının eğitimini sırf moda diye eve alınan ve ne olduğu, ne eğitimi aldığı belli olmayan mürebbiyelerce verilmesinin, doğurduğu kötü sonuçlar verilmek istenmiştir. “Mürebbiyelik” bir kurum halinde, toplumda sosyal bir yara halini almış durumdadır. Yazar da bunu mizahi bir dilde eleştirir.
          Bana acı gelen, bugünde benzer şeyleri yaşıyor olmamız ve yazarın geleceği görebilmesidir. Yazarın öngörü ve zekası hayranlık veriyor.


15 Ekim 2017 Pazar

SAFAHAT

SAFAHAT

Yazar Adı: Mehmet Akif Ersoy
Basım Yılı: 2014
Yayınevi: İtalik
Sayfa Sayısı: 526

        Şairimiz, Milli Şairimiz, Mehmet Akif Ersoy yazdığı şiirleri Safahat adlı kitapta toplamıştır. Safahat: Safhalar, devreler, dönemler ve görünüşler, manzaralar demektir. Şair, Safahat’ın yazımına 1911’de başlamış 1933’te tamamlamıştır. Şiirlerin konuları bu dönemin sosyal, siyasal, kültürel yaşamını kapsar. Geçim derdi çeken yoksul insanlar, aileler, kadınlar, çocuklar yani halk onun eserlerinin kişileridir. Safahat’taki bütün şiirleri aruz vezni ile yazmıştır. Dili dönemine göre anlaşılır olabilir lakin ben zorlandım. Eski Türkçeye hâkim olmak gerekiyor.


          Safahat 7 kitaptan oluşuyor:
       1. Kitap: Osmanlı'nın Meşrutiyet yıllarındaki durumunu anlatır.
  2.Kitap: Süleymaniye Kürsüsü; Osmanlı aydınlarının halkla ilişkilerini,
   3.Kitap: Hakkın Sesleri; her şiirin başında bir ayet yer alır. Bu ayetler günün siyasal ve toplumsal olaylarını yorumluyor.
    4.Kitap: Fatih Kürsüsü; yeni kuşaklara çalışma ve mücadele ruhu kazandırmak isteyen düşünceleri anlatır.
    5.Kitap: Hatıralar; 1.Dünya Savaşı yıllarını anlatır. Her bir şiirin başında da hadis ve ayetler vardır. “ İslam Birliği “ ülküsünü vurgular.
     6.Kitap: Asım; bu bölümde konuşma şeklinde olup, ideal gençliğin özelliklerini ve memleketin içinde bulunduğu meseleleri ele almıştır.
“Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler
 Nedir bu çektiğimiz derd, o çifte çifte semer!
 Nasihatim sana: ” Herzeyle iştigali bırak!
 Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak!
 Adam mısın: Ebediyen cihanda hürsün gez;
 Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez. ( sayfa: 390 )

 Ağacın kökleri mademki derindir cidden,
 Dalı kopmuş ne olur? Gövdesi gitmiş ne zarar?
 O, bakarsın, yine üstündeki edvarı yarar,  ( sayfa: 434 )

      7. Kitap: Gölgeler; dinsel konulu şiirler ve dörtlüklerde oluşur.
   Kitabın sonunda ise tabi ki Milli Şiirimiz İstiklal Marşı vardır. İnsanı duygulandıran ve heyecanlandıran bir eser. Tavsiye ederim.
  



7 Ekim 2017 Cumartesi

EYLÜL

EYLÜL
Yazar Adı: Mehmet Rauf
Basım Yılı: 2005
Yayınevi: Bordo-Siyah
Sayfa Sayısı: 376

             Roman, Suad ve Necip’in arasında geçen ilişki ve hazin sonlarını anlatır. İki gencin birbirlerine olan sonsuz sevgisi yalnızca gözlerinde ve ruhlarında kalır. Bu yüzden daha çok ruh betimlemeleriyle göze çarpar. Ruhsal çözümlemeler ön plandadır. Edebiyatımızda da ilk psikolojik roman olarak geçer. Herhangi bir propaganda amacı gütmeden Servet-i Fünun döneminin ağır üslubuyla yazılmış fakat gene de sadedir.


            Romanda geçen, Suad ve Necip’in piyanoda çaldığı ve dinlediği parçalar: İl Trovatore, Verdi, Faust, Rigoletto, Aida, Adiyo Del Pasato, Gluck, Haydn, Manon Lescaud, Carmen, Cavaleria Rusticana, Pietro Mascagi, Santuçça, Mascagni-İris, Puccini-Tosca harikaydı. Bende okurken bu eserleri dinledim size de tavsiye ederim.
        ”Maskeli Balo’dan (Verdi’nin operası) bir potpuri vardı ki, kimi parçalarındaki güzellik ve tatlılığa Necip doyamıyor. Traviata’dan “Melek kadar saf”, Aida’dan “Ah benim kederim, sana merhamet versin” Faust’tan “artık geç oldu, adiyo” parçaları böyle olmuştu. Onları en çok Manon Lescaud büyülüyordu. Üçüncü perdenin finali olan, “yok ben çıldırmışım; bak nasıl ağlıyorum” parçası birçok kez tekrar ediliyordu. Necip “Ah Manon” diye şarkıya katılıyor, piyano ağır ağır inleyerek onlara her şeyi unutturuyordu. Sonra şen havalar geliyordu: Traviata’nın girişi, Carmen’in Marşı, “Ah Cavaleria Rusticana” piyanoyla çalıyorlardı.” Syf:119
        ”Ah bu bakışların kimi zaman nasıl anlamları, nasıl incelikleri, nasıl renkleri vardı; ne duyumsanması ve ifade edilmesi olanaksız, ne anlatılması mümkün olmayan şiirleri, şiirlilikleri, insanı nasıl birden mutluluğun göklerine ulaştıran renkleri vardı! Kimi zaman derin, siyah, ağırbaşlı, sustuğu olurdu; sonra bir rica ışığı ile titreyerek yalvaran, perişan bir bakış ile bakardı; kimi zaman hüküm sürer, emreder, sonra uysal, razı olur, iyi davranır, söz verir, “evet peki!”derdi” syf:240
        ”Necip’in iç sesi “Ah kadınlar, kadınlar, siz sade aşkınıza, sade fedakârlık ulviyetine özlemli ve mağlup olup ateşli ve mutlu yanarken; erkeklerin kalbinde ne çirkin, ne hain, ne yabancı ve ilgisiz duygular olduğunu bilseniz” diyordu” syf:262
        Yalnızca aşk ve acımadan ibaret değildi; teşekkür, tapınma, şiir, saygı, korku, pişmanlık, onur, her şey ve sonra namus evet namus, ana babasından, büyüklerinden duyduğu, kitaplarında okuduğu namus.
        Bunu bir tür evlilik, ruhların evliliği gibi görüyordu. Birbirlerinin ruhsal içtenliğinde yaşayacaklardı.
        Aşklarını öyle derin yaşıyorlardı ki, bu duygulara kelimelerle değer biçilemezdi. Ölüme bile beraber gittiler. Harika bir aşk romanı bence. Yasak aşk her ne kadar ahlak karşı olsa da anlayışla karşılanmalıdır. İyi okumalar.



30 Eylül 2017 Cumartesi

AŞK-I MEMNU

AŞK-I MEMNU


Yazar Adı: Halid Ziya Uşaklıgil
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı:419

            Bir aşk.  Bihter’in aşkı. Bihter’le Behlül’ün yasak aşkı. Yazar benzersiz denilecek kadar bu aşkı, kusursuz ve nefis bir biçimde yazmış.
            Roman;45 yaşındaki Adnan Bey ile 22 yaşındaki Bihter’in evlenmesi, bu evlenmenin öncelikle Adnan Beyin kızı Nihal’in ve diğer insanların üzerindeki etkisi ve evliliğinde aradığı mutluluğu bulamayan Bihter ile Adnan Beyin yeğeni Behlül arasındaki yasak aşkı anlatır.


          “ O tanınmamış baba için derin bir sevgisi vardı, annesine verilmeyen kalbini tamamıyla bu ölünün hatırasına veriyordu. Ve bu hatırayı süslerdi: rastlantıyla işitilmiş şeylerden, parça parça elde edilmiş ayrıntılardan babasına bir hayat hikâyesi icat ediyor sonra onu Firdevs hanımın elinde işkenceler içinde yaşatıyor, her şeyden habersiz namuslu bir koca mazlumluğuyla babasının evlilik hayatına bir tragedya rengi veriyor, sonunda onu müthiş bir darbeyle, kahrolmuş öldürüyordu. Babasını ne kadar seviyor! Peyker’in babasına benzemiş olmasını adeta kıskanıyordu.” Syf:170
            Kitapta Behlül’ün kendisiyle muhakeme cümlesi: ” işte erkekler” dedi, asla memnun değildirler, artık sevmemek isterlerse bütün düşüşün, bıkkınlığın kabahatlerini kadınlara yükletmek için çare bulduktan sonra sevmemek kabahatini de onlara bırakmak için zavallıları aşağılayacak şeyler ararlar.
             “Oysa Bihter’i sevmemek onun için giderilemeyecek bir zarar gibiydi; bu kadını kendi kendisine öyle lezzetli bir sevda kevserine benzetiyordu ki doyduktan sonra yine, hep içilmekte devam olunsun” syf:275
              “Annesiyle bir savaş döneminin artık açıktan açığa başladığı sonucuna varmıştı. O günden beri bu iki düşman bu korkunç komedyayı peçelerinin altında gıcırdayan dişlerini saklayarak oynuyorlardı.” Syf:377
             Beğendiğim alıntılar yaptım. Üslup olarak Halid Ziya diğer eserlerindeki ağırlıkları ve yükleri bırakmış; berrak, renkli bir üslup kullanmış, şiirsel bir dili var. Eleştirmenlerinde beğendiği en iyi romanımız, çok canlı yazılmış, hayatı hissettiriyor. Bir cümle bir paragraf olabiliyor. Betimlemeler çok güzel, tüm karakterlerin çözümlemeleri yapılmış. Fakat akışı etkilemiyor, sadeleştirmiş güzel olmuş, akıcılığı bozulmuyor.
            Çıkarılacak ana fikir ise; yasak aşkın bir aileyi bitirmesi, evlilikte yaş farkı ve zengin bir koca için sevginin göz ardı edilmesi sonucu ortaya çıkan başarısızlık.Herkese iyi okumalar..
           


23 Eylül 2017 Cumartesi

MAİ VE SİYAH

MAİ VE SİYAH

Yazar Adı: Halid Ziya Uşaklıgil
Basım Yılı: 2001
Yayınevi: Özgür Yayınları
Sayfa Sayısı: 400


            Mai ve Siyah Halid Ziya'nın “Gümrük Genel Müdürü” olarak İstanbul'a geldikten sonra 1896-97 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde tefrika (= yazı dizisi) halinde 1900 yılında da Alem Matbaası tarafından kitap olarak yayınlanan romanıdır. Romana hakim olan düşünce, bu topluluğun ortak özelliklerinden olan hayal-gerçek veya mai- siyah çatışmasıdır. Mai kelimesi, arzu ve ümitleri “hayal’i” temsil eder; Siyah kelimesi, yaşadığı hayal kırıklıkları, uğradığı felaketler ve sıkıntılar ise “gerçek’i” ifade eder.



            Roman realizm (gerçekçilik) ve romantizm (hayalcilik) arasında gidip gelmektedir. Çoğu yerinde de gerçek ağır basmaktadır.
            Romanın dili ağır olduğu için pek anlaşılmamakla, devamlı dipnotlara bakma ihtiyacı hissedilmektedir. Buna rağmen olayların anlatılışında akıcı bir dil vardır.
             Hayalleri olan Ahmet Cemil’in lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesini anlatır. Ahmet Cemil kız kardeşine ve annesine bakmak zorunda kalır. Tüm gününü kitaplarla ve edebiyat dünyasına bir yenilik getireceğini düşündüğü şiiri ile geçirmek ister. Ancak ailesinin içinde bulunduğu kötü durum yüzünden hayallerini ertelemek zorunda kalır.yabancı dil bilmekten başka bildiği bir şey yoktur.Kitapçılarda çeviriler yaparak yok denecek paraya çalışır.Kendine yeni çıkış kapıları arar ve bulur fakat hayalleri yıkılmıştır, intiharı bile düşünür.Tam intihar edeceği sırada annesinin sesini duyar ve vazgeçer.Ahmet Cemil annesi ile birlikte yeni hayatlarına devam ederler.
           Romanda insanın maddi durumunun hayatını nasıl etkilediğini açık bir şekilde görürüz. Aşk, geçim derdi, görücü usulü evliliğin zararları anlatılır. Asıl teması ise hayaller ve bu hayallerin yıkılması üzerinedir.


18 Eylül 2017 Pazartesi

SARAY VE ÖTESİ

SARAY VE ÖTESİ


Yazar Adı: Halid Ziya Uşaklıgil
Basım Yılı: 2003
Yayınevi: Özgür Yayınları
Sayfa Sayısı: 736

   Servet-i Fünun kelime anlamı olarak; ilimler-fenler hazinesi anlamına gelmektedir.Edebiyat-ı Cedide, II. Abdülhamit (1878-1909) devrinde, Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan sanatçıların Batı edebiyatı yolunda meydana getirdikleri bir edebiyat hareketidir.



   Batılı anlamda Türk Edebiyatını tesis eden ve bu anlamda ilk edebi topluluğumuz olan Servet-i Fünün’un önde gelen isimlerinden Halid Ziya Uşaklıgil’in Saray ve Ötesi adlı anıları, 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Mabeyn Başkâtibi olarak girdiği Osmanlı sarayındaki izlenimlerinden oluşmaktadır.
     Kitabın sunuş kısmında yayın yönetmeni,” istibdat” diye anılan 2. Abdülhamit Döneminden sonra gelen ve büyük ümitlerle beklenen özgürlük ortamında ortaya çıkan olayların, yeni döneme ilişkin beklentilerin boşa çıkmasından doğan hayal kırıklıklarının ve saray insanlarının nasıl değerlendirildiğini bir edebiyatçının kaleminden okumak ayrı bir zevk olacaktır, der.
       Saray ve Ötesi bir anı kitabı olmakla kalmayıp tarihi bir belge niteliği de taşımaktadır.
     Kitap, Osmanlı Devleti’nin son yıllarına doğru Çöküş Dönemini (1908-1913) anlatan tarihi bir yapıttır. Osmanlı sarayı içinde olup bitenler, koca imparatorluğun nasıl çöktüğünü anlamak için okunması gereken bir eserdir. Tarihimizi öğrenmek açısından önemlidir.Tavsiye ederim.
      Dipnotları okurken, okuyucu ana metinden kopabiliyor. Köşeli parantezlerde verilen açıklamalar kimi zaman sözlük anlamına göre değil cümle içindeki duruma göre anlamlandırılmış.
       





9 Eylül 2017 Cumartesi

MODERNLEŞEN TÜRKİYE'NİN TARİHİ

MODERNLEŞEN TÜRKİYE'NİN TARİHİ


Yazar Adı: Erik Jan Zürcher
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: İletişim
Sayfa Sayısı: 568

  “Eser oldukça kapsamlı ve derinlikli, dolambaçsız anlatımıyla siyasi olaylara olduğu kadar toplumsal ve ekonomik tarihe ve düşünce akımlarına eğiliyor”  WİLLİAM HALE
                                  Londra Üniversitesi Şarkiyat Okulu



   Türkiye’nin tarihini anlatan yoğun emek harcanmış bir kitap olduğunu anlıyorum. 1789 İhtilali’nin Osmanlıya olan etkisinden başlayıp günümüze kadar geçen süreçte yaşanan siyasi, politik ve toplumsal olayları, arkalarındaki sebeplerle birlikte açıklayan Hollandalı tarihçi Zürcher’in kitabıdır.
   Okul hayatımız boyunca tarih dersi görmemize rağmen atlanan o kadar konu varmış ki bunları fark ettiğinizde neleri bilmiyormuşuz diyorsunuz.
   Yazar modern Türkiye tarihini 3 ana bölümde incelemiş. Birinci kısım; Batının Etkisi ve İlk Modernleşme girişimleri, ikinci kısım; Türk Tarihinde Jön Türk Dönemi (1908-1950), üçüncü kısım ise Huzursuz Bir Demokrasi. Kitabın sonunda yer alan kapsamlı biyografilerde eseri önemli kılmıştır.
   Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik, liberalizm, laiklik ve pozitivizm gibi ideolojilerin Osmanlıda hızla yayılması. Sultan 3.Selim, 2.Mahmut ve 2.Abdulhamit döneminde yapılan reformlar ve Tanzimat Fermanından bahseder. Jön Türklerin etkili olduğu dönemi modernleşme ve laikleşme yönünde adımların atıldığı bir dönem olarak kabul eder.1908-1950 döneminde amacın demokrasi değil devletin güçlenmesini ve devamını sağlamak olduğunu, demokrasinin ise sadece bir araç olarak kaldığını belirtmiştir,1915’teki Ermeni Tehcirini ve TC. kurulduktan sonra Kürtlerin bastırılışını bu duruma örnek gösterir. 1950’den sonra Huzursuz Bir Demokrasi Dönemi başlığı altında, askeri elit tabakanın dışında farklı bir kesimin iktidara geldiğini bu dönemde 3 askeri darbeden, Türkiye’nin Amerika ile artan ilişkilerinden, Avrupa Birliği ile ilişkilerinden, Ortadoğu’daki problemlerden, Kürt sorunundan, İslami hareketten, ekonomik krizlerden, politik istikrarsızlıktan bahseder. Dikkatimi çeken bölümlerden biride Kemalist reformların, Sultan 2. Mahmut zamanından başladığını belirtmiştir. Bilmediğim bir konuydu.
   Sonuç olarak yazar Türk Modernleşme Tarihini; yenilikçiler, gelenekçiler ve gericiler arasındaki bir mücadele olarak görmektedir.Gerçekten okunması gereken bir kitap. Tavsiye ederim…




1 Eylül 2017 Cuma

KALBİM KUDÜS'TE KALDI

KALBİM KUDÜS'TE KALDI


Yazar Adı: Ahmet Turgut
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa Sayısı: 574

            “ Devlet, babadır Amenna; Vatan da evlat sayılır…”
            Yazar yüzüncü yıllar burcundayız, 2023 Türkiye’ sinden söz ediliyor. 2016 yılı Ortadoğu’nun paylaşım projesi olan Sykes- Picott’ un yılıydı. Mondros ve Sevr’ in yüzüncü yılları olacak. Asırlık rövanşların yaşandığı bu süreçte Kudüs’ ün düşüşünün yüzüncü yılını yaşıyoruz. 9 Aralık 1917 Kudüs'ü kaybettik. Kudüs'ü nasıl kaybettiğimizi anlatan bir roman.


             Roman 1. Dünya Savaşının hakkında en az bilgi paylaşılan cephesinin (Filistin Cephesi) ve Kudüs’ün düşüşünün hazin öyküsü.
            Yazar “ Maalesef Kudüs cahiliyiz, Mescid-i Aksa‘nın neresi olduğunu dahi bilmiyoruz, çoğumuz Kudüs’le olan hukukumuzu Yavuz Sultan Selim’le başlatıyor. Kudüs'ü fetheden ilk Müslüman kimdir? Sorusuna Hz. Ömer cevabı verenlere, aslında Hz. Davud olduğu” söyler.
             Romanın merkezinde bir aşk, arka fonunda savaş var. Batıya dönük eleştiriler göze çarpar. Aşklarımızı anarken “Tahir ile Zühre”, “Ferhat ile Şirin” deriz. Oysa Avrupalılar “Romeo ve Juliette”, “Antonius ve Kleopatra” derler.
            Tabip Subay Faruk Hikmet, ülkesinde yaşadığı hayal kırıklıklarıyla; kendi içinde sorgulayan Rachel Weizmann’ın Kudüs’e gelmesi; aşkın ve hikmetin sualleri arasında gizemleri arayan bir sahafın hikâyesi.
           Kitap güzeldi, aydınlatıcı,dili biraz ağırdı.Yavaş ilerliyor.İyi okumalar…


  



25 Ağustos 2017 Cuma

ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ

ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ


Yazar Adı: Daron Acemoğlu- James A. Robinson
Basım Yılı: 2013
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 495

          Kitapta adından da anlaşıldığı gibi bazı ulusların (devletlerin) diğerlerine göre neden daha başarılı olduğu sorgulanıyor.



  Yazarlar dünya eşitsizliğini kurumsal farklılıklarda açıklamaktadır. Yazarların analizini iki temel kavram oluşturuyor. “ Sömürücü Kurumlar “ ve  “Kapsayıcı Kurumlar”. Bazı topluluklar sömürücü (yönetimdeki elitin çıkarlarını gözeten) ekonomik ve siyasi kurumlara sahiptir. Bazı topluluklar ise Kapsayıcı (halkın büyük çoğunluğunun çıkarlarını gözeten) ekonomik ve siyasi kurumlara sahiptir.
    Yazarlar ana teorilerini geçmişten günümüze örneklerle destekliyor. Bilinen coğrafya hipotezi; “sıcak ülkeler doğası gereği fakir” cehalet hipotezi; “insanların ya da yöneticilerin ülkeleri nasıl zengin hale getireceklerini bilmediği” kültür hipotezi; başta dini değerlere dayanarak, ahlak anlayışlarına da değinerek, yani bunların coğrafya, din, dil, kültür, teknoloji vs. olamaz tezini savunur. Kendi teorilerini tarihsel sebeplerle açıklayarak çok ilginç ve öğretici bir yolculuğa çıkarıyorlar.
       Coğrafya benzer sebeplerden, Ortadoğu’nun yoksulluğunu açıklamaktan da uzaktı. Neticede Neolitik Devrim de dünyaya öncülük eden Ortadoğu’ydu ve ilk şehirler günümüzdeki Irak’ta ortaya çıkmıştı. Demir ilk kez Türkiye’de eritildi ve Ortadoğu Ortaçağ’a dek teknolojik bakımdan dinamik bir bölgeydi.5. Bölümde görüldüğü gibi, Neolitik Devrimin dünyanın bu bölgesinde ortaya çıkmasını sağlayan, Ortadoğu’nun coğrafyası değildi. Ayrıca Ortadoğu’yu fakirleştiren de coğrafyası değildi. Bunun nedeni Osmanlı İmparatorluğu’nun genişleyip güçlenmesiydi ve bugün Ortadoğu’nun fakir kalmasının nedeni de bu imparatorluğun kurumsal mirasıdır.” Syf:59

       Dünyadaki eşitsizlikleri iyi açıklayan bir kitaptır.Akıcı ve keyifle okunuyor. Bence daha iyi olabilirdi, çevirisi nedense pek tatmin etmedi

20 Ağustos 2017 Pazar

ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR

ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR


Yazar Adı: J. D. SALİNGER
Basım Yılı: 1997
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
Sayfa Sayısı: 198


 Yıllar önce şarkıcı Teoman'ın bir sohbetinde duymuştum. Hatta ‘gönülçelen’ şarkısını bu kitaba bestelemiş. Amerika’da yasaklanan bir kitapmış. Bir öykü kitabı, günlük konuşma dilinde yazılmış ve yer yer argo kullanımına bile başvurmuş.
  Kitap, kahramanımız Holder’in üç gününü anlatır. Ergen bir erkek çocuğunun iç dünyası, hayatı, ailesi, arkadaşları ve yaşadığı kenti nasıl algıladığını görüyoruz.

  Holder’in atıldığı okuldaki tarih öğretmeni 70 yaşında ilaçlarla ayakta duran bir ihtiyardır. Hayatın kurallarını tamamıyla biliyor ve bunu Holder’e ve dolayısıyla okuyucuya kitabın ta en başından bildiriyor. ‘Hayat kurallarına uyulması gereken büyük ve kaçınılmaz bir oyundan ibaret. Hayat tabi ki bir oyundur evladım. Hayat kurallara göre oynanması gereken bir oyundur.’ Syf:13
 ‘Bir şeyi çok iyi yapıyorsanız, bir süre sonra dikkatli olmazsanız gösteriş yapmaya başlıyorsunuz. Ve sonunda da iyi olmaktan çıkıyor yaptığınız.’syf:121
  Avukatlık mesleği üzerinden örnek verir.’Tek yaptığın bir sürü para kazanmak, golf oynamak, briç oynamak, araba satın almak, martini içmek ve kasılmak. Dahası var, gidip heriflerin hayatını kurtarsan bile, bunu onların hayatını gerçekten kurtarmak için mi yoksa o iğrenç filmlerdeki gibi, felaket iyi bir avukat olduğun için herkesin sırtını sıvazlayıp seni tebrik etmesi için mi yaptığını nereden bileceksin?’
 ‘Hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan. Bütün gün yalnız bu işi yapıyorum. Ben çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum ama ben yalnızca böyle biri olmak istiyorum’ syf:162
  ‘Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.’
  ‘Akademik eğitim sana bir şeyler kazandırıyor. Biraz yol alırsan, zihninin boyutları hakkında bir fikir veriyor. Zihninin neye uyup neye uymadığı hakkında. Bir süre sonrada, zihninin yapısına hangi düşüncelerin uygun olduğu hakkında bir fikir oluyor. Her şeyden önce, sana uymayan, sana yakışmayan düşüncelerle uğraşmaman için olağanüstü bir zaman kazandırıyor bu. Gerçek boyutlarını, gerçek ölçülerini alıp, zihnini ona göre giydirip, kuşandırıyorsun.’ syf:178
  Kitap başarılı bir psikolojik romandır. Okunmalı.


13 Ağustos 2017 Pazar

GÖSTER YÜZÜNÜ EY AŞK

GÖSTER YÜZÜNÜ EY AŞK


Yazar Adı: Mira Şeniz Erten
Basım Yılı: 2012
Yayınevi: Butik Yayıncılık ve Kişisel Gelişim
Sayfa Sayısı: 433

            Yazar aşka farklı açılardan bakmayı sağlıyor. İnsanın neden âşık olduğunu, seksin hangi sebeplerle bittiğini, aile ve sülalenin aşk hayatına nasıl etki ettiğini, büyük yaş farkı olan ilişkilerin altında nasıl okumalar yapmak gerektiğini kitapta, röportajlar ve araştırmalarla anlatıyor. Aşka sufizm, felsefe ve psikolojiyle açılımlar getiriyor.



           


            Kitap bir roman, 12 söyleşiden oluşuyor.
…Neden Ona Âşık Oluruz? Doç. Dr. Helen Fisher
…Aşk Bir Öyküdür. Prof. DR. Robert Sternberg
…Aşk Ve Takıntı Irvin Yalom
…Aşk Ve Sinema Doç. Dr Selim Eyüboğlu
…Aşk, Erotizm Ve Kurban Prof.Dr. Zeynep Direk
…Aşk, Sex Ve Ruhaniyet Swami Vivekananda Saraswati
…Aşka Düşmek Ve Onun İçinden Yükselmek Premartha ve Svarup
…Gerçek Aşk, Çalışma Ve Farkındalık İster Krishnananda Thomas Trobe Ve Amana Gitte Trobe
…Aşk Yaşayanlar Ve Ölüler. Svagito R. Liebermeister
…Sufizmde Aşk. Ali Canip Olgunlu
…Aşk Ve Alfabe. Prof. Dr. Zeynep Sayın
…Tahrip Edici Olmalı Aşk! Prof. Dr. Ahmet İnan
               Alanında bir numara olan kişilerle röportaj yapıyor.

          Aşk kendi kişisel gelişimimizi tamamlamak için bize sunulan yol aslında. Ama değişmeyi, yaralarımızı iyileştirmeyi, korkularımızla mücadele etmeyi ve tek başımıza ayakta durabilmeyi başaramadığımız sürece bize mutluluk getirmez. Çünkü o zaman Helen Fischer’ in söylediği gibi kokainden farkı kalmıyor. “ Romantik aşk bir bağımlılık türü” diyor. “ Kokain sarhoşluğuna benziyor ama daha şiddetli. Yani kara sevda yaşayanlar bir insana değil, uyuşturucuların getirdiğine benzer bir yükselişte tutuluyor. Bağımlılık direncine sebep oluyor. Aynı etkinin yaratılması için sürekli doz artışı gerekiyor.”
           Aşksız mı yaşayacağız? Gerekirse evet Irvin Yalom. ”Ayakta kalabilmek için birine yaslanmak, daha doğrusu bir başkasını doktor niyetine kullanmak sağlıklı değildi. Yani eğer yaralıysanız, tek kanadınız varsa, ilişkinizi bir an önce bitirip yaralarınızı iyileştirmelisiniz. Çünkü iki yaralı kanat bir sağlam kanat etmez” der.
”Eğer bir şeyden çok tiksiniyor ya da nefret ediyorsan, o şeydeki nitelik sende de var demektir.” Syf:325
          Gerek hikâyesi gerek röportajlarıyla çok keyifli bir kitap. Röportajlar anlamayı kolaylaştırıyor. Kurgusu çok ilginç.Hiç bilmediğim çok şeyler öğrendim. Herkesin okumasını isterim


28 Temmuz 2017 Cuma

YARIN YARIN

YARIN YARIN
Yazar Adı: Pınar Kür
Basım Yılı: 2013
Yayınevi: Everest
Sayfa Sayısı: 386

    Yarın Yarın bir 12 Mart romanı. Seyda,Selim,Oktay ve Aysel dönemin insanları Radikal siyasi oluşumlarda yer alan Selim de, politikayla hiçbir ilgisi olmayan Seyda da, Seyda’nın zengin kocası Oktay ve onun metresi Aysel’de bambaşka hayatlar sürdürüyor olmalarına rağmen etkileniyorlar darbe denilen fırtınadan.Bu darbe her birinin içindeki çalkantıyı katmerliyor.(Arka Kapak)




  “Türkiye içinde kaldıkları sürece sınıf değiştirebilmeleri hemen hemen olanaksız.Yoksulluğu , yabancılığı nasıl yaşardım babamın milyonları kümelenmiş dururken?Ya da bunları yaşamaya kalkmakçirkin bir özenti olurdu. Yazın sıcağında denize girmek dururken halde hamallık yapmayı nasıl göze alırdım? Yapsaydım bile entelektüel bir deneme olurdu benimkisi; kaçınılmaz bir gerçek, bunaltıcı bir yaşam zorunluluğu olmazdı” der Oktay kitabın bir bölümünde.Oktay zengin evli bir çocuğu ve karısı vardır.Aysel adında bir sinema oyuncusuyla düşüp kalkar.
  “Türkiye’de ordu devrimci nitelik taşımaz hep! Devrimi asker-sivil-aydın zümre gerçekleştirecekmiş.” Syf:319

   Güzel.Karakterlerin,olayların işlenişi hoş bir kitap.Dönem romanı. Filmide çekilmiş ben izlemedim.