6 Kasım 2021 Cumartesi

ÇİÇEK AÇMIŞ GENÇ KIZLARIN GÖLGESİNDE

 Yazar Adı: Marcel Proust

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 487

   M. Proust, serinin 2. Kitabında da günlük yaşantısını enfes anlatmış. Her türlü meseleye ciddi çıkarımlar yapmış. Satır aralarına gizlenmiş inanılmaz tespitleri var. Keşfediş sahneleri mükemmel, hayatta yaşadığı  ızdırabı, ona şahane üretim yaptırmış. Nietchze’den ve Balzac’tan etkilenmiş.



  Yine çok fazla karakterle işlenen inişli çıkışlı duygular, aşk, sevgi, arkadaşlık, dostluk, güzellik, alışkanlıklar üzerine tahlilleri,  yazarlar, sanat şehirleri, sanat eserleri, uzun estetik betimlemelerle dolu bir okuma serüveni sunuyor. Ama ilk kitaptan yazarın diline alışmanın ve şahısları az çok tanımanın verdiği rahatlıkla daha akıcı ilerledim.

  Kitap, 2 bölümden oluşuyor: İlk bölüm çocukluğunun geçtiği evde (Swann ve Odetta’nın kızı) Gilberte’ye olan hisleri, meslek seçimindeki tutumu (babası diplomat olmasını isterken anlatıcının yazar olmayı istemesi), hayranı olduğu tiyatro oyuncusu Berna'nın sonunda oyununu izlemesi ve Victor Hugo, Balzac bahsinin geçtiği kısım, 2. Bölüm ise, büyük annesiyle birlikte gittiği Balbec tatili, bir otele yerleşip oradaki gözlemleri, yeni arkadaşları, gençlik aşkı Albertine ve ona hissettiği yoğun duygular var.

Okurken etkilendiğim alıntılarla yazımı sonlandırıyorum.

“Düşüncelerin zihnimizde yaşadığı ortak hayat içersinde, aralarında bizi en mutlu eden bir tanesi var mıdır ki, tam bir parazit gibi gidip başka bir komşu düşünceden, yoksun olduğu gücün büyük bölümünü almamış olsun.”

“Hayatımızın farklı bir anında ne zaman belirli bir çevreyle ilişki kursak veya ilişkimizi tazelesek, üzerimize titrendiğini hissetsek, doğal olarak insani kökler salıp o çevreye bağlanırız.”

“Sesin maddi özelliklerini en çok değiştiren şey, düşünce içermesidir”

“Kesin kararlar daima, süreklilik arz edemeyen ruh halleri yüzünden verilir.”

“Gün içinde sahip olduğumuz zamanın miktarı esnektir; bizim hissettiğimiz tutkular bu zamanı genişletir, hissettirdiğimiz tutkular daraltır, alışkanlıksa doldurur.”

“Alışkanlığın bir biçimi olan feragat, bazı güçlerin sürekli artmasına imkan tanır.”

“Alışkanlık bir yandan zayıflatır, bir yandan sağlamlaştırır, bir yandan da sonsuza dek sürdürür.”

“Beni bilirsin, alışkanlıkların insanıyımdır. En sevdiğim insanlardan ayrıldıktan sonraki ilk günlerde mutsuz olurum. Ama onları hep aynı şekilde sevmeye devam ettiğim halde alışırım, hayatım sakinleşir, yatışır; onlardan aylarca yıllarca ayrı kalmaya dayanabilirim.”

“barışseverlik bazen savaşları artırır, hoşgörüde suç oranını”

“Bu ayrılık ruhuma vücut ağrısı gibi hissettiğim bir acı veriyor.”

“Aşkın etrafına çektiğimiz aşırı dar sınırlar, tamamen hayat hakkındaki muazzam cehaletimizden kaynaklanır.”

“Bir gün öncekiyle aynı olan bu ertesi gün matematiği, problemleriyle daima kıyasıya boğuşacağımız bu matematik, o saatlerde bile bizi yönetir, yalnız biz bunun bilincine varmayız.”

“Bir insan ne kadar bilge olursa olsun “ dedi “gençliğinin bir döneminde mutlaka hatırlamaktan hoşlanmadığı yok olmasını isteyeceği sözler söylemiş hatta bir yaşam tarzı benimsemiştir. Ama bundan ötürü kesinlikle pişmanlık duymamalıdır., çünkü (bilgeliğin mümkün olduğu ölçüde) bilgeliğe ulaştığından emin olabilmesi için bu son safhadan önceki bütün gülünç veya iğrenç aşamalardan geçmiş olması gerekir. Ortaokul çağından itibaren öğretmenlerinden zihin soyluluğunu, manevi zarafeti öğrenen bazı gençler var. seçkin kimselerin çocukları ve torunları var biliyorum. Onların, belki hayatlarından kesip atacakları hiç bir şey yoktur;"

“Zevk de fotoğraf gibidir. Sevdiğimiz insanın yanında alman, negatif bir klişedir sadece; bunu daha sonra evimize döndüğümüzde, insanlarla görüştüğümüz sürece kapısı kapalı olan içimizdeki karanlık odaya girebildiğimizde banyo ederiz.”s.411


16 Ekim 2021 Cumartesi

SWANN’LARIN TARAFI- Kayıp Zamanın İzinde

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2006

Yayınevi: Yapı kredi Yayınları

Sayfa Sayısı: 414

      Marcel Proust (1871- 1922),Fransız romancı, deneme yazarıdır. 

Ahmet Altan'ın, M. Proust için: “ünlü bir doktor olan babası, oğluyla marazi bir aşk yaşayan annesi, züppelikle geçen bir gençlik, edebiyat çevrelerinde verilen ziyafetler, Paris sosyetesinin souperleri, sancılı bir şekilde yaşanan eş cinsellik, astım krizleri, hovardaca yaşanan yıllardan sonra perdeleri sıkı sıkıya örtülü eve kapanıp yazılan binlerce sayfalık nehir roman ve 51 yaşında “artık her şeyi yazdım, ölebilirim” diyerek karşılanan bir ölüm…” yorumu, yazarın hayatını özetlemiş.



   Edebiyatın dehası Proust’un en tanınmış eseri, 7 ciltlik, “Kayıp zamanın İzinde”dir. 20. yüzyılın ses getiren eseri. Yaklaşık 30 yıllık bir süreci anlatıyor. Kitap, 1 milyon 250 bin sözcük ve 3000 sayfadan oluşuyor. 500’ün üzerinde de karakter var. Roza Hakmen çevirisi inanılmaz güzel. Çeviriyi, mükemmel inceliklerle işlemiş, bir cümleden çıkamıyorsunuz. Proust, Türkçe çevirisini okusaydı eminim çok etkilenecekti. İyi ki Tahsin Yücel çevirmemiş, çevirilerindeki kelime tercihleri okuru çok yabancılaştırıyor. Roza hanımı takdir ediyorum.

  Kitabın,anlatımı çok yoğun, edebi olarak çok titiz davranmış, cümleleri çok uzun, sıkıldığınız da oluyor. Gerçek hayatın dışında karakter yok. Fransız olsaydım o eşleşmeyi sayfalarda çok hissederdim herhalde. Yazar, her satırında edebi yüksek seviyeyi düşürmüyor. Tasvirler çok güzel, kibirli, aristokrat insanları okurken o masada onlarla birlikte oluyor insan. Adeta Swann’ın gölgesi oluyorsunuz. İnsanın duygusu üzerine hemen çıkarım yapan bir yazar. İlk kitabı dikkatli okumak gerek çünkü başlangıçlar var.

   Proust, muazzam edebi bir giriş yapmış, beni çok etkiledi. İnsanın, tam uyumadan önceki,  REM e geçiş olan bölgeyi neredeyse 30 sayfa inanılmaz anlatmış. Kısaca kitapta "ıhlamur çayına batırılan  bir madlenle" yeniden yakalanan, belleğin gücüyle yeniden canlandırılan geçmiş... Bir koku, bir tat bir anda bizi de olduğumuz yerden alıp çok derinlere götürüyor. 

  Anlatıcının doğduğu ve çocukluğunun geçtiği Combray, Swann’ın Odette’le yaşadığı destansı aşk, annesiyle kurduğu Freudyen bağ, kişiler, yerler, buluşmalar ve önemsiz gibi duran olaylar, hepsi yerli yerinde kullanılmış. Her karakterin kendi bakış açısı var. Seçtiği anlatıcı, zamanın yıkıcılığına karşı yeniden inşa etmenin yaratma sürecini ve insanın geçmişinin toplamı olduğunu göstermiş. Yazar, insana dair her ögeye girmiş, müziği derinleştiriyor, sanatı içselleştiriyor ve bunları çok incelikle okuyucuya sunuyor.  

   Edebi keyif alarak okudum. Üst düzey edebi zevk yaşadım. Proust’un labirentinde kaybolun. İyi okumalar.

“Benim her yerde dostlarım vardır; yaralanmış ama mağlup olmamış, kendilerine acımayan, mağfiretsiz bir tanrıya acıklı bir inatla birlikte yakarmak üzere birbirine yaklaşmış ağaç kümelerinin bulunduğu her yerde.” s.23

“... konuşanı susturma ve işitene masum görünme isteğini bomboş bakışlarda sabitleyen kıpırtısız suç.”

 

HER ŞEY DARMADAĞIN OLDUĞUNDA Zor zamanlar için öğütler

 Yazar Adı: Pema Chödrön

Basım Yılı: 2007

Yayınevi: Okyanus Yayıncılık

Sayfa Sayısı: 160

     Pema Chödrön, 1936 doğumlu, Amerikalı Budist rahibe. Derrida’nın şimdiki zamanın yokluğu deyişi arasında gidip gelen bir meditasyon ustası. Meditasyon ve farkındalık üzerine pek çok kitabı vardır. Mutlu ve huzurlu, tatmin edici bir hayat sürmek için basit ve etkili önerileri ile tanınır.

   


   Kitabın tanıtımında şöyle diyor: “Bu kitabın içeriğinde bize acı veren duyguları, süreçleri, bilgelik, şefkat ve cesarete dönüştürebilmenin başkaları ile gerçek, içtenlik ve samimiyet kurmanın, olumsuz tutum ve alışkanlıklarımızı tersine çevirmenin, karmaşık ve zor durumlar ile baş etmenin yollarını bulabilirsiniz.”

  Bu kitap; hayata, yaşananlara geri dönüp bir kez daha bakmanın ve yeni bakış açısıyla değerlendirmenin yollarını gösteriyor. “Ayrıldım, üzgünüm ama bununda bir anlamı ve beni taşıyacağı bir nokta var” İlişkilere, aşka dair değil de kederinizi nasıl yaşayabileceğimize ışık tutan bir kitap. Kişisel gelişim kitabı. Kandırılabilir tüketici kesime hitap eden kitap serilerinden. Yaşamın sırrını, hayatın pratikliğini formüle etmeye çalışan, reçeteler sunan kitaplardan biri. Kendinizi bir nebze iyi hissettiren…

“İnsan bazen gerçeği bildiği halde kandırılmak ister” Sebastian Petrycy

12 Eylül 2021 Pazar

BEN KİRKE

 Yazar Adı: Madeline Miller

Basım Yılı: 2019

Yayınevi: İthaki Yayınları

Sayfa Sayısı: 408

    Madeline Miller (1978-...) Amerikalı romancı. Antik Yunan mitlerini anlatan bir öğretmen olduğunu öğrendiğimde heyecanlanmıştım.  Tanrıları, mitolojinin gizemlerini ve entrikalarını anlayıp, çözemediğim bir dönemde yazarla ve kitabıyla karşılaşmam güzel bir tesadüftü. Kızımın önerisiyle tam zamanında tanıştığım bir kitap oldu. Yazar, Antik Yunan mitolojilerinde yer alan mitsel karakterler üzerinden fantastik bir kurmaca oluşturmuş. 2018 yılında yılın en iyi fantastik romanı seçilmiş.

   Güneş tanrısı ve titanların evinde bir kız doğar. Adı Circe’dir. Annesi ve babası tarafından sevilmemiş, aşağılanmış, ezilmiş bir çocuktur. Bir gün bir balıkçıyı bir tanrıya dönüştürdüğünde büyücülük güçleri olduğunu fark eder. Tüm denizcilerin korktuğu korkunç bir deniz canavarı haline gelir. Tanrıları bile tehdit edebilecek bir büyücülük gücüne sahiptir. Tehdit altında olan Zeus Circe’yi ıssız bir adaya hapseder. Circe’nin adasına denizciler gelip, yer, içer sonra tecavüz etmeye kalkışırlar. Circe’de o adamları domuza çevirir. Bir gün adaya, İthaka’nın kurnaz perisi, tanrıça Athena’nın gözdesi, Penelope’nin kocası ve  Troya savaşı sırasında Agamemnon’un başdanışmanlarından Odyseus (Yunanların savaşı kazanmasını sağlayan at hilesini düşünen kişi) gelir. Kirke ona aşık olur, çocuğu Telemaknos olur. Daha sonra Kirke’nin sevdikleri için yapabildikleri ve bir sürü şey, merak edenler alsın okusun.

   Kitap da beni etkileyen yerlerden biri; Kirke, hiç öz güveni olmayan o kadar kompleks bir karakter ki, güçlü bir kadına dönüşümünü izlemek çok keyifliydi. Merkezde hep Kirke’nin olması, erkek egemen Tanrılar topluluğunu sürekli erkeklerin ağzından dinlemektense, kadın anlatıcıdan okumak da ayrı keyifliydi. Yazar, bildiğimiz tüm efsaneleri birbirine pürüzsüz bir şekilde bağlıyor, atıflar yapıyor. Kitap yavaş akıyor, bir sürü olaylarla dolu olmasına rağmen dili sade, boş cümleler yok .İyi okumalar…

"Yeterince güçlüysek bir gün midelerimize itaat etmemeyi seçebiliriz." s.7

"Ölümlüler şöhreti böyle ele geçiriyor, çok çalışarak ve kendilerini adayarak... Ama Tanrılar neleri mahvedeceklerini ispatlayarak... Şehirleri yakıp yıkarak, savaşlar çıkararak, salgınlar ve canavarlar yaratarak." s.114

 "Hiddet, keder, engellenmiş arzular, şehvet, kendine acıma: Tanrıların iyi bildiği duygulardır bunlar. Ama suçluluk, utanç, pişmanlık, tereddüt bizim türümüz için yabancı ülkelerdir, her bir taşının ayrı ayrı öğrenilmesi gerekir." s.132

"Düşünceye yaraymış gibi dokundum, ne kadar acıdığına baktım." s.197



18 Temmuz 2021 Pazar

POLİTİKA

 Yazar Adı: Aristoteles

Basım Yılı: 1975

Yayınevi: Remzi Kitabevi

   En büyük Antik Yunan filozofudur. MÖ. 384-322 yıllarında yaşamış; fizik, gök bilim, ilk felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi bir çok konuda eser vermiştir. Platon’un en parlak öğrencilerinden olup, Platon’un felsefi öğretilerinden etkilenmiştir. Ayrıldığı konular, bilgi felsefesi ve siyaset felsefesi olmuştur.  Siyaset felsefesi alanında Platon ebedi ve kusursuz bir devlet teorisi geliştirir. Aristoteles ise mevcut devlet biçimlerini inceleyerek işe başlar ve varolanlar arasından mümkün olan en iyisini bulmaya çalışır. Sistemli olarak çalışır, büyüklüğü de bundandır.



   Kitabı okumadan önce Platon’un Devlet kitabının okunması tavsiye edilir. Çünkü bu eser daha çok o kitaba verilen bir cevap niteliği taşıyor. Kitap 8 bölümden oluşuyor: 

1.Bölümde, devletin ortaya çıkışı ve devleti oluşturan insanların; cinsiyet, akıl ve fiziksel güç olarak birbirlerinden ayrılması anlatılıyor.

“Ağırlık ne kadar büyük olursa, çekiş de o kadar çoktur.” s.32

2.Bölümde, Phaleas, Hippodamos gibi düşünürlerin görüşleri üzerinden toplumdaki servet eşitliği ve anayasalar üzerinde duruyor.

“İnsanlara birbirlerini sevdiren ve düşündüren başka her şeyden güçlü iki güdü vardır: “bu benimdir “ demek ve “ ben, bunu seviyorum” demek. s. 36

“İnsanların, mülkiyete karşı işledikleri suçların tek nedeni, yaşamın zorunlu gereksinimlerini karşılamak değildir….. kıskandıkları şeyleri elde etmek isterler; tutkuları salt gereklilikleri aşarsa, doyumun yolunu suç işlemekte ararlar. “ s.46

“Büyük suçlara gelince, insanlar bunları amaçlarının aşırılığı yüzünden işlerler yoksa zorunlu gereksinimlerini (yiyecek, giyecek) sağlamak için değil. “ s.47

“İnsan doğasının bir kusuru da hiçbir zaman gözünün doymamasıdır.” s.48

3. Bölümde yurttaş, devlet , anayasa kavramlarını açıklıyor. Krallık, tiranlık, oligarşi, demokrasi, aristokrasi ve adalet konularını tartışıyor.

“Neyin adalet olduğuna karar verirken bu “kimin için” i gözümüzün önünde tutmazsak, kötü yanlışlar yaparız. Şu nedenle ki, kendimiz hakkında kararlar veriyoruz ve insanlar kendi çıkarları söz konusu olunca, genellikle kötü yargıçlardır.” s.83

“Devlet bir yatırımdan fazla bir şeydir; amacı yalnızca yaşamayı olanaklı kılmak değil yaşanmaya değer bir yaşamı kurmaktır..” s.83

“Çokluk bir çok durumlarda, her kim olursa olsun tek bir adamdan daha iyi bir yargıçtır.” s.100

4. Bölümde anayasa kavramını; oligarşik anayasa ve demokratik anayasa arasındaki farkı, hangisinin doğru olduğunu, bu organlarda görev alacak kişilerin halkın hangi kesiminden seçileceğini anlatıyor. 5. Bölümde anayasayı değerlendirip; eşitsizlik, devrim, gerilim, şiddet ve yönetim değişikliği konuları üzerinde durur.

“Eşitliğe eğilim gösterenler, daha yukarı olanlardan aşağı bulundukları halde, kendilerinin onlarla eşit olduklarına inanırlarsa bir devrim başlatırlar. Eşitsizliği ve üstünlüğü amaçlayanlar da eşitsiz oldukları halde kendilerine daha çok değil, eşit ya da daha az  pay verildiğine inanırlarsa, öyle yaparlar* Daha küçükler eşit olmak, eşitler ise daha büyük olmak için ayaklanırlar. İşte devrim için ön yatkınlık yaratan nedenler bunlardır.” s.144

“Ortaklaşa korku, can düşmanlarına bile işbirliği ettirir.” s.150

6. bölümde demokrasi ve oligarşilerde en iyi nasıl işletilebileceğini, devamlılığın nasıl sağlanacağı konusuna değinir.

7. Bölüm en iyi anayasanın amacı, yurttaşlarına en iyi yaşam türünü sağlamak olduğunu anlatıyor. 

“Mutluluğun erdemden ve dolayısıyla de iyi yaşamdan ayrılamayacağı gösterilmiştir.”  İnsanların yurttaşlık için nasıl eğitileceği bu eğitimi kimlerin nasıl vereceği üzerinde durur.

“Anayasanın kendisini tartışmalı, mutlu ve iyi yönetilen bir şehrin ne çeşit insanlardan oluşması gerektiğini kendi kendimize sormalıyız. Bütün insanların iyiliği 2 şeye dayanır, hedefin yani eylemlerin yöneleceği amacın doğru seçilmesi diğeri ise o amaca götürecek eylemlerin bulunmasıdır. Bu ikisi birbirlerine uyabilecekleri gibi kolaylıkla çatışabilirler de.” s.218

“Onun içindir ki, insanlar mutluluğun nedenlerinin zihinlerimizin içinde değil, dıştaki şeylerde olduğunu sanırlar. Oysa bu, parlak bir lir çalınışını çalgıcının ustalığından çok, çalgının niteliğine yakıştırmaya benzer.” s.219

   Son bölümde de eğitim konusuna devam eder. Özellikle çocukların eğitilmesi ve yetiştirilmesi konusu ve bu eğitimde müziğe oldukça çok yer veriyor. Müzik sadece dans etmek, eğlenmek, içki içmek için değildir, eğitimi uygulanmalıdır. Bu bölüm müzik konusuyla ilgili.

Okuyun mutlaka, siyasetle de ilgiliyseniz çok aydınlatıcı bir kitap.

 

13 Haziran 2021 Pazar

DİYALOGLAR

 Yazar Adı: Platon

Basım Yılı: 2019

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Sayfa Sayısı: 637

 

   Platon, düşünce tarihinin en önemli filozoflarından biridir. MÖ. 427-347 yılları arasında yaşamıştır. Antik yunan filozofunun gerçek adı Aristokles, geniş omuzları ve atletik yapısı sebebiyle Yunanca "geniş göğüslü" anlamına gelen Platon lakabıyla tanınmıştır. Sokrates’in öğrencisi, Aritoteles’in öğretmeni olmuştur. Bu üç filozof felsefe tarihinin en önemli filozoflarından olmuştur. Sokrates öncesi filozoflar daha çok Materyalist görüşler üretmişler fakat idealist felsefe Platon’la doruk noktasına ulaşmıştır. Günümüze kadar ulaşan büyük bir düşünsel miras bırakmışlardır. Platon, Atina’da “Akademi” isimli felsefe okulunun kurucusudur. Platon felsefesinin 5 önemli kuramı vardır: “bilgi” “idealar” “ruhun ölümsüzlüğü” “evren-doğum” ve “devlet”



   Platona göre felsefenin amacı; insanın mutluluğu ve yetkin bir yaşamın sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam ise erdemli bir hayat sürmekle olur. Erdemin temeli ise “bilgi” özü “idealar kavramı” gerekçesi “evren-doğum” güvencesi “ölümsüzlük” yaşamsal sığınağı “devlettir” . Öğretmeni Sokrates’in de aynı görüşü paylaştığını Platon’un diyaloglarından anlarız. Çünkü Sokrates’in yazılı bir eseri yoktur.

  Kitap 12 bölümden oluşmaktadır, “Sokrates’in savunması” üstüne bölümüyle başlar. Diğer bölümlerde yine Sokrates’in öğrencileriyle ve diğer bilge kişilerle yaptığı karşılıklı tartışmaları anlatır. Söylev sanatı, erdem, dil, şiir, bilgelik, cesaret, dostluk, bilgi, varlık üstüne konularını Sokrates’in de içinde bulunduğu diyaloglar halinde verir. Bunu,  çeşitli sorular yardımıyla, diyaloğa girdiği insanların bildiklerini unutturacak derecede, alakasız dediğiniz konuları birbirine bağlayarak başarır. Dikkatli bir okur, Sokrates'in muhatabı olan kişilerin,  yaşlarını baz aldığını diyaloglarında farkeder. Çocuklarla daha şefkatli konuşurken, yaşı kendinden büyük olanlar ile daha acımasız ve gaddardır. Maksat, bilmediğini işaret etmek, kafasını karıştırmaktır. Bilmediğini bilmeyen dogmatiklere kendilerini göstermektir. Sonunda, Sokrates'in geniş keşiflerinden de mutlu olurlar.

 Sorularını örnek vererek anlattığı için anlamak kolay oluyor. Bence boş beleş kitaplardansa bu kitaplar okunmalı. Kitaptan alıntılar:

“Sanırım bilgelik insanın bazı şeylerin karşısında; kızarmasına, utanç duymasına yol açıyor, bu yüzden bilgelik utanmadır.” s.307

“Bilgi satın almak, besin satın almaktan çok daha tehlikelidir… Bilimler bir kap içinde taşınamaz, öğrenilen bilimi ruha yerleştirip zehirlenmiş yada güçlenmiş olarak çekip gidebilirsin.” s.397

“Takdir dinleyicilerin ruhundan gelir, içtendir; övgü ise çoğunlukla asıl düşüncesini gizleyip, yalan söyleyenlerin dudaklarından çıkar. Sizi dinleyen bizlerde zevk değil sevinç duyacağız çünkü sevinç, öğrenen, bilgeliğe erişen aklın doyurulması; zevk ise yemekle yada buna benzer hoş bir duyumla bedenin doyurulmasıdır.” s. 420

“Öyleyse her şey de olduğu gibi zevki iyilik için yapmalı, yoksa iyiliği zevk için değil.” s.108

“Renk, şekillerin görmeyle ayarlanmış, algılanabilen akışıdır.” s. 157

“İnsanı doğruya götüren iki kılavuz vardır. Doğru sanıyla bilgi.” s.186

“Ad; aramaya yarayan bir araç, gerçekliği belirtmeye yarayan.” s.200

 

 

 

14 Mayıs 2021 Cuma

FELSEFEYE GİRİŞ TEMEL KAVRAMLAR VE KURAMLAR

 Yazar Adı: Kazimierz Adjukiewicz

Basım Yılı: 1989

Yayınevi: Gündoğan yayınları

Sayfa Sayısı: 136

   Kazimierz Adjukiewicz (1890-1963) Polonyalı mantıkçı ve felsefecidir. Anlam bilimde bir çok yeni fikir üretmiş, araştırma alanları ise model teorisi ve bilim felsefesi olmuştur. Yazar ön sözünde, bu kitabın her şeyden önce ileri düzeydeki öğrenciler için yazılmış bir ders kitabı değildir dese de bu kitabı anlamak için felsefe ile daha önceden ilgilenmiş, okumuş olmak gerekiyor. Aydınlatıcı bir kitap. Bununla birlikte bu  kitap, felsefeye ilk giriş olarak ideal bir kitap değildir. Felsefenin akım ve problemlerini az ya da çok elle tutulabilir olan tanımlarını bulma olanağı verecektir. Filozofların kullandığı terimlerin anlamlarını açıklamaya çalışmıştır.



   Bilgi kuramı, Doğruluk problemi, Bilginin kaynağı problemi, Bilginin sınırları problemi, Metafizik gibi bölümlerden oluşuyor. Metafiziğin kapsamı içinde kalan problemleri 4 öbeğe ayırır. 

1. Ontolojik problemler 

2. Doğanın var oluş tarzıyla ilgili problemler 

3. Töz ve dünyanın yapısıyla ilgili problemler 

 4. Dinsel inanca karşı bir bakış açısı benimseme gereksiniminden doğan problemler. 

   Meta fizik terimi çok sık kullanılan ancak anlamı yalnızca belli belirsizce ve muğlak biçimde kavranan bir terimdir. Fakat yazarın tanımı çok doyurucuydu.

“Düşünce ufkumuzda,  mutluluk ve ahlaksal bakımdan değer biçmelerimiz üzerinde kesin sonuçlu bir etki uygulayan, bilgi bütününe dünya görüşü adını vereceğiz. Bu dünya görüşü sığ ve dar kapsamlı olduğu sürece, geçici olup, genişlemesiyle birlikte değişebilir. Ciddi düşünen insanlar, ufuklarının dar kapsamlı olmamasını daha çok dünya görüşlerinin tam olmasını sağlamaya çalışırlar.” S.131

   Kişi bir din içersine doğar, dinsel inançlar çocukluğun çok erken evresinden başlayarak aşılanır. Dinsel inançlar bir çok insanda bağımsız ve eleştirel bir biçimde düşünmeye başladıklarında sallantı geçirir. Yeni bir kılavuz bulma gereksinimi duyduklarında, bu kişinin bizzat kendi entelektüel çabalarıyla ulaşma gereksinimi dünya görüşünü genişletir. Metafiziksel problemlerin büyük bir bölümü bu çabadan doğar. Metafizik dinin mirasçısı olarak doğmuştur. Fakat dinin izlediği yoldan farklı bir yol izleyerek, insanların özgür araştırmalarına dayanmayı  önermiştir.

  Metafiziği, Kartezyen felsefenin kurucusu Descartes, bir ağaç benzetmesiyle, çok güzel anlatır. Ağacın köklerini metafizik, gövdesini fizik, dallarını öteki tikel bilimler, meyvesini de ahlak ilmine benzetir. ”Bir ağacı var eden, onu ayakta tutan kökleridir.“ Descartes’in ünlü ağacı kendisinden 3 asır sonra gelen Alman filozof Heidegger’in yönelttiği sarsıcı soruyla köklerinden çatırdamaya başlar. Felsefe ağacının gövdesi ya da dalları onu ilgilendirmez, esas itibariyle kökleri de ilgilendirmez. Daha da derine inerek kökünde, gövdenin de zeminsizliğini ortaya koyacak olan can alıcı sorusunu sorar: “Bu felsefe ağacının kökleri hangi toprakta durur, tutunur?”

   Kitap da altını çizdiğim cümlelerden bir kaçı;

”Kendilerini doğru savlar olarak kabul etme hakkımız bulunduğu ancak deneye dayanmayan savlara “a priori savlar” adı verilir.” S.31

“Bilişsel eylemler; algı, anımsama, yargılama ve akıl yürütme, düşünme, çıkarsama yapma gibi zihinsel faaliyetlerdir. Bilimsel savlar zihinsel faaliyetler değildir bu yüzden onların bilişsel eylemler arasında yer almamaları gerekir.” S.15

“Doğru bir sav nihai ve değiştirilemez olan ölçütleri yerine getiren bir savla aynı şeydir. Bu nihai ölçütün sınamasından geçen bir savın, gerçeklikle uyuşup uyuşmadığını bilemeyiz. Bunun bir sonucu olarak doğruluğu, yanlışlıktan ayırırken göz önünde tutmamız gereken nokta belirli bir savın gerçeklikle değil de bir takım nihai ölçütlerle uyuşup uyuşmadığıdır. Öyleyse doğruluk kavramını tanımlamak için düşüncenin nihai ve değiştirilemez ölçütlerle uyuşması olarak tanımlamalıyız.” S.19