Yazar Adı: Mircea Eliade
Basım
Yılı: 2003
Yayınevi:
Kabalcı Yayınevi
Sayfa
Sayısı: 456
Mircea Eliade, (1907-1986) önde gelen din
tarihçilerindendir. Dünyanın çeşitli dinlerindeki, simgelerin, mitlerin, dilin
izlerini sürmüş, incelemiş ve çözümlemiştir. Yazar sadece tek tanrılı dinleri
ele alıp incelememiştir. İlkel ve gelişmiş tüm dinleri eş zamanlı olarak
incelemiş, ortak ögeleri ortaya koymuştur. Kitap da o kadar çok bilgi var ki
nerden alıntı yapacağımı şaşırdım. Kitap farkındalık yaratıyor. Bazı
geleneklerin ardında ciddi anlamda eski inanışların olduğu bariz bir durum var.
Biz farkında değiliz. Bu anlamda harika bir eser olmuş. İnsanı sorgulamaya
itiyor. Kafanız karışabilir. Teolojiye bu kitaptan başlanmalı. Anlatımı açık ve
anlaşılır. Mutlaka okuyun.
“Anu, en azından tarihin başlangıcında soyut bir tanrıdır.”
“Tabi
ki Anu’nun evi göktür.”
“Yıldızlar
onun ordusudur. Çünkü Anu evrensel hükümdar olarak savaşçı bir tanrıdır.” s.85
“Daha
sonra gök tanrılarının büyük çoğunluğu “özelleşmişler” fırtına ve bereket
tanrılarına dönüşmüşlerdir. Ama tanrıların sonradan belli alanlarda
özelleşmelerini, din tarihinin oldukça iyi bilinen süreçleriyle açıklamak
gereklidir. (somut olana eğilim; ”yaratma”, ”bereket” düşüncesine dönüşmesi vb.)
ve her durumda parlak gökyüzü tanrısı düşüncesinde meteorolojik işlevlerinde
yer alabileceği olgusu yadsınmamalıdır.”
“Özdeşleştirme-
Yüce Varlığın güneşle özdeşleştirilmesine en iyi örnek Hindistan’ın Kolarien
kabileleri tarafından verilir.”
“Bu
insanların işlerine karışmayan yumuşak tabiatlı bir tanrıdır.”
“Ay
ölçer ama aynı zamanda birleştirir.”
“Bu
nedenle tarih öncesi çağlardan beri su-ay-kadın üçlüsü hem evrenin hem de insan
üretkenliğinin yörüngesini biçimlendirir gibi görünmektedir.”
“İran’lı
su tanrısı Ardvisura Anahita’dan ”sürüleri çoğaltan…malları…zenginliği artıran…toprağı
bereketlendiren…tüm insanların tohumunu arındıran…kadınların rahmini arı kılan…onlara
ihtiyaçları olan sütü veren ermiş” olarak söz edilir.Yıkanmak suçtan arındırır.”
Ölülerin varlığından kaynaklanan kötülükleri temizler, deliliği geçirir (Arkadya’daki
Clitor çeşmesi) günahları da fiziksel ya da ruhsal bölünmeyi de giderir. En
önemli dinsel adetlerin kökenin de yer almaktadır. Ve böylece insanın kutsalın
idaresine girmesini sağlamıştır. Tapınaklara girmeden önce ve kurban
törenlerinden önce yıkanılır.” s.202
Kadın,
Cinsellik, Tarım-Kadın ve Tarım arasında öteden beri var olan bir özdeşleşme
varmış. Örneğin Doğu Prusya’da, yakın zaman kadar çıplak bir kadının tarlaya
bezelye ekme adeti varmış. Finlilerde kadınlar; tarlaya, tohumları adet
gördükleri dönemlerde giydikleri giysilerle, fahişenin ayakkabısı içinde ya da
gayri meşru bir çocuğun çorabında taşırlarmış. Böylece oldukça güçlü bir
cinsellik taşıyan insanlar tarafından taşınan eşyalarla temas eden tohumların
verimli olacağı düşünülür. Bir kadının ektiği pancarlar tatlı, erkeğin
ektikleri acı olurmuş?? Estonyalılarda
keten tohumlarını tarlaya genç kızlar taşır, İsveçliler ise keten tohumlarını
tarlaya yalnızca kadınların dikmesine izin verirlermiş. Almanlarda, tohumları
eken özellikle evli ve gebe kadınlar… Toprağın bereketiyle kadınların yaratıcı
güçleri arasındaki mistik bağ ”tarımcı zihniyet” diyebileceğimiz zihniyetin en
temel güdülerinden biridir.
İslam
metinlerinde de kadın “tarla” olarak imgelenir. Kur’an da “Kadınlarınız sizin
tarlanızdır “ denir. s.260
Fin
çiftçilerin, tohumları tarlaya ektikten sonra memelerinden akıttıkları bir kaç
damla sütle bunları suladığı doğrudur.
Jan
de Vries’in belirttiği gibi, bu geleneğin anlamı, hasadın gerçek “gücüne” özüne
zarar gelmemesini sağlamaktır. Aynı nedenle bir ağacın son meyveleri toplanmaz,
koyunların sırtında bir tutam yapağı bırakılır, Estonya’da ve Finlandiya’da,
buğdayın bulunduğu dolap tamamen boşaltılmaz; çiftçiler, kuyulardaki suyu
çektikten sonra bir kaç damla su akıtırlar. Biçilmeyen buğdaylar, bitkilerin ve
ekili tarlanın gücünü kendinde toplar. Bu gelenek-tüketilen ama asla tamamen
yok olmayan kendi büyüsüyle kendini yenileyen “güç” kavramından
türemiştir-bitki güçlerinin mitolojik kişilerine ya da tarlayla doğrudan ya da
dolaylı olarak ilgili çeşitli ruhlara sungular vermek olarak yorumlanmıştır.
Tarihin
yönünü belirleyen ne nüfusun artışı ne de yiyecek bolluğu idi; tarihin yönünü
belirleyen insanın bu keşifle birlikte geliştirdiği zihniyettir. İnsan tahıllar
aracılığı ile gördüklerinden, onunla uğraşırken öğrendiklerinden, tohumun
toprağın altında kendi hüviyetini yitirdiğine tanık olarak anladıklarından
belirleyici bir ders çıkarmıştır.
“İslam
inanışlarına göre, dünyanın en yüksek yeri Kabe’dir. Çünkü kutup yıldızı, onun
göğün merkezinin tam altında olduğunu göstermektedir.
Benzer kavramlar Babil’de “gökle yerin temelinin evi” “gökle yerin arasındaki bağ”, adları sayılabilir. Yer ve yer altındaki bölgeler arasındaki geçiş de her zaman tapınaklarda mümkündür. Yine İbranilerde rastlanır “Kudüs Kayası”, yerin altındaki suların merkezindedir. Romalılarda “mundus açıldığında , yeraltının ürkütücü tanrılarının kapısı da açılmış demektir” diye yazar.
"İtalyan tapınakları da
göğün, yeryüzünün ve yeraltının kesiştiği yerdi.” s.363
İranlıların
yeni yılı Nevruz, hem Ahura Mazda bayramı hem de insanın ve dünyanın
yaratıldığı gündür. Nevruz gecesi sayısız ateş ve ışık yakılır, tanrılara içki
sunulur, suyla yıkanarak arınılır ve böylece gelecek yıl bol yağmur yağması
sağlanmaya çalışılır.
Tüm
bu olguların ortak noktası vardır: evrenin doğumunun simgesel olarak
tekrarlanmasıyla zamanın dönem dönem yenilenmesi düşüncesidir.
Bunların
hepsinin açıklaması bütünle örtüşme isteğinden doğar. “Bütünü” bir sisteme
dahil etme eğilimi, çok yönlülüğü tek bir “duruma” indirgeyerek onu
olabildiğince saydamlaştırma çabası olarak görülmelidir.
“Kutsala
direnmek, varoluşçu metafizik için özgünlükten kaçışla aynı anlama gelmektedir.”s.436