Yazar
Adı: Şule Gürbüz
Basım
Yılı: 2017
Yayınevi:
İletişim
Sayfa
Sayısı:196
Şule
Gürbüz, ilk kitabı Kamburdan, tam 18 yıl sonra kaleme aldığı bu çalışma ile (Zamanın Farkında), 2012 yılında, Oğuz Atay öykü ödülünü aldı. Günümüz edebiyat
sınırlarını aşmış, kendince yeni bir edebiyat ekolü oluşturmuştur. Bunu
oluştururken de, kendi deyimiyle “gayretkeş” okur için bir yol haritası olarak
planlamıştı. Anlatım tekniği çok da alışık olduğumuz türden değil. Karmaşık
cümle yapıları, karmaşık ifadeler, devrik cümleler… iğneleyici ve sorgulayıcı
bir dille yazılmış. Cümle yapıları uzun fakat çok etkileyici. Her cümle bir
hikaye sanki. peki ne anlatıyor? Esasında belli bir konusu yok. Yazarın iç
dünyasına seyahat ediyorsunuz. Hislerini hislerimizle tanıştırıyor. Karşılıklı
içsel bir sohbet gerçekleştiriyorsunuz. Felsefe ve edebiyatın ve sanatın
birleşmesinden oluşmuş hoş bir kitap. 5 farklı öyküden oluşuyor.
1.BÖLÜM
kitabın daha rahat bölümü.Müzik Hocasının zamanla geçtiği yolun zorlukları ve bu
yolda karşısına çıkan anlamsız kuralları eleştirmesi ve sorgulama hali
anlatılıyor.
“Ben
müziği seviyorum. Oluştuğu şeyleri değil. Bu notalar bana ortaya dökülmesi
değil gizlenmesi gereken şeyler gibi geliyor.” s.20
“Göğüs
kafesimde bir daralma ve kaburgalarımın kalbime batmaya başladığını hisseder
etmez başımı çeviriyorum ve bir ”azını çok gösteren, azıyla hem kendi doyan hem
aptal doyuran” görüyorum. Ağrım kramp halini alıyor.” s.31
“Hani
bazen insanın başına bir dert, bir tatsızlık gelir. Ama bu neredendir diye
düşününce yaktığı bir can, incittiği bir şeyler, sebep olduğu bir kötülük
kolaylıkla görür.” s.32
“Eve
dönmek kendine sarkıntılık etmekten başka nedir ki?” s.34
“Ne
tuhaf çocukken hep görünmez olmak isterdim, meğer zaten görünmezmişim, dahası
herkes meğer görünmezmiş. Kalp saklı, gizli, sırlı,hileli, sahibinden bile ayrı
iş ve oluşlarda,…” s.41
“44
yaşındayım. Yaşımdan utanıyorum, halbuki başımdan utanmam lazım…Genç olmak
umurumda değil de yaşımın adamı olmadığımı sezmek beni perişan ediyor.” s.42
2. öykü, Cansın, 24 yaşında babasıyla
annesinin aldığı hediyeler sonucu ölmek isteyen bir genç. Edebiyat ve kültür
kumkuması bir ailenin çocuğunun, kendini bulmasına ve keşfetmesine izin
verilmeyen gencin isyanıdır.
“Mutlu
ol Cansın, sofistike merakların olsun, gözlerin parlasın, öyle ölük ölük durma,
mutlu ol bir kiraz sapı, taze ekmeğin tuşesi.” s.79
“İngilizce
demek ondan şakası, ciddiyeti, felsefesi, lafazanlığı, dalgası ile uzak şey
demekti.” s.81
“O
daha çok, beğendiği yada uzun bulduğu cümleleri çizer, kenar köşesine bir
şeyler karalardı. Babası annesinin bu karalamalarına hayrandı. “ Bacon bir ise,
sen ikisin” derdi. Annesi bu iltifatı da çok olağan karşılar, babasına, hizmet
eden garson aşinalığında bakardı. Annesi nedense lütuf, sadakat, sakınma,
merhamet, bilge görünmek gibi kelimelerin altını çizmiş, …” s.83
“Anlama
o kadar sancılı bir süreç, kabullenme o kadar eziyetli bir hal ki, anlamak ve
kabul etmek, bunu içine sindirmek, bu hal ile bir olmak çekmek anlamına da
gelebiliyor. Anlamak öyle bir sancı ki, insanın vücuduna bir başka insan daha
yerleşiyormuşcasına bir darlık, isyan, bunalma, kabullenme güçlüğü ve daha, çok
daha dar bir yerde yaşama mecburiyeti getiriyor. Anlama öyle zor ki, anlayışı
ve onunla gerçekten bir olup olmayışı her an, her şeyle sınıyor, hep anlamanın
neticelerini istiyor.Ve nihayet gerçekten anlamışsa, anlama gerçekleşmişse o
darlık giderek genişliyor, içinde dökülen bir giysi, koruyucu tılsımlı bir
gömlek, başın üstünde görünmez bir hale dönen ve her şeyi tatlılaştıran bir
ışık oluyor.” s.88
3. öykü, Mezarlıktan Geçiş; Leyla
karakterinin, hayatını yanlış bilgilerle hazırlattığını unuttuğu astroloji
haritasına bağlı kalarak geçirmesini anlatıyor.
“Gençlikte
insanın içi bomboş olduğundan içine ne düşse büyük gürültü çıkarıyor elbet.” s.106
“Her
zaman bölümünde zamana hiç değmediğini, zamanı yaşayan, tüketen, öğrenen ve
diğer periyoda geçenler gibi bir birine değme, yaşadığının farkındalığı olmadan
hep kendi içine gömülü bir sır olarak kalmak.” s.107
“Zaman
akar mı, içinden mi geçilir, tümüyle dışındadır da uzaktan ve kenarından mı
bakılır?” s.113
4. öykü Mutfak, neşeli bölüm. Bazı mutfaklar kendi yaşamını bazıları da
başkalarının yaşamını konuşur.
“Hep
bu gazetelerin , televizyonların yüzündendi….Eline bir fincan kahve alıp da
ağız tadıyla içemiyor. Birisini taklit ettiği zannına kapılıyordu.” s.119
“O
korkak yaşamaya cesaret etmişti, ömür boyu yakasını bırakmayacak bir şeyle
yaşamaya.” s.121
“Mutfağı
en kutsi, evin en can alıcı yeri gördüklerinden masraf demek, mutfak masrafı,
eksik gedik demek, mutfak eşyası, beceri demek mutfaktaki beceri demek idi.” s.122
5. bölüm kitabın da adını verdiği can
alıcı bölümdür. Zamanın Farkında; Aslan beyin
yalanlarını, yanlışlarını, görünmemek için yapıyor gibi göründüğü
şeyleri, toplumu, insanların yapıp ettikleri üzerinden eleştiriyor.
Düşünce ve zihin akışına, dilin
üstünlüğüne önem vermiş, ontolojiyi mesele edinmiş bir yazardır. Olaylar,
kurgular kahramanlardan oluşan bir edebiyat formunda yazılmamış bir anlatı kitabıdır.
Anlattığı şeyin yüksek bir dile ihtiyacı var. Soru sorma, düşünebilme gibi, olan biten sadece zihinde ve dilde oluyor.
Edebiyatın
temel direği bu: İnsanın asli işlerinden biri kendini gözlemlemek, hem de
keskin bir gözle. İnsanın kendi üzerinde hatıraları birikiyor.
İyi
yetişmiş, iyi niyetli, gayretkeş okurlara ihtiyaç var. Metinlerde gülecek ve
kederlenecek şeyleri yakalıyorsunuz. “Belli referanslara sahip olmayan insanlar
bazı metinlere karşı taş kesiliyorlar.” Burada kutsal kitaplardan, felsefeye,
tasavvufa, mistisizme içli dışlı bölümler var. Cesurane cümleler var. Onlar
sizin derdiniz değilse kitap dilsiz kalıyor. Ölümü bu dünyadan koparmıyor,
gidilecek bir yer olarak görüyor.
Ölüm: yaşamım devamı. ( Doğal gaz evi ısıtsa
da içini ısıtmıyor)
Zor
okunan bir kitap oluyor. Şule Gürbüz’ün edebiyatı yoğun bir edebiyat. Çok
boyutlu ve katmanlı metinler var. Monologdan diyaloğa dönebiliyor, sorular
geliyor. Hayat öyle ya da böyle bir karşılık veriyor. Metinler, İnsana şifa
gibi de geliyor.
“Akil olmayan deli olabilir mi?” s.137
“İstiyorsunuz
ki doğru bildiğiniz iki cihanda da doğru olsun, siz buranın mamurları oranın
müsteşarları olun. Hem de burada seni işe sokan orada da şefaat etsin.”Bizden
bizden” desin.” s.138
“Dünya
vatandaşı derken dilini şaklatıyorsun da hayat kadını deyince neden dudak
büküyorsun?” s. 139
“Ömrün
boyunca doğru söyledin öyle mi? Doğrular sana elverişliydi de ondan….Utanmanın
ve eksikliğin ve sıkıntının adını neden değiştirdiniz?” s. 139
“Herkesin
kendi yerine yaşadığı kendi yerine öldüğü söylenir hep, ama herkes kendi de
değil, kendi yerinde de.” s.140
“Zaman
hafızada biriken ve arandığın da,sadece orada bulunan mı?” s.150
“Kendini
bir kez çıplak gözle görebilse insan, bir bakabilse yapamadıklarına değil bu
hali ile yapabildiklerine şaşar.” s.150
“Söylediklerim
kendimi tedavi etmeye mi yönelik, anlamaya mı, avutmaya mı yoksa zamanı farkına
varmadan ağrısız geçirmeye mi ya da farkına varılmış bir zamanın yankısı mı hiç
bilemedim.” s. 151
“İçine
doğulan hayat, hep o hayattan sıçrama isteği veriyorsa ama doğana sıçrayacak
bacaklar vermiyorsa ne olur?” s.151
“Basit
ve cılız insanların yanında gereksiz yere yükselmeye çalışırım, ondan sonra
onları da, lüzumsuz ve değersiz hayranlıklarını da ne yapacağımı şaşırırım. Bayağı
aptalım anlaşılan.” s. 185
“Ama
(köre ama demek bir çeşit edep, hatta insanı körlükten koruyacak dua kar bir söz
gibi tılsımlı) kadının sesi hep
söylenen, fakat söylediklerine sinirlenmeyen, hayatı, tüm sözü, düşüncesi dert
olan insanların ki gibi tekdüze, utanmasam neşeli diyeceğim tonda ve
üsluptaydı.” s.192
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder