30 Kasım 2019 Cumartesi

AMAK-I HAYAL



Yazar Adı: Filibeli Ahmed Hilmi
Basım Yılı: 2019
Yayınevi: Dorlion
Sayfa Sayısı: 185

    Filibeli Ahmet Hilmi, 1865 yılında Bulgaristan’da bulunan Filibe’de doğmuştur. Mutasavvıf kimliğinin yanında oldukça ünlü bir Müslüman fikir insanıdır. Onun düşünce dünyası Mehmet Akif’i, Necip Fazıl Kısakürek’i etkilemiştir. Ahmet Hilmi, yaşadığı dönemde maddeci düşünürleri ve filozofları yoğun biçimde eleştirmiştir. Felsefe tarihini çok iyi bilmesi nedeniyle bir süre İstanbul Üniversitesinde felsefe öğretmenliği yapmıştır. Siyasi yazıları dolayısıyla Kahire ve Fizan’a sürgüne gönderilmiştir. 1914 yılında da şaibeli bir şekilde zehirlenerek öldürülmüştür.


  Amak- Hayal (Hayalin Derinlikleri)  Cumhuriyet öncesi edebiyatımızın hem şanslı hem şanssız kitabı sayılır. İlk baskısını 1910 yılında yapmıştır. Hala ilgi görmesi ve sevilerek okunması açısından şanslı bir kitaptır. 
   Kitap, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, Ahmet Raci’nin Aynalı Baba ile karşılaşması ve dokuzuncu günün sonunda vedasıyla biter. Biraz fantastik ögeler barındırır, masal tadında anlatımı vardır. Ejderhalar, periler, Kafdağı, Anka…Yazar, Günlük maceralara derin anlamlar verir. İkinci bölüm, Ahmet Raci’nin Manisa deliler hastanesindeki hatıralarını içerir. Daha çok sosyal konulara yer verir. İnsanların ilahi kitapları anlamadıklarını vurgular. Mesela 65 yaşındaki hiç evlenmemiş bir erkeğin 15 yaşındaki bir kızla evlenmesinin bazı olumsuzluklarını çok güzel bir ironiyle anlatır. Bu açıdan iki bölümde birbirinden bağımsızdır.  Kesinlikle sıra dışı ve ilham verici bir kitap.


23 Kasım 2019 Cumartesi

SON ADA



Yazar Adı: Zülfü Livaneli
Basım Yılı: 2019
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 183

  “Livaneli’nin bu benzersiz yaratıcı romanında insan yapısı otoriteyle karşı karşıya…Yazar, bizi dünyamız üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. Mutlaka okunmalı.”
                  Prof. Lenore Martin, Harvard Üniv.


  Livaneli’nin en politik romanıdır. Türkiye ve dünya hakkında düşündüklerini, ıssız bir adada yaşayan insanlar, martılar ve bir diktatör ekseninde yazıya dökmüştür. Ülkedeki olayları anlatmak gazeteciliğin işidir. Olayları olup bittikten sonra yorumlamak, sosyoloji ve tarihin, öngörülerle anlatmak ise sanatın işidir. Arka kapaktan. 
 “Bir kez daha hayat sanatı taklit ediyor”.
  George Orwell’da Hayvan Çiftliği kitabında,İnsanları ve ülkeleri diktatörlerden korumak adına, hayvanlar  üzerinden yazmıştı. Daha pek çok yazar yapılması gerekenleri hep anlattılar. Sonuç?
  Kitabın kurgusu mükemmel. Büyük bir keyifle okudum. 2009 yılında Orhan Kemal roman ödülü almış bir kitap. Ütopyanın distopya ya dönüşmesini müthiş anlatmış.
“DEMOKRASİ: Çoğunluk diktatörlüğü. Maurice Duverger’in tanımı.
”Yavaşça” mevzi kazanan diktatörlere en başta “Hayır” demek gerekir. Roman toplumun ve doğanın kendi dengelerini bulacağı, daha doğrusu bulması gerektiği üzerinden yoğunlaşıyor. Eğer bu dengelere müdahale etmeye kalkarsanız sonuç felakete varıyor; hem doğa mahvoluyor hem insan.” Kitabın sonundan Livaneli ile yapılan bir söyleşi yer almaktadır. Kitabın içeriğini çok güzel özetliyor.
 Kitapta, anlatıcı ile adada yaşayan yazar arasındaki diyalog etkileyiciydi.
“Bırak psikoloji, karakter, insan ilişkileri, eylemlerden çıksın” kelimeleri güzelleştirerek ya da şiddetlendirerek, güzel tasvirlerle insan hallerini anlatmaya kalkma. Sen eylemi anlat, gerisini okur kafasında tamamlasın Aristo da böyle demişti.
-Bir örnek versene
-“Eski çağlarda bir delikanlı, insanların dişlerini de tedavi eden bir hekimin kızına aşıktır. Sırf kızı görebilmek için oraya gider delikanlı ve sevgilisinin yüzüne bakarak otuz iki dişini çektirir. Şimdi bu eylem üzerine hangi sevda sözlerini ekleyebilirsin ki? Hepsi zayıf kalır.” s.165




10 Kasım 2019 Pazar

ZAMANIN FARKINDA



Yazar Adı: Şule Gürbüz
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: İletişim
Sayfa Sayısı:196

   Şule Gürbüz, ilk kitabı Kamburdan, tam 18 yıl sonra kaleme aldığı bu çalışma ile (Zamanın Farkında), 2012 yılında, Oğuz Atay öykü ödülünü aldı. Günümüz edebiyat sınırlarını aşmış, kendince yeni bir edebiyat ekolü oluşturmuştur. Bunu oluştururken de, kendi deyimiyle “gayretkeş” okur için bir yol haritası olarak planlamıştı. Anlatım tekniği çok da alışık olduğumuz türden değil. Karmaşık cümle yapıları, karmaşık ifadeler, devrik cümleler… iğneleyici ve sorgulayıcı bir dille yazılmış. Cümle yapıları uzun fakat çok etkileyici. Her cümle bir hikaye sanki. peki ne anlatıyor? Esasında belli bir konusu yok. Yazarın iç dünyasına seyahat ediyorsunuz. Hislerini hislerimizle tanıştırıyor. Karşılıklı içsel bir sohbet gerçekleştiriyorsunuz. Felsefe ve edebiyatın ve sanatın birleşmesinden oluşmuş hoş bir kitap. 5 farklı öyküden oluşuyor.


 1.BÖLÜM kitabın daha rahat bölümü.Müzik Hocasının zamanla geçtiği yolun zorlukları ve bu yolda karşısına çıkan anlamsız kuralları eleştirmesi ve sorgulama hali anlatılıyor.
“Ben müziği seviyorum. Oluştuğu şeyleri değil. Bu notalar bana ortaya dökülmesi değil gizlenmesi gereken şeyler gibi geliyor.” s.20
“Göğüs kafesimde bir daralma ve kaburgalarımın kalbime batmaya başladığını hisseder etmez başımı çeviriyorum ve bir ”azını çok gösteren, azıyla hem kendi doyan hem aptal doyuran” görüyorum. Ağrım kramp halini alıyor.” s.31
“Hani bazen insanın başına bir dert, bir tatsızlık gelir. Ama bu neredendir diye düşününce yaktığı bir can, incittiği bir şeyler, sebep olduğu bir kötülük kolaylıkla görür.” s.32
“Eve dönmek kendine sarkıntılık etmekten başka nedir ki?” s.34
“Ne tuhaf çocukken hep görünmez olmak isterdim, meğer zaten görünmezmişim, dahası herkes meğer görünmezmiş. Kalp saklı, gizli, sırlı,hileli, sahibinden bile ayrı iş ve oluşlarda,…” s.41
“44 yaşındayım. Yaşımdan utanıyorum, halbuki başımdan utanmam lazım…Genç olmak umurumda değil de yaşımın adamı olmadığımı sezmek beni perişan ediyor.” s.42
  2. öykü, Cansın,  24 yaşında babasıyla annesinin aldığı hediyeler sonucu ölmek isteyen bir genç. Edebiyat ve kültür kumkuması bir ailenin çocuğunun, kendini bulmasına ve keşfetmesine izin verilmeyen gencin isyanıdır.
“Mutlu ol Cansın, sofistike merakların olsun, gözlerin parlasın, öyle ölük ölük durma, mutlu ol bir kiraz sapı, taze ekmeğin tuşesi.” s.79
“İngilizce demek ondan şakası, ciddiyeti, felsefesi, lafazanlığı, dalgası ile uzak şey demekti.” s.81
“O daha çok, beğendiği yada uzun bulduğu cümleleri çizer, kenar köşesine bir şeyler karalardı. Babası annesinin bu karalamalarına hayrandı. “ Bacon bir ise, sen ikisin” derdi. Annesi bu iltifatı da çok olağan karşılar, babasına, hizmet eden garson aşinalığında bakardı. Annesi nedense lütuf, sadakat, sakınma, merhamet, bilge görünmek gibi kelimelerin altını çizmiş, …” s.83
“Anlama o kadar sancılı bir süreç, kabullenme o kadar eziyetli bir hal ki, anlamak ve kabul etmek, bunu içine sindirmek, bu hal ile bir olmak çekmek anlamına da gelebiliyor. Anlamak öyle bir sancı ki, insanın vücuduna bir başka insan daha yerleşiyormuşcasına bir darlık, isyan, bunalma, kabullenme güçlüğü ve daha, çok daha dar bir yerde yaşama mecburiyeti getiriyor. Anlama öyle zor ki, anlayışı ve onunla gerçekten bir olup olmayışı her an, her şeyle sınıyor, hep anlamanın neticelerini istiyor.Ve nihayet gerçekten anlamışsa, anlama gerçekleşmişse o darlık giderek genişliyor, içinde dökülen bir giysi, koruyucu tılsımlı bir gömlek, başın üstünde görünmez bir hale dönen ve her şeyi tatlılaştıran bir ışık oluyor.” s.88
  3. öykü, Mezarlıktan Geçiş;  Leyla karakterinin, hayatını yanlış bilgilerle hazırlattığını unuttuğu astroloji haritasına bağlı kalarak geçirmesini anlatıyor.
“Gençlikte insanın içi bomboş olduğundan içine ne düşse büyük gürültü çıkarıyor elbet.” s.106
“Her zaman bölümünde zamana hiç değmediğini, zamanı yaşayan, tüketen, öğrenen ve diğer periyoda geçenler gibi bir birine değme, yaşadığının farkındalığı olmadan hep kendi içine gömülü bir sır olarak kalmak.” s.107
“Zaman akar mı, içinden mi geçilir, tümüyle dışındadır da uzaktan ve kenarından mı bakılır?” s.113
  4. öykü Mutfak, neşeli bölüm. Bazı mutfaklar kendi yaşamını bazıları da başkalarının yaşamını konuşur.
“Hep bu gazetelerin , televizyonların yüzündendi….Eline bir fincan kahve alıp da ağız tadıyla içemiyor. Birisini taklit ettiği zannına kapılıyordu.” s.119
“O korkak yaşamaya cesaret etmişti, ömür boyu yakasını bırakmayacak bir şeyle yaşamaya.” s.121
“Mutfağı en kutsi, evin en can alıcı yeri gördüklerinden masraf demek, mutfak masrafı, eksik gedik demek, mutfak eşyası, beceri demek mutfaktaki beceri demek idi.” s.122

  5. bölüm kitabın da adını verdiği can alıcı bölümdür. Zamanın Farkında; Aslan beyin  yalanlarını, yanlışlarını, görünmemek için yapıyor gibi göründüğü şeyleri, toplumu, insanların yapıp ettikleri üzerinden eleştiriyor.
  Düşünce ve zihin akışına, dilin üstünlüğüne önem vermiş, ontolojiyi mesele edinmiş bir yazardır. Olaylar, kurgular kahramanlardan oluşan bir edebiyat formunda yazılmamış bir anlatı kitabıdır. Anlattığı şeyin yüksek bir dile ihtiyacı var.  Soru sorma, düşünebilme gibi, olan biten sadece zihinde ve dilde oluyor.
   Edebiyatın temel direği bu: İnsanın asli işlerinden biri kendini gözlemlemek, hem de keskin bir gözle. İnsanın kendi üzerinde hatıraları birikiyor.
   İyi yetişmiş, iyi niyetli, gayretkeş okurlara ihtiyaç var. Metinlerde gülecek ve kederlenecek şeyleri yakalıyorsunuz. “Belli referanslara sahip olmayan insanlar bazı metinlere karşı taş kesiliyorlar.” Burada kutsal kitaplardan, felsefeye, tasavvufa, mistisizme içli dışlı bölümler var. Cesurane cümleler var. Onlar sizin derdiniz değilse kitap dilsiz kalıyor. Ölümü bu dünyadan koparmıyor, gidilecek bir yer olarak görüyor. 
Ölüm: yaşamım devamı. ( Doğal gaz evi ısıtsa da içini ısıtmıyor)
   Zor okunan bir kitap oluyor. Şule Gürbüz’ün edebiyatı yoğun bir edebiyat. Çok boyutlu ve katmanlı metinler var. Monologdan diyaloğa dönebiliyor, sorular geliyor. Hayat öyle ya da böyle bir karşılık veriyor. Metinler, İnsana şifa gibi de geliyor.
 “Akil olmayan deli olabilir mi?” s.137
“İstiyorsunuz ki doğru bildiğiniz iki cihanda da doğru olsun, siz buranın mamurları oranın müsteşarları olun. Hem de burada seni işe sokan orada da şefaat etsin.”Bizden bizden” desin.” s.138
“Dünya vatandaşı derken dilini şaklatıyorsun da hayat kadını deyince neden dudak büküyorsun?” s. 139
“Ömrün boyunca doğru söyledin öyle mi? Doğrular sana elverişliydi de ondan….Utanmanın ve eksikliğin ve sıkıntının adını neden değiştirdiniz?” s. 139
“Herkesin kendi yerine yaşadığı kendi yerine öldüğü söylenir hep, ama herkes kendi de değil, kendi yerinde de.” s.140
“Zaman hafızada biriken ve arandığın da,sadece orada bulunan mı?” s.150
“Kendini bir kez çıplak gözle görebilse insan, bir bakabilse yapamadıklarına değil bu hali ile yapabildiklerine şaşar.” s.150
“Söylediklerim kendimi tedavi etmeye mi yönelik, anlamaya mı, avutmaya mı yoksa zamanı farkına varmadan ağrısız geçirmeye mi ya da farkına varılmış bir zamanın yankısı mı hiç bilemedim.” s. 151
“İçine doğulan hayat, hep o hayattan sıçrama isteği veriyorsa ama doğana sıçrayacak bacaklar vermiyorsa ne olur?” s.151
“Basit ve cılız insanların yanında gereksiz yere yükselmeye çalışırım, ondan sonra onları da, lüzumsuz ve değersiz hayranlıklarını da ne yapacağımı şaşırırım. Bayağı aptalım anlaşılan.” s. 185
“Ama (köre ama demek bir çeşit edep, hatta insanı körlükten koruyacak dua kar bir söz gibi tılsımlı) kadının sesi  hep söylenen, fakat söylediklerine sinirlenmeyen, hayatı, tüm sözü, düşüncesi dert olan insanların ki gibi tekdüze, utanmasam neşeli diyeceğim tonda ve üsluptaydı.” s.192

1 Kasım 2019 Cuma

AKIŞI OLMAYAN SULAR



Yazar Adı: Pınar Kür
Basım Yılı: 1988
Yayınevi: Can
Sayfa Sayısı: 222

   Pınar Kür, 1943’de Bursa’da doğdu. İlk ve orta okulu Ankara’da, liseyi babasının UNESCO’da görev alması sonucu Newyork’ta okumuştur. Üniversiteyi İstanbul’da tamamlayan yazar, 5 yıl sonra Paris’te Karşılaştırmalı Edebiyat alanında doktora yapmıştır. Yayınlanan pek çok romanları (bazıları müstehcen bulunarak yasaklanmıştır) ve hikayeleri vardır.


   Akışı Olmayan Sular, hikaye kitabıdır. İçinde 5 ayrı hikaye bulunur. Yazar, gelişi güzel insan manzaralarını o kadar güzel anlatmış ki, hiçbir cümlesi gereksiz değildi. Kitap biraz nostaljik. Eski İstanbul insanları, tazeliği kaybolmamış aşkları, çocukça hayaller, arzular, kıskançlıklar işlenmiş. Bir çeşit erişilemeyen duygulardan yola çıkılıp öykünün “hikaye mimarisi” yapılandırılmış.
   Pınar Kür, 70’li yılların altın çağlarını yaşayan anlatı edebiyatının, kadın yazarlarından. Kitap, Sait Faik 1984 hikaye ödülü almıştır. Uzun zamandır beni içine alıp sürükleyen bir okuma haline büründüren bir kitaptı. Daha çok Pınar Kür okumak istiyorum, harika bir kalemi var.
“Yaşamadım. Çünkü yalnızca eskidim.” s.55

1.Hikaye, Biraz Daha Ölmek
“Hiç yaşamamışken daha az yaşamaya yargılıyorlar beni, ömrümü uzatmak için. Yaşamın izmaritini veriyorlar elime, sigara içmeyi yasakladıktan sonra…” s.59

2.Hikaye, Kısa Yol Yolcusu
“Neden o duraklardan birinde yaşamı bulacağımı sanıyorum, onu da bilmiyorum.” s.79

3. Hikaye, Leyla İçin Şiir
“Susun be! Susun artık! Yeter! Sessizlik istiyorum! Leyla’ya şiir yazacağım!
Sustular.
Işıkları kim söndürdü?” s. 140

4.Hikaye, Son Çizgi
“Yüzünü göremedi. Yüzünü çizilen en son çizgiyi göremedi. Görebilseydi anlayabilirdi belki, hiçbir yeni çizginin son çizgi olmayacağını… ölünceye dek.” s.158

5.Hikaye, Bitmiş Zaman Dair
“Şimdi Ahmet’de ölmüş.
…..aileden en kısa yaşayan o oldu. O günleri o yaşamayı anımsayacak bir ben varım dünyada artık. Ben de her geçen gün biraz daha unutuyordum.” s.222