15 Ekim 2017 Pazar

SAFAHAT

SAFAHAT

Yazar Adı: Mehmet Akif Ersoy
Basım Yılı: 2014
Yayınevi: İtalik
Sayfa Sayısı: 526

        Şairimiz, Milli Şairimiz, Mehmet Akif Ersoy yazdığı şiirleri Safahat adlı kitapta toplamıştır. Safahat: Safhalar, devreler, dönemler ve görünüşler, manzaralar demektir. Şair, Safahat’ın yazımına 1911’de başlamış 1933’te tamamlamıştır. Şiirlerin konuları bu dönemin sosyal, siyasal, kültürel yaşamını kapsar. Geçim derdi çeken yoksul insanlar, aileler, kadınlar, çocuklar yani halk onun eserlerinin kişileridir. Safahat’taki bütün şiirleri aruz vezni ile yazmıştır. Dili dönemine göre anlaşılır olabilir lakin ben zorlandım. Eski Türkçeye hâkim olmak gerekiyor.


          Safahat 7 kitaptan oluşuyor:
       1. Kitap: Osmanlı'nın Meşrutiyet yıllarındaki durumunu anlatır.
  2.Kitap: Süleymaniye Kürsüsü; Osmanlı aydınlarının halkla ilişkilerini,
   3.Kitap: Hakkın Sesleri; her şiirin başında bir ayet yer alır. Bu ayetler günün siyasal ve toplumsal olaylarını yorumluyor.
    4.Kitap: Fatih Kürsüsü; yeni kuşaklara çalışma ve mücadele ruhu kazandırmak isteyen düşünceleri anlatır.
    5.Kitap: Hatıralar; 1.Dünya Savaşı yıllarını anlatır. Her bir şiirin başında da hadis ve ayetler vardır. “ İslam Birliği “ ülküsünü vurgular.
     6.Kitap: Asım; bu bölümde konuşma şeklinde olup, ideal gençliğin özelliklerini ve memleketin içinde bulunduğu meseleleri ele almıştır.
“Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler
 Nedir bu çektiğimiz derd, o çifte çifte semer!
 Nasihatim sana: ” Herzeyle iştigali bırak!
 Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak!
 Adam mısın: Ebediyen cihanda hürsün gez;
 Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez. ( sayfa: 390 )

 Ağacın kökleri mademki derindir cidden,
 Dalı kopmuş ne olur? Gövdesi gitmiş ne zarar?
 O, bakarsın, yine üstündeki edvarı yarar,  ( sayfa: 434 )

      7. Kitap: Gölgeler; dinsel konulu şiirler ve dörtlüklerde oluşur.
   Kitabın sonunda ise tabi ki Milli Şiirimiz İstiklal Marşı vardır. İnsanı duygulandıran ve heyecanlandıran bir eser. Tavsiye ederim.
  



7 Ekim 2017 Cumartesi

EYLÜL

EYLÜL
Yazar Adı: Mehmet Rauf
Basım Yılı: 2005
Yayınevi: Bordo-Siyah
Sayfa Sayısı: 376

             Roman, Suad ve Necip’in arasında geçen ilişki ve hazin sonlarını anlatır. İki gencin birbirlerine olan sonsuz sevgisi yalnızca gözlerinde ve ruhlarında kalır. Bu yüzden daha çok ruh betimlemeleriyle göze çarpar. Ruhsal çözümlemeler ön plandadır. Edebiyatımızda da ilk psikolojik roman olarak geçer. Herhangi bir propaganda amacı gütmeden Servet-i Fünun döneminin ağır üslubuyla yazılmış fakat gene de sadedir.


            Romanda geçen, Suad ve Necip’in piyanoda çaldığı ve dinlediği parçalar: İl Trovatore, Verdi, Faust, Rigoletto, Aida, Adiyo Del Pasato, Gluck, Haydn, Manon Lescaud, Carmen, Cavaleria Rusticana, Pietro Mascagi, Santuçça, Mascagni-İris, Puccini-Tosca harikaydı. Bende okurken bu eserleri dinledim size de tavsiye ederim.
        ”Maskeli Balo’dan (Verdi’nin operası) bir potpuri vardı ki, kimi parçalarındaki güzellik ve tatlılığa Necip doyamıyor. Traviata’dan “Melek kadar saf”, Aida’dan “Ah benim kederim, sana merhamet versin” Faust’tan “artık geç oldu, adiyo” parçaları böyle olmuştu. Onları en çok Manon Lescaud büyülüyordu. Üçüncü perdenin finali olan, “yok ben çıldırmışım; bak nasıl ağlıyorum” parçası birçok kez tekrar ediliyordu. Necip “Ah Manon” diye şarkıya katılıyor, piyano ağır ağır inleyerek onlara her şeyi unutturuyordu. Sonra şen havalar geliyordu: Traviata’nın girişi, Carmen’in Marşı, “Ah Cavaleria Rusticana” piyanoyla çalıyorlardı.” Syf:119
        ”Ah bu bakışların kimi zaman nasıl anlamları, nasıl incelikleri, nasıl renkleri vardı; ne duyumsanması ve ifade edilmesi olanaksız, ne anlatılması mümkün olmayan şiirleri, şiirlilikleri, insanı nasıl birden mutluluğun göklerine ulaştıran renkleri vardı! Kimi zaman derin, siyah, ağırbaşlı, sustuğu olurdu; sonra bir rica ışığı ile titreyerek yalvaran, perişan bir bakış ile bakardı; kimi zaman hüküm sürer, emreder, sonra uysal, razı olur, iyi davranır, söz verir, “evet peki!”derdi” syf:240
        ”Necip’in iç sesi “Ah kadınlar, kadınlar, siz sade aşkınıza, sade fedakârlık ulviyetine özlemli ve mağlup olup ateşli ve mutlu yanarken; erkeklerin kalbinde ne çirkin, ne hain, ne yabancı ve ilgisiz duygular olduğunu bilseniz” diyordu” syf:262
        Yalnızca aşk ve acımadan ibaret değildi; teşekkür, tapınma, şiir, saygı, korku, pişmanlık, onur, her şey ve sonra namus evet namus, ana babasından, büyüklerinden duyduğu, kitaplarında okuduğu namus.
        Bunu bir tür evlilik, ruhların evliliği gibi görüyordu. Birbirlerinin ruhsal içtenliğinde yaşayacaklardı.
        Aşklarını öyle derin yaşıyorlardı ki, bu duygulara kelimelerle değer biçilemezdi. Ölüme bile beraber gittiler. Harika bir aşk romanı bence. Yasak aşk her ne kadar ahlak karşı olsa da anlayışla karşılanmalıdır. İyi okumalar.



30 Eylül 2017 Cumartesi

AŞK-I MEMNU

AŞK-I MEMNU


Yazar Adı: Halid Ziya Uşaklıgil
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı:419

            Bir aşk.  Bihter’in aşkı. Bihter’le Behlül’ün yasak aşkı. Yazar benzersiz denilecek kadar bu aşkı, kusursuz ve nefis bir biçimde yazmış.
            Roman;45 yaşındaki Adnan Bey ile 22 yaşındaki Bihter’in evlenmesi, bu evlenmenin öncelikle Adnan Beyin kızı Nihal’in ve diğer insanların üzerindeki etkisi ve evliliğinde aradığı mutluluğu bulamayan Bihter ile Adnan Beyin yeğeni Behlül arasındaki yasak aşkı anlatır.


          “ O tanınmamış baba için derin bir sevgisi vardı, annesine verilmeyen kalbini tamamıyla bu ölünün hatırasına veriyordu. Ve bu hatırayı süslerdi: rastlantıyla işitilmiş şeylerden, parça parça elde edilmiş ayrıntılardan babasına bir hayat hikâyesi icat ediyor sonra onu Firdevs hanımın elinde işkenceler içinde yaşatıyor, her şeyden habersiz namuslu bir koca mazlumluğuyla babasının evlilik hayatına bir tragedya rengi veriyor, sonunda onu müthiş bir darbeyle, kahrolmuş öldürüyordu. Babasını ne kadar seviyor! Peyker’in babasına benzemiş olmasını adeta kıskanıyordu.” Syf:170
            Kitapta Behlül’ün kendisiyle muhakeme cümlesi: ” işte erkekler” dedi, asla memnun değildirler, artık sevmemek isterlerse bütün düşüşün, bıkkınlığın kabahatlerini kadınlara yükletmek için çare bulduktan sonra sevmemek kabahatini de onlara bırakmak için zavallıları aşağılayacak şeyler ararlar.
             “Oysa Bihter’i sevmemek onun için giderilemeyecek bir zarar gibiydi; bu kadını kendi kendisine öyle lezzetli bir sevda kevserine benzetiyordu ki doyduktan sonra yine, hep içilmekte devam olunsun” syf:275
              “Annesiyle bir savaş döneminin artık açıktan açığa başladığı sonucuna varmıştı. O günden beri bu iki düşman bu korkunç komedyayı peçelerinin altında gıcırdayan dişlerini saklayarak oynuyorlardı.” Syf:377
             Beğendiğim alıntılar yaptım. Üslup olarak Halid Ziya diğer eserlerindeki ağırlıkları ve yükleri bırakmış; berrak, renkli bir üslup kullanmış, şiirsel bir dili var. Eleştirmenlerinde beğendiği en iyi romanımız, çok canlı yazılmış, hayatı hissettiriyor. Bir cümle bir paragraf olabiliyor. Betimlemeler çok güzel, tüm karakterlerin çözümlemeleri yapılmış. Fakat akışı etkilemiyor, sadeleştirmiş güzel olmuş, akıcılığı bozulmuyor.
            Çıkarılacak ana fikir ise; yasak aşkın bir aileyi bitirmesi, evlilikte yaş farkı ve zengin bir koca için sevginin göz ardı edilmesi sonucu ortaya çıkan başarısızlık.Herkese iyi okumalar..
           


23 Eylül 2017 Cumartesi

MAİ VE SİYAH

MAİ VE SİYAH

Yazar Adı: Halid Ziya Uşaklıgil
Basım Yılı: 2001
Yayınevi: Özgür Yayınları
Sayfa Sayısı: 400


            Mai ve Siyah Halid Ziya'nın “Gümrük Genel Müdürü” olarak İstanbul'a geldikten sonra 1896-97 yıllarında Servet-i Fünun dergisinde tefrika (= yazı dizisi) halinde 1900 yılında da Alem Matbaası tarafından kitap olarak yayınlanan romanıdır. Romana hakim olan düşünce, bu topluluğun ortak özelliklerinden olan hayal-gerçek veya mai- siyah çatışmasıdır. Mai kelimesi, arzu ve ümitleri “hayal’i” temsil eder; Siyah kelimesi, yaşadığı hayal kırıklıkları, uğradığı felaketler ve sıkıntılar ise “gerçek’i” ifade eder.



            Roman realizm (gerçekçilik) ve romantizm (hayalcilik) arasında gidip gelmektedir. Çoğu yerinde de gerçek ağır basmaktadır.
            Romanın dili ağır olduğu için pek anlaşılmamakla, devamlı dipnotlara bakma ihtiyacı hissedilmektedir. Buna rağmen olayların anlatılışında akıcı bir dil vardır.
             Hayalleri olan Ahmet Cemil’in lise son sınıfta babasını kaybetmesiyle hayallerinin yıkılışı ve beraberindeki hayat mücadelesini anlatır. Ahmet Cemil kız kardeşine ve annesine bakmak zorunda kalır. Tüm gününü kitaplarla ve edebiyat dünyasına bir yenilik getireceğini düşündüğü şiiri ile geçirmek ister. Ancak ailesinin içinde bulunduğu kötü durum yüzünden hayallerini ertelemek zorunda kalır.yabancı dil bilmekten başka bildiği bir şey yoktur.Kitapçılarda çeviriler yaparak yok denecek paraya çalışır.Kendine yeni çıkış kapıları arar ve bulur fakat hayalleri yıkılmıştır, intiharı bile düşünür.Tam intihar edeceği sırada annesinin sesini duyar ve vazgeçer.Ahmet Cemil annesi ile birlikte yeni hayatlarına devam ederler.
           Romanda insanın maddi durumunun hayatını nasıl etkilediğini açık bir şekilde görürüz. Aşk, geçim derdi, görücü usulü evliliğin zararları anlatılır. Asıl teması ise hayaller ve bu hayallerin yıkılması üzerinedir.


18 Eylül 2017 Pazartesi

SARAY VE ÖTESİ

SARAY VE ÖTESİ


Yazar Adı: Halid Ziya Uşaklıgil
Basım Yılı: 2003
Yayınevi: Özgür Yayınları
Sayfa Sayısı: 736

   Servet-i Fünun kelime anlamı olarak; ilimler-fenler hazinesi anlamına gelmektedir.Edebiyat-ı Cedide, II. Abdülhamit (1878-1909) devrinde, Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan sanatçıların Batı edebiyatı yolunda meydana getirdikleri bir edebiyat hareketidir.



   Batılı anlamda Türk Edebiyatını tesis eden ve bu anlamda ilk edebi topluluğumuz olan Servet-i Fünün’un önde gelen isimlerinden Halid Ziya Uşaklıgil’in Saray ve Ötesi adlı anıları, 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Mabeyn Başkâtibi olarak girdiği Osmanlı sarayındaki izlenimlerinden oluşmaktadır.
     Kitabın sunuş kısmında yayın yönetmeni,” istibdat” diye anılan 2. Abdülhamit Döneminden sonra gelen ve büyük ümitlerle beklenen özgürlük ortamında ortaya çıkan olayların, yeni döneme ilişkin beklentilerin boşa çıkmasından doğan hayal kırıklıklarının ve saray insanlarının nasıl değerlendirildiğini bir edebiyatçının kaleminden okumak ayrı bir zevk olacaktır, der.
       Saray ve Ötesi bir anı kitabı olmakla kalmayıp tarihi bir belge niteliği de taşımaktadır.
     Kitap, Osmanlı Devleti’nin son yıllarına doğru Çöküş Dönemini (1908-1913) anlatan tarihi bir yapıttır. Osmanlı sarayı içinde olup bitenler, koca imparatorluğun nasıl çöktüğünü anlamak için okunması gereken bir eserdir. Tarihimizi öğrenmek açısından önemlidir.Tavsiye ederim.
      Dipnotları okurken, okuyucu ana metinden kopabiliyor. Köşeli parantezlerde verilen açıklamalar kimi zaman sözlük anlamına göre değil cümle içindeki duruma göre anlamlandırılmış.
       





9 Eylül 2017 Cumartesi

MODERNLEŞEN TÜRKİYE'NİN TARİHİ

MODERNLEŞEN TÜRKİYE'NİN TARİHİ


Yazar Adı: Erik Jan Zürcher
Basım Yılı: 2016
Yayınevi: İletişim
Sayfa Sayısı: 568

  “Eser oldukça kapsamlı ve derinlikli, dolambaçsız anlatımıyla siyasi olaylara olduğu kadar toplumsal ve ekonomik tarihe ve düşünce akımlarına eğiliyor”  WİLLİAM HALE
                                  Londra Üniversitesi Şarkiyat Okulu



   Türkiye’nin tarihini anlatan yoğun emek harcanmış bir kitap olduğunu anlıyorum. 1789 İhtilali’nin Osmanlıya olan etkisinden başlayıp günümüze kadar geçen süreçte yaşanan siyasi, politik ve toplumsal olayları, arkalarındaki sebeplerle birlikte açıklayan Hollandalı tarihçi Zürcher’in kitabıdır.
   Okul hayatımız boyunca tarih dersi görmemize rağmen atlanan o kadar konu varmış ki bunları fark ettiğinizde neleri bilmiyormuşuz diyorsunuz.
   Yazar modern Türkiye tarihini 3 ana bölümde incelemiş. Birinci kısım; Batının Etkisi ve İlk Modernleşme girişimleri, ikinci kısım; Türk Tarihinde Jön Türk Dönemi (1908-1950), üçüncü kısım ise Huzursuz Bir Demokrasi. Kitabın sonunda yer alan kapsamlı biyografilerde eseri önemli kılmıştır.
   Fransız İhtilali ile ortaya çıkan milliyetçilik, liberalizm, laiklik ve pozitivizm gibi ideolojilerin Osmanlıda hızla yayılması. Sultan 3.Selim, 2.Mahmut ve 2.Abdulhamit döneminde yapılan reformlar ve Tanzimat Fermanından bahseder. Jön Türklerin etkili olduğu dönemi modernleşme ve laikleşme yönünde adımların atıldığı bir dönem olarak kabul eder.1908-1950 döneminde amacın demokrasi değil devletin güçlenmesini ve devamını sağlamak olduğunu, demokrasinin ise sadece bir araç olarak kaldığını belirtmiştir,1915’teki Ermeni Tehcirini ve TC. kurulduktan sonra Kürtlerin bastırılışını bu duruma örnek gösterir. 1950’den sonra Huzursuz Bir Demokrasi Dönemi başlığı altında, askeri elit tabakanın dışında farklı bir kesimin iktidara geldiğini bu dönemde 3 askeri darbeden, Türkiye’nin Amerika ile artan ilişkilerinden, Avrupa Birliği ile ilişkilerinden, Ortadoğu’daki problemlerden, Kürt sorunundan, İslami hareketten, ekonomik krizlerden, politik istikrarsızlıktan bahseder. Dikkatimi çeken bölümlerden biride Kemalist reformların, Sultan 2. Mahmut zamanından başladığını belirtmiştir. Bilmediğim bir konuydu.
   Sonuç olarak yazar Türk Modernleşme Tarihini; yenilikçiler, gelenekçiler ve gericiler arasındaki bir mücadele olarak görmektedir.Gerçekten okunması gereken bir kitap. Tavsiye ederim…




1 Eylül 2017 Cuma

KALBİM KUDÜS'TE KALDI

KALBİM KUDÜS'TE KALDI


Yazar Adı: Ahmet Turgut
Basım Yılı: 2017
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa Sayısı: 574

            “ Devlet, babadır Amenna; Vatan da evlat sayılır…”
            Yazar yüzüncü yıllar burcundayız, 2023 Türkiye’ sinden söz ediliyor. 2016 yılı Ortadoğu’nun paylaşım projesi olan Sykes- Picott’ un yılıydı. Mondros ve Sevr’ in yüzüncü yılları olacak. Asırlık rövanşların yaşandığı bu süreçte Kudüs’ ün düşüşünün yüzüncü yılını yaşıyoruz. 9 Aralık 1917 Kudüs'ü kaybettik. Kudüs'ü nasıl kaybettiğimizi anlatan bir roman.


             Roman 1. Dünya Savaşının hakkında en az bilgi paylaşılan cephesinin (Filistin Cephesi) ve Kudüs’ün düşüşünün hazin öyküsü.
            Yazar “ Maalesef Kudüs cahiliyiz, Mescid-i Aksa‘nın neresi olduğunu dahi bilmiyoruz, çoğumuz Kudüs’le olan hukukumuzu Yavuz Sultan Selim’le başlatıyor. Kudüs'ü fetheden ilk Müslüman kimdir? Sorusuna Hz. Ömer cevabı verenlere, aslında Hz. Davud olduğu” söyler.
             Romanın merkezinde bir aşk, arka fonunda savaş var. Batıya dönük eleştiriler göze çarpar. Aşklarımızı anarken “Tahir ile Zühre”, “Ferhat ile Şirin” deriz. Oysa Avrupalılar “Romeo ve Juliette”, “Antonius ve Kleopatra” derler.
            Tabip Subay Faruk Hikmet, ülkesinde yaşadığı hayal kırıklıklarıyla; kendi içinde sorgulayan Rachel Weizmann’ın Kudüs’e gelmesi; aşkın ve hikmetin sualleri arasında gizemleri arayan bir sahafın hikâyesi.
           Kitap güzeldi, aydınlatıcı,dili biraz ağırdı.Yavaş ilerliyor.İyi okumalar…