18 Şubat 2022 Cuma

ALBERTİNE KAYIP

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 282

    Proust paradigması, hafıza ve unutuş arasındaki diyalektik bir sarmala dönüşür.  Normalde zaman kavramı lineardır. Proust'la beraber "zaman" kavramı altüst oluyor. Proust o yüzden önemlidir. Tarihe yeniden bakmamızı sağlıyor. Küçücük odasında sanal bir hayat var. Bütün epifanisi budur. Kendi yaşamında tanık olduğu durumları kitabında bilinç akışı şeklinde uyarlamış. Bu eseri okumak çok zor. Zamanın doğasında yitik olma durumu var. Kitap boyunca kayıp zamanın peşinden gitmeye çalışıyorsun. Elle tutulur bir konu değil. Çünkü Proust’un hatıraları ve hafızasında olduğu gibi sürekli elimizden kayan, tutuğumuz anda başka bir şeye dönüşen ve zaten tutulamaz bir şeyi anlatıyor. İrade dışı bellek, mutlak zaman tüm konusu bundan oluşuyor. Mutlak zamana ancak iyi bir sanat eseri ile ulaşılabilir olduğunun, sürekli altını çiziyor. Kitap da hep sanat işaretleri var, resimle çok ilgili. Ayrıca duyguları inanılmaz abartıyor. Uyuma sorunu yaşayan bir adam, sürekli Combrey’e gidiyor ve oradan çıkamıyor. Aslında şimdinin olmayışını, geçmişin oldu bitti kapandı değil, anıyla sürekli yeniden kurulması gerektiğini yorumluyor.



   Albertine Kayıp, serinin 6. Kitabı, ölümünden sonra yayınlanmış. Dört bölümden oluşuyor. İlk bölüm, Albertine’nin veda mektubuyla başlar. Anlatıcı ayrılık inisiyatifini elinde tuttuğunu zannederken Albertine mektup bırakıp gitmiştir. Hiç şüphesiz böyle bir ayrılık epey sarsıcı olur. Marcel, zıtlıklarla yaşadığı için bu ayrılık Albertine’nin dönmesini daha çok arzulamasına sebep olur. Ayrılığa alıştırma işlevini yerine getiren unutuş üzerinden felsefesini çok derin yorumlar. 2. Bölüm sürprizlidir, Albertine’in ölüm haberini alır ve bu acısıyla yüzleşir. 3. Bölüm Venedik’de geçer. 18. ve 19.yy Batı edebiyatı ve kültüründe Venedik, krizin başkenti, dekadansın başkenti gibi bir kimliğe sahiptir. Ölüm, hastalık, gizli arzular, felakete sürükleyen kirli sırlar, Venedik alegorisi üzerinden şekillenir. Venedik dişil bir mekandır, erilliği temsil etmez. Aynı zamanda intiharında başkentidir. 4.bölümde ise telgraf ve mektuplarla öğrendiği iki evlilik haberi Marcel’i epey üzer. Kaderi tarif eden şu betimleme enfesti:

“Geçmişteki hayatımıza ait yanı başımızda demirlemiş olan ve belki de kendimize itiraf etmeden, günler geçtikçe tembelce bir umut bağladığımız iki dönem; gemiler gibi flamaları neşeyle sallayarak yabancı diyarlara doğru temelli uzaklaştığında hissettiğimiz kederi yaşıyordum” s.251

   Anlatıcı alışkanlığı, algılama bilincini ortadan kaldıran yok edici bir güç gibi görürdü hep, şimdiyse korkunç bir tanrıça olarak görüyor. Farkına bile varmadığımız bu tanrıça bizden uzaklaşmaya başladığında bize en dayanılmaz acıları yaşatır, ölüm kadar acımasız olur.

  Serinin en kolay okunan kitabıydı, yazar soru cümleleri kurarak da, okuyucuyla etkileşimini artırmış. “Olacakları değiştirmeyeceksek eğer vaktinin henüz gelmemiş olması ne işe yarar?”

“Uyanır uyanmaz kederim, uykuya dalmadan önce bir ara kapattığım ama akşama kadar önümde açık duracak bir kitap gibi kaldığım yerden devam ediyordu.”s.37

“Arzu ne kadar eksiksiz biçimde gerçekleşmişse, keder de o kadar derin olur; mutluluk doğa yasasına aykırı biçimde biraz uzamış, alışkanlıkla pekişmişse, keder iyice dayanılmaz olur.

“-insan ancak hatırladığı şeyi özleyebilir- uyandığımda açıkça seçebildiğim bir hatıralar filosunu, bilincimin en belirgin sularında seyreder halde buluyordum.”

“Kıskançlık için geçmiş de yoktur gelecek de, onun hayal ettiği şey daima şimdiki zamandır.”

“tensel arzu, zekaya hak ettiği değeri vermek ve manevi hayata sağlam temeller kazandırmak gibi olağan üstü bir güce sahiptir.”

“Fiziksel acılarda hiç değilse acımızı kendimiz seçmek zorunda kalmayız. Hastalık acıyı belirler ve bize dayatır. Ama kıskançlıkta adeta her türden her yoğunlukta çeşitli arzuları dener ve uygun olanda karar kılarız.”

  Ayrıca “Kiralık Aşk” dizisinde geçen, erkek karakterin kız arkadaşına hediye ettiği kitaptır. O dönem çok satan kitaplar listesindeydi.

 

 

 

 

10 Şubat 2022 Perşembe

MAHPUS

 Yazar Adı: Marcel Proust

Basım Yılı: 2001

Yayınevi: YKY

Sayfa Sayısı: 410

   Serinin 5. Kitabında da Proust’un, zaman kavramını ele alış biçimini; geçmiş ve geleceğin birbirine karışmasını, unuttuğu geçmişin tekrar geri gelmesini yani geçmişin hayaletleriyle yüzleşiyorsunuz. Yine zamanın kafa karıştırıcı halini görüyoruz. Freudyan bakış açısından da,ister istemez semptomun geri gelmesi, travmaların, itilmiş hatıraların beklemediğin zamanlarda tekrar yüzeye çıkması meselesi üzerinden de değerlendirilebilir. Proust, anıların hepsinin uydurma olduğunu, gerçeklikle ilgili olmadığını yani kurgulanmış olduğunu savunur. (Bergson’un zaman felsefesinden etkilenmiştir) 

   Anıyı sürekli kusurlu ve yeniden inşa edilebilir olarak görüyoruz. Herkesin kendi anısındaki yalanına doğru giriş yaptığını biliriz. Anı, kusurlu yalandır.


   Alter ego (bölünmüş kişilik) Proust’un karakterinin bir özelliğidir. Kayıp Zamanın İzinde kitabında; Swan gibi karakterler, aşk karakterleri, ki kitap da binlerce karakter var. Bu karakterler de, bölünmüş zamanın kaybedilişinden, hatıra ile kaybedilen zamanın tekrar yakalanmasından bahseder.

  Mahpus, diğer 4 kitaptan daha akıcı ilerliyor. Anlatıcının; Albertine ile olan aşk macerasına, duygularına, davranışlarının bilinç altında yatan sebeplerine, aşk oyunlarına, yalanlara, kıskandırmalara, acındırma ve terk etme blöflerine tanıklık ederiz. Yazar, 1. Kitap da, annesinin iyi geceler dilemeden yanından ayrılışıyla yaşadığı travmaya benzer bir üzüntüyü, Albertine ile yaşamaktan ölesiye korkuyor.

” Albertine’i aynı anda hem sevgili hem bir kız kardeş hem bir kız evlat hem de iyi geceler öpücüğüne yine çocukça bir ihtiyaç duymaya başladığım bir anne gibi yatağımın yanında tutamama korkusu, bütün duygularıma sinmişti. Hayatımın bir kış günü kadar kısa görünen bu zamansız akşamında yine bütün duygularım bir araya toplanmakta, bütünleşmekteydi sanki.” s.108

 Albertine’nin kendisini sevmediğini anlamasına rağmen ondan ayrılamıyor. Ona fiziksel mahpusluk yaşatırken kendisi de duygularının mahpusu oluyor. Bunu okurla acıkça paylaşıyor. Ve bu kısımda anlatıcı Marcel adını kullanıyor. Sanırım zamanı yakalıyoruz. Ve kitabın sonu Albertine’nin veda mektubuyla bitiyor. Başkahraman Zaman perdeyi kapatıyor.

“Her toplumsal sınıfın bir patolojisi vardır” s.14

“Bizi insanlara bağlayan şey, bir gece öncesine ait hatıraların, ertesi sabah ait beklentilerin oluşturduğu sayısız kök ve zincirdir; kopamadığımız alışkanlıkların kesintisiz örgüsüdür.” s.94

“Belki bende ve benim gibi daha bir çok kişide, sonradan gelişen ikinci kişilik, birincinin bir başka yüzüydü sadece; kişiliğin kendine bakan yüzü coşkulu ve duyarlı, başkalarına bakan yüzüyse bilge bir mentordu.” s.105

“manevi güvensizlik görsel algının doğruluğunu, gözdeki maddi bir kusurdan daha fazla etkiler.”

“Yalan hayattaki en gerekli en çok kullanılan korunma aracıdır.”

“mikroskopla bile görülmeyecek –en azından kalbin mikroskobuyla görülmeyecek çünkü duygusuz hafızanın mikroskobu daha güçlü ve sağlamdır- bir Liliput’luya dönüşeceğini niye düşünmeyiz ki.”

“siyasal tutkular da tıpkı diğer tutkular gibi kalıcı değildir.”

“Bir suç söz konusu olduğunda, suçlu için bir tehlike varsa itirafı belirleyen menfaattir.”

“Vintüel’in Hz. Muhammed olduğunu var sayarsak onun uğruna en sabit dağları yerinden oynattığımızı söyleye biliriz.” s.270

“insanlarla birer “merak nesnesi” olarak ilgilenmiyorsunuz.”

“Aşkta bir duygudan vazgeçmek, bir alışkanlığı kaybetmekten daha kolaydır.”

“hayat değiştikçe bizim yalanlarımızı gerçeğe dönüştürür.”

“İnsan ancak kendi yaşadığı hazdan bir bilgi ve ızdırap çıkarabilir.”

“Gerçeklik düşmanların en kurnazıdır. Saldırılarını, kalbimizin hiç beklemediği, savunma hazırlığı yapmadığı noktalarına yöneltir.”

“Bu da bana olayların meydana geldikleri anla sınırlı olmadığını, o ana sığamayacak kadar muazzam olduklarını düşündürüyor. Her olay, bizde bıraktığı hatırayla geleceğe taşar şüphesiz ama bununla kalmayıp öncesinde de bir zaman işgal eder. Olayları önceden gördüğümüzde meydana geldikleri şekilde görmediğimiz söylenecektir elbette ama aynı dönüşüm hatıramızda da gerçekleşmez mi?” s.396